Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGüncel KonularGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
En son konular
»  Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN

» Bir Sarkisin Sen
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN

» MerHaba MerHaba :)
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN

» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan Mutfağı
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan Cocuklar
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip Var
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Benim Hayatım
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)
OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Istatistikler
Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke

Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
Similar topics
Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

www.ay-maral-can.yetkin-forum.com

Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın
En bakılan konular
Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
Türkmenistan (3) - Türkmen İsimleri
Sinezenler..Sözleri
Bir Sarkisin Sen
Azərbaycan dili → Bəzi sait səslərin tələffüzü
Radyo icin Tema Resimleri Resimler Resim
MerHaba MerHaba :)
ŞİİR DİNLETİSİ SUNU METNİ
Çok Güzel Kalp Resimler,i Güller ve Kalpler,
Azerbaycan Bayragi

 

 OSMAN GAZI VE BEYLIK

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
AyMaRaLCaN
Admin
AyMaRaLCaN


Üyelik tarihi : 11/06/08

Mesaj Sayısı : 12267

Rep Gücü : 29249

Rep Puani : 235


OSMAN GAZI VE BEYLIK Empty
MesajKonu: OSMAN GAZI VE BEYLIK   OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Nis. 22, 2011 4:40 pm

Kaynaklarin, sâlih, dindar, kahraman, cesur ve
merhametli bir kimse olarak tanittigi Osman Gazi, üç günde bir yemek pisirtip fakirleri
doyurmak, çiplaklari giydirip donatmak, dul ve yetimleri gözetip korumak gibi iyi
hasletlere sahip bir kimse idi. Hak ve adalete saygili, üstün yeteneklere sahip bir
hükümdar olan Osman Gazi, ününü kilicindan ziyade adalet severligi ile saglamisti.
Feth ettigi yerlerde ser'î hükümlere göre hareket eder, tebeasi arasinda irk, din ve
milliyet farki gözetmezdi. Güçlü bir komutan oldugu kadar sabirli ve olgun bir idareci
idi. Yaninda çalisanlar, kendisine karsi büyük saygi gösterirlerdi. En zorba kimseler
bile onun huzurunda saygi ile hareket ederlerdi. O, kuvvet ve zenginlikten ziyade adalete
daha çok önem veren, güçlü bir irade ve hosgörüye sahip bir hükümdardi.


Osman, Ertugrul Bey'in, Gündüz Alp ve San Yatu (Savci
Bey)'den sonra Sögüt'te dünyaya gelen küçük ogludur. Ibn Kemâl, onun dogum tarihini
Hicrî 652 (M. 1254) senesi olarak göstermekte ise de genellikle onun 656 (1258)
senesinde dogdugu belirtilir. Bununla beraber bu tarihin 650 (1252) veya 657 (1259)
oldugunu söyleyenler de bulunmaktadir. Sögüt'te dünyaya gelen Osman, Ertugrul Bey'in
küçük oglu idi. Ertugrul Bey, 93 yasinda vefat edince, onun idaresi altinda bulunan
asiretler, gerek kabiliyet, gerekse hareketliligi sebebiyle Osman'in, babasinin yerine
basa geçmesini istiyorlardi. Gerçi Osman, babasinin son dönemlerinde ona vekâlet etmek
suretiyle yönetimle ilgili konularda kardeslerinden farkli bir hüviyete sahip oldugunu
ortaya koymustu. Kardesleri bakimindan pek büyük bir sikintisi olmayan Osman, amcasi
Dündar Bey'le ugrasacaga benziyordu. Zira Ertugrul Bey'in kardesi Dündar Bey de birlige
reis olmak istiyordu. Bu yüzden Osman'la amcasi arasinda ihtilaf (anlasmazlik) meydana
geldi. Zira, Kayi asiretinden baska bazi asiretler de Dündar Bey'in basa geçmesini
istiyorlardi. Bununla beraber Osman'in reisligini isteyen taraf daha etkili
görünüyordu. Bunun için Dündar Bey, reislik arzusundan vazgeçerek Osman'in asiret
reisi olmasini kabul etmek zorunda kaldi.


Gerçekten, Osman Bey, Ertugrul Gazi'nin vefatindan
sonra cesaret, mertlik ve ahlâkî meziyetleri sebebiyle asiret, kavim ve kabileye bas
olacak bir vasifta görülmüstü. Amcasi Dündar Bey de dahil oldugu halde herkes ona
itaat ve bagliligini bildirdi. Baslangiçta o, babasinin komsu Rum tekfurlari ile iyi
geçinme siyasetine devam etti. Asiretin basina geçtigi zaman yirmi üç yasinda bir
genç olmasina ragmen, siyaseti iyi bilen, halim selim bir kimse olmakla birlikte,
gerçekleri savunma konusunda korkusuz ve cesurdu. O, tam bir cihad eri idi. Bu sebeple
Osman Bey, kisa zamanda etrafinin yigitlerden meydana gelen bir hâle ile çevrelendigini
gördü. Bu hâlenin içinde Konur Alp, Turgut Alp, Abdurrahman Gazi, Akça Koca, Gündüz
Alp, Karamürsel, Saltuk Alp, Samsa Çavus gibi isimler vardi. Büyük bir kismi garip ve
vatanlarim birakip gelmis olan bu insanlarin, Osman Bey etrafinda toplanmalari, devletin
güçlenmesine sebep olmustu. Osman Bey, bunlarin tabiî bir lideri durumuna geldi. Bundan
baska, Osman Bey'in, Uc'lardaki Türkmenler arasinda büyük bir nüfuza sahip olan Seyh
Edebali ile yakinlik ve akrabalik tesis etmesi, basta ahiler arasinda olmak üzere
Uc'lardaki diger topluluklarin kendisine baglanmasina sebep oldu. Böylece Osman Gazi,
kendisini hem etrafindaki asiret reislerine sevdirmis, hem de onlarin kendisine bagladigi
umutlari bosa çikarmamisti. Gerçekten de o, çevresindeki Türkmen komsulari ile
mümkün mertebe çatismaya girmemek için gayret sarf ediyordu.


Ertugrul Bey'in üç oglu arasinda Osman Bey'e düsen
taht, kardeslerini birer saltanat rakibi olarak degil, yeni devletin kurulup gelismesinde
müsterek bir gayretle el ele verdiren ve saltanat ihtirasi yerine, feragat, fedakârlik
ve basirete götüren bir metod takip etmelerinin sebebi nedir? Ileride tafsilatli bir
sekilde anlatilinca görülecegi gibi, Osman Gazi de kendisine yurt ve istiklâl veren
Selçuklu sultanina karsi ayni hassasiyeti göstermis, o, hayatta bulundugu müddetçe
istiklâlini ilân etmemisti. Böylece o, edep ve irfani, sahsî ve nazarî kaliplar
halinde birakmayip devlet bünyesinde de ifadesini bulan bir anlayis olarak cemiyete mal
olmustu.



OSMAN BEY VE AHILIK

Abbasî halifesi en-Nâsir li-Dinillah
(575-622/1180-1225) rehberliginde kuruldugu kabul edilen ahilik, kisa zamanda Islâm
ülkelerinde tesirini göstermeye basladi. Son derece düzenli ve disiplinli olarak
çalisan bu teskilât, miladî X. asirda genellikle ilk Müslüman Türk devleti kabul
edilen Karahanlilar vasitasiyla Türk dünyasinda da boy göstermeye basladi. XI. asrin
ikinci yansindan (1071Malazgirt) sonra, kapilarini Müslüman Türklere açmis bulunan
Anadolu'ya, dogudan birçok göçler olmustu. Daha önce de Anadolu'nun Urfa'dan
(Sanliurfa) baslayarak Adana'ya kadar giden sinirlarindan, zaman zaman giren Abbasî
ordulari, Nigde, Nevsehir, Kirsehir, Kayseri, Yozgat ve Ankara bölgelerine akinlar
yapmislardi. Ordu mensuplarindan bir kismi akinlar sonunda ele geçirilen bu yerlerde
bazan da yerlesip kaliyorlardi. Özellikle VIII. yüzyilin ikinci yansindan itibaren
Abbasî ordusunun ayrilmaz bir parçasi durumunda olan Türkler de, bu ordu ile
Anadolu'nun içlerine kadar gelmislerdi. Türkler, iklim ve jeolojik yapi bakimindan Orta
Asya'ya benzeyen Kirsehir yöresini begenerek burayi yerlesim bölgesi olarak
seçmislerdi. Bundan sonra normal ve isteyerek devam eden göçleri, XIII. asirdaki Mogol
istilasindan kaçma takib etti. Bu istiladan önceki göçlerde daha iyi bir iklime gelme,
hayvanlar için daha iyi bir kislak ve yaylak bulma düsüncesi hakimdi. Bu sebepledir ki,
Mogol baskinindan önce gelenler, daha ziyade göçebe, asker ve hayvan yetistiricisi idi.
1225 tarihinden sonra gelenlerin ekonomik ve sosyal durumlari, bu ilk gelenlerden daha
farkli idi. Zira, korkunç bir katliamdan kurtulmak için gelen bu sonuncular çogunlukla,
esnaf, tüccar, zengin ve sanatkârdi. Bu yeni göçmenler, geçimlerini saglayabilmek
için, yerli ve müslüman olmayan esnafla rekabete girmek zorunda idiler. Bu rekabetin
kuvvetli, tesirli ve kisa zamanda meyvesini verebilmesi için bunlarin birlesip bir
teskilât içinde hareket etmeleri gerekiyordu. Bu teskilât, özellikle hayvancilikla
ugrasan, baska bir ifade ile atli göçebelerin ihtiyaç duyduklari bir sahaya cevap
vermeliydi.


BU DIPNOTUN YERI NERESI

Böyle bir çalisma faaliyetinin içinde bulunuldugu
sirada yeni bir Mogol tehlikesi bas gösterdi. Bu tehlikenin merkez üssü Anadolu idi.
Daha önce gelip buraya yerlesmis bulunan Müslüman Türkler için büyük bir tehlike
olan Mogollara karsi bazi kimselerin farkli sahalarda faaliyette bulundugu görülür.
Bunlar: Ahi Evran ismiyle bilinen Seyh Nasirüddin Mahmud (ö. 1262), Baba Ilyas, Haci
Bektas ve Mevlânâ Celâleddin Rumî gibi önemli sahsiyetlerdi. Bas gösteren Mogol
tehlikesine karsi farkli alanlarda halki irsad etmeye yönelik çalismalardan birisi de
esnaf ve sanatkâri bir birlik altinda toplamaya muvaffak olan Ahi Evran tarafindan
yapiliyordu. Böylece o, sanat ve ticaret ahlâkini, üretici ve tüketici menfaatlerini
güven altina almayi, bu vesile ile kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde, onlara
yasama ve direnme gücü vermeye çalisiyordu. Bu yüzden ilk defa Kirsehir'de XIII.
yüzyilda kurulan ahilik, kisa bir zaman içinde Anadolu'nun hemen her tarafina yayilmis
oldu. XIV. asir Islâm dünyasi ile birlikte Türklük âlemini canli levhalar halinde
gözlerimizin önüne seren Ibn Batûta (1304-1369), Anadoludaki seyahatlerinde, kaldigi
birçok ahi zaviye ve tekkesinden bahsetmekle kalmaz, onlar hakkinda genis ve doyurucu
bilgiler de verir.


Anadolu'daki ekonomik ve sosyal hayatin düzenlenmesinde
XIII. yüzyildan itibaren büyük bir rol oynadigini gördügümüz Ahilik, sanatkâr ve
esnaf zümreleri arasinda yayilmis, sosyoekonomik özelligi agir basan bir teskilat olarak
görünmektedir. Anadolu'nun sosyal ve ekonomik yapisina Müslüman Türk sanatkâr ve
esnafinin is ahlâki, insan terbiye ve egitimi, fazilet sahibi olma, sosyal yardimlasma ve
dayanismada örnek olma gibi hususlarda etkili olan bu teskilat hakkinda bir hayli bilgiye
sahip bulunuyoruz.


Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan
ahiligin oynadigi rol, küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Gerçekten de Osman Bey'in
faaliyetleri esnasinda Anadolu'da ahilik, büyük bir güç olarak faaliyetlerine devam
ediyordu. Osman Bey, ahi reislerinden olan ve Eskisehir civarinda Itburnu denilen mevkide
tekkesi bulunan Seyh Edebali'nin kizi ile evlenmekle ahilerin nüfuzundan
yararlanabilmistir. Seyh Edebali, o havalinin en itibarli ve sözü dinlenen, kendisine
hürmet edilen bir sahsiyeti idi. Sam taraflarinda tahsilini ikmal etmis, zengin, tekke ve
zaviye sahibi bir kimse idi. Herkese yardim eden bir kimse olmakla birlikte fakir ve
dervis görünümlü olmayi tercih eden bu zatin damadi olmakla Osman Bey, ahilerin
gücünden istifade etmisti. Nitekim Seyh Mahmud Gazi, Ahi Semseddin ve oglu Ahi Hasan ile
sonradan Osmanlilarda kadi, kadiasker ve vezir olan çandarli (Cendereli) Kara Halil de
ahilerden olup bunlarin tamami Osmanli Beyliginin kurulmasinda ve büyümesinde hizmet
etmislerdi.


Gerçekten, bu dönemde Anadolu'nun sosyal bünyesine
hakim olan ulema, dervis, sanatkâr ve kahramanlar kadrosunu bir arada düsünmemiz
gerekir. Mücahede sevkini ve Islâm birligi susuzlugunu en ileri ve yüksek voltaja
ayarlamasini bilen bu iman adamlarinin, Selçuklulara müvazi bir mukadderat çizgisi
üstünde yürüyecek olan Osmanli Beyligi'nin kurulusu hadisesine fiilen katilmis
olmalari, devletin ve Islâm ümmetinin bir talihi olmustur. Öyle ki bir tarafta olgun,
sözü dinlenir ve seviyeli bir seriat ulemasi ile beraber yürüyen, Sünnî ve muhtesem
bir tasavvuf anlayisinin dogurdugu teskilât; öbür tarafta Âsik Pasazâde'nin,
Gaziyan-i Rûm, Abdalan-i Rûm, Ahiyan-i Rûm, Bâciyan-i Rûm dedigi organize ve
hamasîdinî teskilât. Biraz önce de belirtildigi gibi gerek Osman Bey, gerekse onu
takib eden ilk hükümdar ve sehzâdeler ile idare ve devlet adamlari, tasavvuf
müessesesinin veya yine bu teskilatin müsterek esaslarina sahip ahiligin gaye, terbiye
ve disiplinine göre yetismis, cesur, dinamik, mert ve iç âlemleri kontrollü
kimselerdi. Bu sebeple yeni devlet, muhtesem oldugu kadar âdil ve müsavatçi bir idare
tezgahina, renk, sekil ve ahenk yetistiren bir iç ve dis kuvvetler dengesini dünyaya
hediye etmeye hazirlaniyordu.


Hem akil hem de imanla desteklenen yeni devlet, adeta
tabiatin himayesine kabul edilerek daha ilk yillarda mücahid ve yekpare çehresini
kazanmisti. Su da var ki, Osman Bey'in etrafini çevreleyen ilim ve hikmet kadrosu, yalniz
yasadiklari devrin irfan, iman, ahlâk, idare ve hukuk haritasini çizmiyorlardi. Onlarin
hizmet ve hedefleri, bir hanedan veya bir zümre ile belirli bir zamana has degildi. Bir
medeniyet ve ideolojiyi devirler ölçüsünde gerçeklestirmek için genç padisahin
sahsinda gelecek han, hakan ve kütlelere yol açip öncülük ediyorlardi.


Böylece yeni devlet, tam bir ahenk ve üslup ile ise
baslamis, müsterek bir tezgahin basinda, istikbalin dokusunu örmeye ve gelecek zamanlara
miras birakmaya hazirlaniyordu.


Görüldügü gibi, devleti, bir yandan mantikî, bir
yandan da manevî temellere oturtan Osmanlilar, merkezî ve idarî otoritenin, politika
ahlâkini kontrol eden bir yardimci kuvvetler halkasi tesis etmekle de icra ve tesriî
organlarini hak ve adalet unsurlarinin murakabesine vermis oldular.


Gerçekten, Avrupa'nin kuvvetten baska bir güç ve
otorite tanimadigi bir dönemde, yeni yeni filizlenip gelisen Osmanli Devleti'nde adalet,
hak ve hukuk prensiplerine göre davranip hareket etmek babadan ogula nesilden nesle
(neslen ba'de neslin) vasiyet ediliyordu. Hoca Saadeddin Efendi (tarihçi, Seyhülislâm),
Osman Gazi'nin, oglu Orhan'a olan vasiyetini su ifadelerle nakleder:


"Dilerim ey sahib-i ikbâl u câh

Etme sen cânib-i zulme nigâh

Adl ile bu âlemi âbad kil

Resm-i cihâd ile beni sâd kil

Râh-i cihâd içre edüp ictihâd

Memleket-i Rum'da kil adl u dâd..."

Görüldügü gibi Osman Gazi, devlet iç teskilâtinda
sakat ve zayif bir taraf birakmamak, bir çatlak ve gedige meydan vermemek için basta
devlet adamlari olmak üzere her ferdin kendi durumuna göre Islâm'in arzuladigi adalet
anlayisi çerçevesinde hareket etmesini istemektedir. Osmanlilarda, nesilden nesile
vasiyet edilerek devam eden bu anlayisin sonucu olarak ortaya çikan uygulamaya bakan
Gibbons, Osmanlilari sevmemekle birlikte su sözleri söylemekten kendini alamaz:


"Yahudilerin toptan öldürüldügü ve engizisyon
mahkemelerinin ölüm saçtigi bir devirde Osmanlilar, idaresi altinda bulunan çesitli
dinlere bagli kimseleri baris ve ahenk içerisinde yasatiyorlardi. Onlarin
müsamahakârligi, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse lakaydî neticesi
meydana gelmis olsun, su vak'aya itiraz edilemez ki, Osmanlilar, yeni zaman tarihinde
milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet umdesini (prensibini) temel tasi olmak üzere
vaz' etmis ilk millettir. Ardi arkasi kesilmeyen Yahudi ta'zibati (iskence) ve engizisyona
resmen yardim mesuliyeti lekesini tasiyan asirlar esnasinda, Hiristiyan ve Müslümanlar,
Osmanlilarin idaresi altinda ahenk ve baris içinde yasiyorlardi."



OSMAN GAZI'NIN RÜYASI

Osmanli kaynaklan, tamamen ilahî takdirin bir tecellisi
sonucunda, Osman Gazi'nin gördügü bir rüya ve buna bagli olarak evliliginden
bahsederler. Osmanli kaynaklarinda birbirine yakin ifadelerle anlatilan bu rüya, Hammer
gibi Bati'li yazarlar tarafindan biraz da hayâl gücü ile süslenerek bir sahne oyunu
gibi dramatize edilir.


Devrin, egitim, din, kültür, sosyal, ekonomik ve hatta
folklorik anlayisi hakkinda fikir vermesi bakimindan bu rüyayi degisik kaynaklardaki
anlatilislarini günümüz Türkçesine yakin bir ifade ile buraya almakla dönemin
anlayis ve fikrî seviyesi bakimindan bir degerlendirme yapmaya imkan vermis olacagiz.


"Osman Gazi biraz aglayip dua ve niyaz eder. Derken
uykusu gelip uyur. Rüyasinda kerameti açik ve belli olan bir seyhin kendi halki arasinda
bulundugunu görür. Herkes bu seyhe güvenirdi. Aslinda onun dervisligi gizli idi. Öyle
görünürdü. Dünyaligi, mali, mülkü ve koyunlari çoktu. ilim sahibi bir kimse idi.
Misafirhanesi devamli herkese açikti. Osman Gazi, bu dervise konuk olurdu. Osman Gazi
rüyasinda bu azizin kusagindan bir ayin dogdugunu ve gelip kendi koynuna girdigini
görür. Bu ay, Osman Gazi'nin koynuna girince hemen onun göbeginden bir agaç biter ki
gölgesi dünyayi tutar. Gölgesinin altinda daglar var, her dagin dibinden sular çikar,
o sulardan da kimileri içer, kimileri bahçe sular kimileri de çesmeler yaptirir. Osman
Gazi gelip bunu seyhe haber verir. Bunun üzerine seyh Osman'a "Ogul Osman,
padisahlik sana ve senin nesline mübarek olsun ve benim kizim Malhun Hatun senin helalin
oldu." deyip hemen nikahini kiydi.


Âsikpasazâde, Osman Gazi'nin rüyasini yukaridaki
ifadelerie anlatirken Nesrî su ifadelerle olayi nakl eder:


"Meger Osman'in halki arasinda aziz bir seyh vardi.
(Ona) Edebali derlerdi, gayet kemal sahiplerindendi. Veliligi, kerameti belli olmustu.
Halkin itikad ettigi kimse idi. Bütün illerde meshur olmustu. Rüya ilmini iyi bilirdi.
Dünyaligi sonsuzdu. Fakat fakirmis gibi görünürdü. Hatta (kendisine) dervis (fakir)
lakabi ile hitab ederlerdi. O, bir zâviye yapip gelene ve gidene hizmet ederdi. Zaman
zaman Osman da onun zâviyesinde misafir olurdu. Bir gece Osman Gazi, rüyasinda bu seyhin
koynundan bir ay çikarak, gelip kendisinin koynuna girdigini, hemen göbeginden bir agaç
bittigini, âlemi tuttugunu, gölgesinde daglarin bulundugunu, bu daglarin dibinden
pinarlarin çikip aktigini, kiminin bahçesini suladigini, kiminin çesmeler akittigini
görür. Osman Gazi, ertesi gün gelip bu düsünü o azize anlatti.


Seyh ona "Ya Osman, müjdeler olsun. Hak Teâlâ
sana ve senin evladina saltanat verdi. Bütün dünya evladinin himayesi altinda olacak,
hem de kizim Mal Hatun sana helâl (es) oldu" diyerek, hemen kizini Osman Gazi ile
evlendirdi. Osman Gazi'nin düsünü yordugu sirada, Seyh'in Turgut adli bir müridi de
orada bulunuyordu. "Ya Osman, sana padisahlik verildi, sükrâne (olarak) bize ne
verirsin?" dedi.


(Osman) "Sana bir sehir vereyim" dedi.

Dervis "Su köycegize de raziyim, bana bir nâme
(yazili kâgit, mektup, belge) ver" dedi.


Osman Gazi "Ben yazi yazmasini bilmem. Bir su kabi
ile bir kilicim var. (Onlari) nisan olsun diye sana vereyim. Benim evladim anlari senin
elinde görüp ibka etsinler" dedi.


O su kabi ile kiliç onlarin elinde kaldi. Simdi dahi
padisah olanlar, onu (o köyü) görüp ziyaret ederler, o dervisin evladina nimetler
(verirler) ve ihsanlar ederler.


Bu Edebali dedigimiz seyh, yüz yirmi yasinda öldü.
Ömründe, birini gençliginde, digerini de yasliliginda (olmak üzere) sadece iki hatun
aldi, ilk hatununun kizini Osman Gazi'ye verdi, sonraki hatunu Taceddin Kürd'ün kizi
idi. Hayreddin Pasa ile bacanak oldular.


Bu menakib, Edabali oglu Mehmed Pasa'dan nakledildi. Ayni rüya, Solakzâde tarafindan da su sekilde verilmektedir:

"Osman Han, merhum babasinin yoluna devam ederek,
Anadolu'daki kumandanlar arasinda ve gaza meydaninda kendini gösterdi. Âlimlere ve
seyhlere çok fazla itikadi vardi. O zamanin yüce makam sahibi, hal bilen seyhi, Seyh
Edebali hizmetine devam ederek onun dua ve hürmetini rica ve istid'a ederdi. Bir gece
âdeti oldugu üzre, Cenâb-i Allah'a münacatta bulunup hâcet dilerken, kendileri uykuya
daldilar. Rüya âleminde, Seyh Edebali'nin koynundan bir ayin dogup gelerek kendi koynuna
girdigini gördüler. Bu ay kendisinin göbeginden nihayeti olmayan bir agaç seklinde
biterek dali ve budagi ile bütün dünyayi kusatir. Cihan halkinin bir kismi bostan
sular, bir kismi ziraat yapar, bir kismi seyran eder, bir kismi da dolasir.


Osman Gazi bu güzel yerden uzak kalinca sabah namazini
eda edip seyh hazretlerinin huzuruna varir. Gördügü rüyayi bir bir anlatir. Seyhin bu
rüyayi tabir etmesini diler. Seyh Edebali biraz kendi iç âlemine baktiktan sonra basini
kaldirip Osman Gazi'ye;


"Ey yigit müjdeler olsun! Sana ve senin nesline
padisahlik verildi. Rüyanda gördügün o ay, koynumdan çikip senin koynuna girdi. Sen
benim kizimi alip bana damad olacaksin. Bundan çocuklarin ve soyun olacak. Kiyamete kadar
yedi iklimde hüküm süreceklerdir" dedi.


Seyh Edebali hemen orada bulunan Müslümanlarin
huzurunda kizi Rabia'yi Osman Gazi'ye nikahladi. Orhan Gazi bundan dünyaya gelmistir.


Daha önce de temas edildigi gibi Osmanli kaynaklari
tarafindan tamamen ilahî bir takdirin tecellisi gibi nakl edilen bu rüya, Hammer gibi
Batili yazarlarca degisik sekillerde verilir. Hammer, benzer rüyalarin görüldügüne
dair haberlerin çok eskilere dayandigini ve hemen hemen birçok padisah, hükümdar ve
hanedan için böyle rüyalarin görüldügüne dair nakillerin bulundugunu ifade ile
söyle der:


"Büyük padisahlarin dogumundan önce gelecekte
nail olacaklari (ulasacaklari) güç, kudret ve kuvveti göstermek üzere bu neviden
rüyalarin nakli Sark (Dogu) tarihçilerinde zaman zaman görülen bir istir. Bununla
beraber bu âdet, sadece onlara has bir is degildir. Benzer haberler, gerek çagdas,
gerekse eski Bati tarihçilerinde de görülür."


Osman Gazi ile ilgili rüya hakkinda böyle diyen
Hammer, kendisi de ayni rüyayi degisik ifadelerle anlatmaktan geri kalmaz. Bu sebeple biz
de Osmanli kaynaklari ile Hammer'in ifadesini karsilastirmak isteyenlere bir kolaylik
olsun diye onun verdigi bilgiyi de temel hususiyetlerini bozmadan özet halinde vermek
istiyoruz:


Karamanin Adana sehrinde dogmus olan Seyh Edebali,
Suriye'de (Sam'da) Fikih (îslâm Hukuku) tahsil ettikten sonra Eskisehir'e yakin Itburnu
köyüne gelip yerlesmisti. Osman, zaman zaman oraya gelip seyhle görüsürdü. Osman bir
gece Edebali'nin kizi Malhatun'u görüp âsik oldu. Fakat seyh, Osman'in iyi niyetine tam
olarak güvenemedigi ve bu genç ile kizi arasinda mevcud olan esitsizligi göz önünde
bulundurarak evlenmelerini uygun görmedi. Osman, derdini silah arkadaslarina ve
komsularina açar. Bunlardan biri olan Eskisehir beyi, Osman'in anlatmasi üzerine
Malhatuna gönül verir. Kizi kendisi için istedi. Fakat o da geri çevrildi. Edebali,
Osman'dan çok Eskisehir Beyi'nin öc almasindan korktugu için, o beyin topraklarini terk
ederek gelip Ertugrul bölgesine yerlesti. Bu yer degisimi, iki bey arasinda büyük bir
düsmanliga yol açti.


Bir gün Osman, kardesi Gündüzalp ile birlikte komsusu
ve dostu olan Inönü beyinin evinde iken, Eskisehir beyinin müttefiki ve Harman Kaya
hakimi olan Köse Mihal ile birdenbire çikageldigi görülür. Bunlar, ellerinde silahla
Osman'in kendilerine teslim edilmesini istiyorlardi. Inönü beyi, gerçek
misafirperverligin bu sekilde bozulmasini kabul etmeyerek onlari vermeyecegini söyledi.
Bu esnada Osman ile Gündüzalp ileri atilip mücadeleye basladilar. Eskisehir beyi korkup
kaçarken Köse Mihal esir alindi. Bunun üzerine Köse Mihal kendisini esir alan bu
güçlü insana karsi bir sevgi duydu ve ona tabi oldu. Daha sonra Osman, babasinin yerine
geçince, Köse Mihal atalarinin dinini birakarak Müslüman oldu. O andan itibaren de
Osman'in yükselmekte olan gücünün saglam dayanaklarindan biri oldu.


Böylece Osman, Rumlar arasinda bir dost kazanmis, ama
henüz sevdigi insana kavusamamisti. Aradan iki yil geçti. Bu iki sene zarfinda kuskular
ve süpheler onun yakasini birakmiyordu. Ondan sonra Mal Hatun'un babasi, Osman'in
sebatkârligindan duygulanarak ilahî bir isaret olarak gördügü rüyayi onun lehinde
yorar. Buna göre: Osman Gazi, Seyh Edebali'ya misafir olarak gelir. Sabirla yatagina
girip yatar. Uyuyunca su rüyayi görür:


Ev sahibi yaninda yatiyordu. Birdenbire ev sahibi
Edebali'nin gögsünden bir hilâl çikti. Gittikçe büyüyen hilâl tam bir dolunay
seklini alinca gelip kendi koynuna girer. Ondan sonra yanlarindan bir agaç belirir. Bu
agaç dallanip budaklaniyor, gittikçe güzellik ve yesilligi artiyordu. Dallarin
gölgesi, üç kita ufuklarinin nihayetlerine kadar karalari ve denizleri kaplayiverdi.
Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlar gibi dört büyük siradag silsilesi, bu yapraklar
çadirinin dört destegi gibi görünüyordu. Agacin kökünden deniz gibi gemilerle
örtülmüs olarak Dicle, Firat, Nil ve Tuna fiskiriyordu. Kirlar, ekinlerle çevrilmisti.
Daglar ise sik ormanlarla taçlanmis bulunuyordu. Bu daglardan çikan bereketli sular,
gül bahçeleri ve servilikler arasinda dolasa dolasa akiyordu. Uzaktan kubbeler,
ehramlar, dikili taslar, sütunlar, hasmetli kulelerle süslü sehirler görünüyordu.
Bütün bunlarin zirvelerinde birer hilâl parildiyordu. Minarelerin serefelerinden
ezanlar, mü'minleri namaza çagiriyordu. Tam bu sirada hizla esen bir rüzgâr çikmisti.
Agacin yapraklarini dünyanin bütün sehirleri üzerine, özellikle iki denizin
birlestigi, iki karanin kucak açtigi iki dünyayi çeviren bir halkanin en degerli tasi
niteliginde olan Istanbul'a dogru savuruyordu. Osman, halkayi (yüzügü) parmagina
geçirmek üzere iken uyandi.


Böylece, Osman ile Mal Hatun'un birlesmesinden dogacak
olan soyun kuvvet ve kudretini tahmin ettirmekte olan bu rüyanin tabiri, genç
savasçinin Edebali'nin kizi ile evlenmesinde araya giren engelleri bertaraf ediverdi.
Dügün söleni, hükümdarlarin dügünü gibi degil, Peygamberin seriatina ve
gösterdigi örnege uygun olarak yapildi. Iki sevgilinin nikâhini, Edebali'nin
müridlerinden müttaki bir zat olan Turud (baska kaynaklarda Turgud) adindaki dervis
kiydi.


Bu evlilik münasebetiyle olsa gerek ki, Osman Bey,
zevcesine (esi) Bilecige bagli Kozagaç adindaki köyün gelirlerini pasmaklik olarak
tahsis etmistir. Bilahare o da bu hasilati, tekkeye vakf etmistir. Bu konuda 985 (1577)
senesi tarihini tasiyan ve Bilecik kadisina gönderilen bir hükümde söyle
denilmektedir:


"Bilecik kadisina hüküm ki, ecdad-i izamimdan
merhum Sultan Osman Han elayhi'rrahme ve'l-gufran, mesayih-i izâmdan Edebâli merhum'un
kerimesin tezevvüc eylediklerinde kaza-i mezbûre tabi" Kozagaç nâm karyeyi
pasmaklik ihsan etmegin müsârun ileyha dahi karye-i mezbûrenin mahsûlun zâviyesine
vakf edüp âyende ve revendeye sarf olunurken hâla karye-i mezkûrede sâkin olan...


Tarihlerde, Osman Bey'in zevcesi olarak gösterilen Mal
Hatun veya Rabia Hatun, Seyh Edebali'nin Osman'la evlendirdigi, Orhan ve Alaeddin'in
annesi olarak belirtilmektedir. Halbuki Gazi Orhan Bey'in 724 (1324) tarihli vakfiyesinde
"Mal Hatun bint Ömer" kaydinin olmasi bu kadinin Seyh Edebali'nin degil, Ömer
Bey'in kizi oldugunu göstermektedir. Ayni sekilde birçok tarihteki rivayetlere göre Mal
Hatun ve babasi Seyh Edebali, Osman'in vefatindan üç ay önce Bilecik'te vefat
etmislerdir. Halbuki vakfiyede ismi geçen Mal Hatun, Osman Bey'in vefatindan sonra hâla
hayattadir.


Mal Hatun, herhalde Osman Bey'in oglu Orhan'in annesi
idi. Osman Bey'in öbür zevcesi (esi) ve Seyh Edebah'nin kizi olan Bâlâ Hun (Bala
Hatun) ise muhtemelen Osman Bey'in oglu Alâeddin'in annesi idi.



OSMAN GAZI'NIN SAHSIYETI

Osmanli tarihinin en dikkate layik sahsiyetlerinden biri
olan Osman Bey, bir devlet kurucusu olarak tarih sahnesinin önemli kisilerinden biridir.
Gerçekten de Selçuklu Bizans hududlarinda tesekkül eden bir uc beyliginin kisa bir
müddet içinde büyüyerek tarihin akisini degistirecek bir güç ve kuvvete erismesi,
yeni bir din ve kültürün tasiyicisi olarak eski Bizans Imparatorlugunun enkazi
üzerinde kurulan yeni devlete Müslüman Türk damgasini vurabilmesi hadisesi,
tarihçiler arasinda henüz tam anlamiyla izah edilememis bir mesele halinde münakasa
edilmektedir. Tarihte benzerine ender rastlanilan bir devletin kurucusu olarak Osman Bey
ve ondan sonra gelen haleflerinin sahsî meziyetleri bu gelismede büyük ölçüde rol
oynamis görünmektedir. nitekim bu konuya dikkat çeken yabanci bir arastirici, Osmanli
Devleti'nin kudret kaynagi olarak gördügü üç ana unsurdan birinin hükümdarlarinin
sahsiyetleri oldugunu belirtir.


Bir devletin gelisip büyümesinde hükümdarlarin
kabiliyet, ileriyi görüs, anlayis ve hareketlerinin önemli derecede rol oynadigi
bilinmektedir. Bu durum, günümüzden önceki asirlarda daha büyük bir ehemmiyet arz
ediyordu. Bu anlayistan hareketle Osman Gazi'ye baktigimiz zaman, onun gerek siyaset,
gerek adalet ve gerekse halkina karsi olan sevgi ve merhamet bakimindan devrine göre
özel bir yeri oldugu görülür. Bu sebepledir ki tarihler, onun, babasinin yerine
geçtikten sonra Karacahisar'daki faaliyetlerinden bahs ederlerken söyle derler:


"Osman, bey ünvanini alip beyligin basina
geçtikten sonra ikametgâhi olan Karacahisar'daki kiliseyi camiye çevirdi. Bir imam ve
hatip tayin etti. Bir de her türlü islere bakmak ve halk arasinda meydana gelen davalari
hafta sonu olan Cuma günlerinde karara baglamak için bir Molla (Kadi) seçti.
Kayinbabasi Edebali ve dört silah arkadasi (kardesi Gündüzalp, Turgutalp, Hasanalp ve
Aykutalp) ile istisare ettikten sonra, Seyh Edebali'nin talebesi olan Karamanli Dursun
Fakih'i imam olarak tayin etti. Pazarlarda din ve milliyet farki gözetmeksizin düzeni
koruma görevini de ona verdi. Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alisir'in tebeasindan
bir Müslüman ile Bilecik Rum liderine bagli bir Hiristiyan arasinda çikan kavgada
Osman, Hiristiyanin lehine hüküm verdi. Bunun üzerine bütün ülkede Ertugrul'un oglu
Osman'in hak ve adalet severüginden söz edilmeye baslandi. Bunun sonucunda da halk
Karacahisar pazarina daha çok gelmeye basladi.


Sâmiha Ayverdi'nin ifadesi ile "Müslüman
Türkler aleyhine hakikatleri degistirmeyi muamele ve âdetleri haline getirmis olan
Garpli tarihçiler arasinda bulunan Gibbons, zaman zaman gerçekleri teslimden de geri
kalmayarak yakistirmaciliktan vaz geçer. Osmanli Imparatorlugu'nun Kurulusu adli eserinde
Osmanlilar aleyhinde iftira derecesine varacak sekilde ifadeler kullanan Gibbons, Osman
Bey'den bahs ederken su sözleri söylemekten de kendini alamaz: "Osman, etrafini
teshir eden icazkâr bir sahsiyetti. Öyle bir sahsiyet ki, kabiliyetleri itibariyle
kendisi ile rekabet edecek olanlar veya kendisinden üstün olanlar bile maiyetinde seve
seve hizmet ederlerdi. Osman, isinin erbabi adamlari kullanacak kadar büyük bir adamdi.
Orta kirattaki bir çok kimsenin yaptigi gibi, rakiplerini aradan çikarmak ve etrafina
yalniz kendisinden asagi simalari toplamak suretiyle üstünlügünü meydana koymak
ihtiyacini duymazdi. Gerek kendini, gerekse baskalarini inzibat altinda tutmayi bilirdi.
Bir bina kurucu, binasindan belli olur."


Gerçekten, Osman Gazi'nin gerek hak ve hukuk anlayisi,
gerekse insanlari belli bir düzen içinde disiplinli bir sekilde çalistirmasini bilmesi,
onu zamanindaki birçok idareciden daha üstün bir sahsiyet haline getirmisti. Zira bina
kurucu binasindan belli oluyordu. Bu sebeple olsa gerek ki halk, onun idaresindeki
sehirlerin pazarlarinda haksizliga ugrama korkusu olmadan alis verisini yapiyordu. Bu da
ekonomik bakimdan oldugu kadar sosyal ve idarî bakimdan da komsu ve çevre
hükümdarlarin tebeasi bulunanlarin (uyrugunda olanlarin) psikolojik olarak Osman Gazi
ile beyligine sempati ve hatta gipta ile bakmasina sebep oluyordu. Osman Gazi'nin,
çevresindeki bir çok pürüzü ortadan kaldirip hakimiyetini tesis etmesi de bu
anlayisla mümkün olmustur. Nitekim, Osmanlilar hakkindaki ilk Türkçe kaynak olarak
kabul edilen Ahmedî'nin manzum eserinde:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
AyMaRaLCaN
Admin
AyMaRaLCaN


Üyelik tarihi : 11/06/08

Mesaj Sayısı : 12267

Rep Gücü : 29249

Rep Puani : 235


OSMAN GAZI VE BEYLIK Empty
MesajKonu: Geri: OSMAN GAZI VE BEYLIK   OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Nis. 22, 2011 4:41 pm

"Oldi Osman bir ulu gâzi kim ol,

Nereye kim vardiysa buldi yol"

seklindeki ifadesinden de anlasildigi gibi Osman Gazi,
sahsiyeti, anlayisi, hal ve hareketleriyle bütün islerin üstesinden gelmeyi becerebilen
nadir sahsiyetlerdendir. Bunun içindir ki vefat edip idareyi oglu Orhan'a biraktigi
zaman, babasinin kendisine biraktigi topragin dört mislini ogluna birakmistir. 1281'de
Ertugrul Gazi'nin ogluna biraktigi miras 4800 km2'den fazla degildi. Insan, XVI. asirdaki
Osmanli Devleti'ni düsündügü zaman bu rakamin üzerinde heyecanla titremekten kendini
alamaz. Zira bu toprak parçasi, o muazzam devlet için çok basit ve küçük bir
parçadan öteye bir mana tasimaz. Bu topraklar, Bilecik'in Sögüt ve Bozöyük
kazalarini, Kütahya'nin Domaniç kazasini, yani en kuzeyindeki çikintiyi, Eskisehir'den
Yarimca nahiyesini, yani Porsuk ile Sakarya arasindaki kismi, Eskisehir sehrini disarida
birakip sehrin varoslarini yalayacak sekilde ihtiva ediyordu.


Osman Bey'in 1324'te biraktigi miras 16000 km2 olmustur. Stratejik fetihlerin hayatî ehemmiyeti bir yana, bu
rakamdaki dikkate deger nokta, baba mirasinin 43 yil ugrasilarak üç veya üç buçuk
misline çikarilmis olmasidir.


Osman Bey 1291'de Karacahisar'i alip Porsuk'a iyice
güney sirtini dayamis, 1299'da Bilecik, Yarhisar ve Inegöl fethedilmis, 1302'de
Koyunhisar ve 1301'de Yenisehir alinarak Marmara'ya 15, Iznik Gölü'ne 10 km.
yaklasilmistir. 1308'de Lefke (Osmaneli), Gölpazari, Yenipazar, Geyve, Tarakli, Akyazi,
bir müddet sonra da Hendek alinmis, Sakarya'nin bütün dogu kiyilari ele geçirilmistir.
1313'te Inegöl'ün kuzeybatisindaki Akhisar alinarak Inegöl-Yenisehir feth edilerek
Gemlik Körfezi güney kiyilari, Kestel dahil Bursa'nin bütün varoslari Türklere
geçmistir.


Onun siyasî dehasina isaret eden Hammer, isim
benzerliginden yola çikarak Osman Gazi'yi, Allah elçisi Hz. Muhammed'in üçüncü
halifesi Hz. Osman (24-35/644-656)'a benzeterek söyle der:


"Peygamberin üçüncü halifesi olan Osman'dan
beri, Islâm kanunlarina bagli bulunan ülkelerin tahtlari üstünde bu isimle hiç bir
hükümdar söhret kazanmamistir. Bu halifenin, fatih ve kanun koyucu sifaati ile
kazandigi nurlu san ve söhret, yediyüz yil sonra, Osman adinin hatirlattigi gibi
Ertugrul'un oglunda ve onun daha sonraki kusaklarinda yine parlak bir sekilde
gözükecekti."


îleride daha genis bir sekilde temas edilecegi gibi o,
devlet olmanin geregi olan kanunlarin yürürlüge konup uygulanmasinda, o dönem için
devlet erkâni diyebilecegimiz arkadaçlan ile istisare ettikten sonra karara vanyordu.
Nitekim Âsikpasazâde'nin ifadesine göre "Bâc-i bazar" denilen pazar
vergisinin tarhi böyle bir istisareden sonra olmustur. Keza, o dönem ve daha sonraki
asirlarda devrine göre fevkalade ileri bir düsüncenin mahsûlü olan "Dirlik"
sistemi de yine onun tarafindan uygulanmaya konmustu. Toprak sisteminin önemli bir
bölümünü meydana getiren timar, Osmanli toprak rejiminin temelini teskil eder. Zira bu
cemiyette, iktisadî, ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin tamami büyük ölçüde
toprak ekonomisine dayanmaktadir. Toplum hayatinda en küçük vazife sahibinden, devletin
basinda bulunan hükümdara varincaya kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar geçimini
toprak gelirleri ile temin etmekteydiler. Bunun içindir ki Osman Gazi, feth ettigi
yerleri silah arkadaslarina dirlik olarak verirken bununla ilgili bazi kanunlar da koyar.
Nitekim bu konuda Âsikpasazâde'nin ifadesi ile o söyle der:


"Her kime kim bir timar virem âni sebebsiz elinden
almayalar. Ve hem ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa vireler.
Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere varalar tâ ol sefere yarayincaya. Ve her kim
kanun düzse Allah ondan razi olsun. Ve eger neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir
kanun koyacak olursa edenden ve ettirilenlerden Allah Teâlâ razi olmasin". Bu
ifadelerden maddeler halinde su sonuçlari çikarmak mümkündür:


1- Hiç kimsenin timari sebepsiz olarak elinden
alinamaz.


2- Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna
intikal eder.


3- Sayet ogul küçükse, sefere gidecek yasa gelinceye
kadar onun yerine hizmetkârlarinin sefere gitmesi gerekmektedir.

OSMAN BEY'IN SIYASI FAALIYETLERI

Daha önce de temas edildigi gibi, Ertugrul Bey'in
vefatindan sonra, Kayi boyunun idaresini üstlenebilecek kudret ve vasifta görülen Osman
Bey, 23 yaslarinda iken beyligin basina getirilir. Filhakika Osman Bey, babasinin son
günlerinde de beylige vekâlet etmekte idi. Onun, beyligin basina getirilmesi, alti
asirdan daha uzun bir süre yasayacak olan devlete "Osmanli" adinin verilmesine
sebep oldu. Böylece Hammer'in de isaret ettigi gibi Islâm dünyasinda, UI. Halife olan
Hz. Osman'dan sonra bir Osman daha tarih sahnesine çikiyordu.


Beyliginin ilk dönemlerinde Kastamonu Uc beylerinden
Çobanogullari ile irtibati olan ve hatta bir bakima onlara bagli oldugu söylenen Osman
Bey'in, Çobanogullarinin gazâ faaliyetlerini durdurmalari üzerine harekete geçip
gazaya devam ettigi belirtilmektedir.


Osman Bey'in, Uc'larda gazâ faaliyetlerine baslayip
liderligi eline geçirmesi, kudret ve nüfuzunun günden güne artmasina sebep oldu.
Bununla beraber o, babasi Ertugrul Bey'in Rum tekfurlari ile iyi geçinme siyasetine itina
gösteriyor, onlarla dostane münasebetleri devam ettirmek için azamî derecede gayret
sarf ediyordu. Fakat bazi Rum tekfurlari onun güçlenmesinden kusku duyup rahatsiz
olmaktaydi. Bu sebeple "Imdi bunlari bu vilayetten çikarmazsaniz veya kovmazsaniz
ahir (son) pismanlik fayda vermez" gibi sözler söylüyorlardi. Bu tekfurlar içinde
özellikle Inegöl tekfuru, komsu tekfurlara Osman Bey'in ileride kendileri için büyük
bir tehlike olacagini bildiriyor ve Osman Bey'e bagli Türk kabilelerine bir takim
zararlar vermekten geri kalmiyordu. Bunun üzerine Inegöl'ün zaptina karar veren Osman
Bey, bir miktar kuvvet ile kaleyi almak için yola çikar. Inegöl tekfurunun
Ermenibeli'nde pusu kurdugu ögrenilmesine ragmen Osman Bey, pusu kurmus ve gücü bilinen
bu kuvvetli düsman ile çarpismaktan çekinmez. Bu çarpismada Osman Bey'in yegeni ve
kardesi Saru Yatu'nun oglu Bay Koca sehid düser. Bu sehid, muharebe sahasina yakin olan
ve adi geçen yerin alt taraflarinda Hamza Bey köyü arazisinde harap bir kervansaray
yaninda defn edilir. Bu savastan birkaç gün sonra Inegöl'e yakin bir mesafedeki Kolaca
kalesi basildi, ahalisi teslim oldu ve kale zapt edildi. Asikpasazâde'nin ifadesine göre
hicretin 684. (1284) yilinda meydana gelen bu hadise, Osman Gazi'nin ilk fethidir. Bu
olay, Inegöl tekfurunun Karacahisar tekfuru ile ittifakina sebep oldu. Bir müddet sonra
Osman Bey, Domaniç civarinda Inegöl tekfuru ile yeniden karsilasir. Karacahisar
tekfurunu da yanina alan Inegöl tekfuru bu sefer yenilmekten kurtulamadi. Osman Bey, bu
muvaffakiyetten sonra Karacahisar'i feth etti. Bununla beraber Osman Bey'in kardesi San
Yatu da bu savasta sehid düstü(1288). Saru Yatu'nun naasi, Sögüt'e getirilerek orada
babasi Ertugrul'un türbesine defn edildi. Bu muharebe esnasinda Karacahisar beyinin en
genç kardesi Latos (veya Kalanos) da öldürüldü.


Osman Bey, özellikle Karacahisar'in fethinden sonra
siyasî bir sahsiyet kazanmis görünmektedir. Nitekim o, bu basarisindan dolayi Anadolu
Selçuklu Sultani'nin kendisine gönderdigi hâkimiyet (beylik) sembollerini (alamet)
alarak bir sancak beyi durumuna geldi.


Gerçekten, Selçuk hükümdari Giyasu'd-Din Mes'ud,
umumî siyaseti cümlesinden olarak uc beylerini taltif ettigi sirada Osman Bey'e de bir
ferman göndererek ona Sögüd'ü temlik etmis idi. Feridun Bey Münseati'nda
belirtildigine göre Sögüd'ün temlik ve iktasini gösteren ferman 683 (1284) tarihini
tasimaktadir. Keza 688 (1289) tarihini tasiyan ve Kara Balaban Çavus ile gönderilen
ikinci ve daha kapsamli fermana göre artik o, Uc Beyi olmustur. Fermanla birlikte
kendisine tug, alem, kiliç ve gümüs takimli at gibi hediyeler de gönderilmisti. Bu
fermanda Sögüt ve Eskisehir'in ilhaki ile teskil olunan sancaga Osman Sah Bey'in tayin
edildigi ve o siralarda Selçuklu hükümetince alinan mirî vergilerin tamamindan muaf
oldugu bildirilerek söyle deniyordu:


"... Bir sancaklik yer itibariyle saadetimden
müsarünileyhe taklid edüp verdim ve buyurdum ki, sol ki mukteday-i zat-i adalet
simattir mesned-i emânet ve eyalette kemâl-i vekar ve sekine birle temekkün ve karar
eyleyüp... mefhumun siâr ve disar edünüp serr-i zâlimi, mazlumdan def ve ates-i
mezâlimi ruy-i zeminden ref etmesine cidd ve cühd gösterüp... fevaidinden behremend
olmaga çalisip zaman-i hükümette vadi' (alçak) ve serifgani (zengin) ve fakir, alim ve
cahil, karib ve baid (yakin ve uzak) müsafir ve mücavire cümleten yeksan bakup..."


Osman Bey, 691 (1291)'de Eskisehir civarinda bulunan
Karacahisar'i aldiktan sonra Mudurnu taraflarinda bulunan Samsa Çavus ve kardesi Sulamis
ile de görüserek bir plân hazirlar. Buna göre kendisi ile tesrik-i mesai etmis olan
Harmankaya Rum Beyi Köse Mihal da olmak üzere Sakarya vadisindeki Sorkun (veya Sorgun
köyü), Tarakli Yenicesi, Mudurnu ve Göynük taraflarina akinlar yaparlar.


Osman Bey'in, günden güne yeni topraklar elde edip
basari kazanmasi, çevredeki Rum tekfurlarini oldukça tedirgin etmeye baslar. Bu sebeple
bunlar, Osman Bey'i ortadan kaldirma çarelerini aramaya basladilar. Bununla beraber savas
ve çatisma olmaksizin Mudurnu ve Göynük taraflarina yapilan akinlar üzerinden tam yedi
sene geçti. Bu müddet esnasinda Osman Bey, kuvvetlerini iyi bir disiplinle
yetistirmekten geri kalmiyordu. Böylece gün geçtikçe durumunu kuvvetlendiriyordu.
Fakat civarda bulunan Bizans tekfurlarinin da ona karsi olan düsmanliklari artiyordu. O
zamana kadar her sene asiretin kiymetli esyasini kendi kalesinde muhafaza etmekte olan
Bilecik tekfuru bile Osman Bey'in düsmanlari arasina girip onlarin saflari arasinda yer
almisti. Köse Mihal, kizinin dügünü esnasinda bu dügüne davet edilen Rum beylerini
Osman Gazi ile baristirmak istedi ise de bunda muvaffak olamadi. Aksine onlar, Osman
Bey'in dostu olan Köse Mihal'i de kendi taraflarina çekmek istediler. Bu arada da Osman
Bey'e karsi bir suikast plani hazirladilar. Bu suikastin uygulanmasi için Yarhisar
(Yenisehir ile Lefke yani Osmaneli arasinda) tekfurunun kizinin dügünü uygun bir
firsatti.


Bilecik'in, Osman Gazi tarafindan fethi ile
sonuçlanacak olan bu dügünde, zaman, mekan ve uygulama için uygun sartlarin bir araya
gelmesi neticesinde bir suikast plâni hazirlandi. Buna göre Yarhisar tekfurunun kizi ile
evlenecek olan Bilecik tekfuru dügününe Osman Beyi de davet eder. Suikast plâni da bu
esnada gerçeklestirilecektir. Fakat Osman Bey'i dügüne dâvete gelmis olan Harmankaya
Rum Bey'i Mihal, Osman Bey'i durumdan haberdar etmis ve kendisi için hazirlanan suikasti
bütün teferruatiyla ona anlatmisti. Bunun üzerine dâveti kabul eden Osman Bey, karsi
tedbir aldi. Bu gaye ile Osman Bey, dügün hediyesi olarak bir sürü kuzu gönderiyor,
dügünü müteakib bütün kabilenin yaylaya çikmak zorunda bulundugunu ve eskiden beri
oldugu gibi kabilenin bütün kiymetli esyasinin yasli kadinlar vâsitasi ile kaleye
gönderilmesine müsaade edilmesini taleb ediyordu.*
Bilecik tekfuru, güzel bir firsat yakaladigini hesaplayarak buna memnun olmus ve dügün
yeri olarak kararlastirilan Bilecik'e birkaç saat mesafedeki Çakir Pinari denilen yere
gitmisti. Osman Bey ise asiretin agir ve kiymetli esyasi yerine atlara silah yükleyip 40
kadar yigit ve seçkin gaziyi de kadin kiyafetine sokarak Bilecik'e gönderdi. Bu gaziler,
dügün münasebetiyle bos kalip ihmal edilecek olan kaleyi zapt edeceklerdi. Gerçekten
de bu karsi plana göre tam zamaninda hareket edip Bilecik kalesini kolaylikla ele
geçirdiler. Gazilerinin basarisindan haberdar olan Osman Bey de yanindaki diger gazilerle
birlikte Kaldirik (Âsikpasazâde'ye göre "Kildirik" s. 16) Derbendi denilen
yerde dügünden dönen Bilecik tekfuruna pusu kurdu ve onu hezimete ugratti. Bu esnada
tekfur ve maiyeti de dahil olmak üzere dügün halkinin çogu öldürüldü. Osman Bey,
sabaha karsi Yarhisar üzerine yürüdü. Yapilan ani bir baskinla kale kusatilip feth
olundu. Halkin büyük bir kismi da esir alindi. Geline ait esya ganimet olarak alindi.
Daha sonra Bilecik'e dönüldü. Osman Bey, Bilecik ve Yarhisar'in fethinin dogurdugu
saskinlik ve düsmanin psikolojik durumunun bozulmasindan istifade için derhal Turgut
Alp'i bir miktar süvari kuvveti ile Inegöl üzerine gönderdi. Kaleyi kusatma altina
alan Turgut Alp, harp yapmak suretiyle burayi ele geçirmeye muvaffak oldu. Kalenin
tekfuru ile ganimetleri Osman Gazi'ye getirdi. Osman Bey, bu vak'alarda elde edilen
ganimet ile esirlerden, gelin ve ona ait esyanin disinda kalani tamamiyle gazilere
dagitti. Nilüfer adindaki gelini de bu hadiselerde pek çok yararligi görülen oglu
Orhan'la evlenirdi. Bilahere bundan Murad Han Gazi ile Süleyman Pasa dünyaya
geleceklerdir.


Asikpasazâde, Osman Gazi'nin, oglu Orhan'la
evlendirdigi Nilüfer ve dügün hakkinda su bilgileri verir:


"Osman Gazi, onu oglu Orhan Gazi'ye verdi kim
Ülüfer Hatun'dur. (Lolofira, Lülüfer=Nilüfer) Orhan Gazi ol demde yigit olmustu. Ve
bir oglu dahi vardi kim onu göç üzerinde koyup dururdu. Bu dört pare hisarlari yerine
mukarrer ettiler. Elhasil Osman Gazi dügün eyleyip Nilüfer Hatun'u oglu Orhan Gazi'ye
vermek ister. Ve hem öyle etti. Ülüfer (=Nilüfer) Hatun oldur ki, Kaplica kapisina
yakin yerde Bursa hisari dibinde tekyesi var. Nilüfer suyu köprüsünü ol hatun yapti.
Ve o suya Nilüfer deyü ad verdiler. Ve hem Murad Han Gazi ve Süleyman Pasa dahi onun
ogludur. Ikisinin dahi atasi Orhan Gazi'dir. Ol hatun vefat edince Orhan Gazi ile defn
ettiler."


Miladî 1299 senesinde meydana gelen bu üç fetihten
itibaren Osman Bey'in gücü daha ziyade artmisti. O, yeni fetih haberlerini bildirmek ve
alinan ganimetten takdim etmek üzere Anadolu Selçuklu Sultani'na bir adam göndermek
üzereyken, Sultan UI. Alaeddin Keykûbad'in, Ilhanli hükümdari Gazan Han kuvvetleri
tarafindan esir alinip Iran'a götürüldügünü ögrenir. Bu durumda ona hediye
takdimine gerek kalmamis oluyordu. Bununla beraber, müstevli Ilhanli kuvvetlerinin Osman
Bey'in Uc Beyligi'ne zarar verme ihtimaline karsi asiret ve oymagin savunma isine önem
verdi. Bunun için tedbirler aldi. Su kadar var ki, Osman Bey, Selçuklu Sultani UI.
Alaeddin Keykûbad'in yoklugunun meydana getirdigi bassizlik ve serbestlik üzerine, daha
rahat hareket etme imkânini da buldu. Bu sebeple, ipekçilik, dokuma ve demir madenleri
ile meshur olan Bilecik'in merkez olmasi düsünülmeye baslandi. Gerçekten buranin
alinmasi büyük bir basari oldugundan Osman Bey, fetih faaliyetlerine devam etmek üzere
Uc Beyligi merkezini buraya nakl eder. Osman Bey, merkezini buraya nakl etmekle birlikte
Selçuklulara olan bagliligini da devam ettiriyordu. Hoca Saadeddin Efendi, Osman
Gazi'nin, Selçuklulara olan bagliligindan bahs ederken, Selçuklularin, Mogollar
karsisindaki zaafini firsat bilen çevredeki diger bazi beylerin nasil bagimsizlik
sevdalarina düstüklerini anlatarak söyle der: "Selçuklu Devleti, Mogollara
yenilince Selçuklularin parlakligi gitmis (yildizi sönmüs), ülke Mogollarin eline
geçmisti. Selçuk hanedaninin elinde çok az yetki kalmisti. Bu hanedanin, nimetlerle
besledikleri çevredeki beyler, artik onlara boyun egmez hale geldiler. Bunlardan her biri
bagimsizlik sevdasma düserek güçleri yettigince ülkelere sahip olmaya basladilar. Ama
Osman Gazi'nin dostlugu geçici olmayip, bu hakikatsizlerin tuttuklari yola gitmekten
kaçinmis, geçmis hukuku saymis, gücü ve kudreti ölçüsünde Selçuklu topraklarini
korumus, cihad sancagini dikip ülkeler feth etmekle düsman gözünde ürkülecek, savas
meydanlarinda korkulacak bir kisi olmustu."


Firhakika gerek Osman, gerekse ondan sonra gelen
halefleri, öyle manevî bir disipline bagli idiler ki, Selçuklu hatirasini onlarin
bütün hareketlerinde görmek mümkündü. Bu sebeple Selçuklularin tabiî varisi olan
Osmanli Beyligi, çikis ve yükselis devirlerinin dinamizmi içinde yer alan bu terbiye ve
anlayisa aktif bir örnek teskil etmistir. Nitekim Osman Bey, kendisine yurt ve istiklâl
tanimak zorunda bulunan Sultan'a karsi, o, saltanat ve hayattan çekilinceye kadar siyasî
istiklâlini ilân etmemekle, edep ve irfani, sahsî ve nazarî kaliplar halinde
birakmayip devlet bünyesinde de ifade bulan bir anlayis olarak cemiyete mal etmistir.


Gerçekten de Selçuklu Sultani Alaeddin Keykûbad
tarafindan bagimsizlik nisanesi olarak davul, sancak vs. gönderildigi zaman, Osman
Bey'in, çalinan nevbeti ayakta dinlemis olmasi, Osmanlilarda önemli bir gelenek (an'ane)
haline gelerek ikiyüz sene muhafaza edilmistir. Binaenaleyh Osmanli Padisahlari, bes
vakit namaz esnasinda mehterhane çalindigi zaman onu ayakta dinlemislerdir. Bu gelenek
210 sene devam ettikten sonra Fâtih Sultan Mehmed tarafindan kaldirildi.

OSMAN GAZI'NIN BAGIMSIZLIK KAZANMASI

699 (1299) yili gerek Osman Gazi, gerekse genç ve yeni
devlet için birçok bakimdan önemli bir yil olmustu. Fetihler ve meydana gelen bazi
olaylar, Osman Bey'in önemli kararlar almasini gerektiriyordu. Bu bakimdan tarihler onun
bu yilda bagimsizligini ilân ettigini ve artik "Han" olarak halki etrafina
toplayip devlet müesseselerini islettigini anlatirlar.


Osman Bey'in, yürüttügü gaza hareketlerinde büyük
basarilar elde etmesi, Anadolu'nun diger bölgelerindeki gazilerin de gelip etrafinda
toplanmalarina sebep olmustu. Selçuklu Sultani'nin ugradigi agir muamele karsisinda
Selçuklu emir ve askerleri dagilip baska yerlere gitmek zorunda kalmislardi. Bunlardan
büyük bir kismi ve bilhassa kiliç erleri, Bizans'a karsi cihad ve gaza isi ile mesgul
olup onlara galebe çalan Osman Bey'in bulundugu yere yönelerek onun yanina geldiler.
Ayrica Selçuklu ve Beyliklerin topraklarinda göçebe bir hayat yasayip Mogollara tabi
olmak istemeyen Türkmen asiretleri de beyleri ile birlikte Osman Bey'in ülkesinde
yasamaya ragbet ediyorlardi. Beri taraftan Selçuklu devletinin ugradigi zaaftan dolayi
bulunduklari yeri ve hizmetleri terk ederek bassiz kalan bir kisim Selçuklu ümerasi da
kendilerine bir bas ve siginilacak bir yer ariyorlardi. Bunun için de en müsait yer,
Osman Bey'in topraklan idi. Böylece buralarda hizmet ve is imkâni da bulacaklardi. Bu
sebeple onlar da Osman Bey'in çevresinde yavas yavas toplanmaya basladilar. Böylece
hududlardaki Türkmenler ile Mogollardan kaçip Uc'a gelen Türkler, Osman Bey'in
mintikasina gelerek onun daha da kuvvetlenmesine yardimci olmuslardi.


Selçuklu Devleti'nin hududlarinda ortaya çikan Uc
beylikleri ve bilhassa garptakiler, Mogol (Ilhanli) Devleti'nin istilasina maruz kalmaktan
endise ediyor ve Sultan'in esir olarak Iran'a götürülmesinden sonra Selçuklu
Devleti'nin artik sona erdigine kani bulunuyorlardi. Osman Bey'in reislik yaptigi asiret
ve oymaklar, bu durum karsisinda hükümdarligin mesru olarak Kayi Han evladina
düsecegini, bu sebeple Osman Gazi'nin emâret ve riyasete (emirlik ve reislik)
getirilmeye hak kazandigini söylüyorlardi. Nihayet oymak beyleri, Türkmen kabilelerinin
reisleri ve Selçuklu Devleti bölgesinden gelen muhacirler (göçmen) toplanip:


"Mogol istilasi Selçuklu memleketlerinde karar
kilmis ve devam etmektedir. Artik Selçuklu devleti münkarizdir. Düsmanlari kuvvetlidir.
Hâlen Selçuklu Sultanlarindan hiç birisi Ilhanli Devleti'nin elinden mülkü geri
almaga gelmedi. Buna muktedir degillerdir. Bu uc memleketlerin korunmasi ve himayesi ise
kuvvet, kudret, iktidar ve liyakat sahibi bir sultanin istiklâl ile hareket etmesini
zaruri kiliyor, böylece düsmanlarin ve zalimlerin bu taraflara müdahalesi önlenebilir.
Türkmen boy ve kavimleri arasinda haseb ve neseb, iyi ahlâk, secaat ve semahat ile buna
layik olan Osman Bey'dir. O, hem Kayilardan semahat ile buna layik olan Osman Bey'dir. O,
hem Kayilardandir, hem de dindar ve müslümandir" deyip onu basa geçirdiler. Osman
Bey de bu umumi arzuya uydu ve karari kabul etti. Ona baglilik merasimi Oguz han töresine
göre yapildi. Herkes Osman Bey'in önünde diz çöktü. Bu ona itaatin bir delili idi.
Iste Osmanli Devleti'nin istiklâli bu hadise ile (1299) basladi. Bu merasim ile Osman
Bey, fiilen ve hukuken devlet reisi olarak padisah olmustu. Bu durum her tarafa da
böylece bildirilmisti.


Osman Bey, istiklâlini ilandan sonra büyük bir
dikkatle Mogollarin hareketlerini gözetlemeye basladi. Kendisi de dahil olmak üzere
müstakil veya yari müstakil uc beyleri, bagli bulunduklari Selçuklu Sultanligi'nin
hayatina son veren Ilhanli Devleti tarafindan kendileri hakkinda nasil bir hareket takib
edilecegini beklemeye basladilar. Bununla beraber bu zaman zarfinda Osman Gazi'nin, bu
yeni devletinin dinî, hukukî, sosyal ekonomik vs. gibi müesseselerini tanzim etmesi ve
bunun için gerekli tedbirleri almasi tabiî idi. Âsikpasazâde bu konuda söyle der:


"Karacahisar'i alinca sehrin evleri bos kaldi.
Germiyan vilayetinden ve baska yerlerden bir hayli adamlar geldi. Osman Gazi'den evler
istediler. Osman Gazi de verdi. Kisa bir zaman içinde mamur oldu. Birçok kiliseyi de
mescid yaptilar. Pazar da kurdular. Halk toplanip "Cuma namazi kilalim ve bir kadi
isteyelim" dedi. Dursun Fakih denilen aziz bir kisi vardi. O, halka imamlik ederdi.
Durumlarini ona söylediler. O da gelip Osman Gazi'nin kayinatasi Edebali'ya söyledi.
Daha söz bitmeden Osman Gazi geldi. Sorup muradlarini ögrendi. "Size ne lazimsa onu
yapin" dedi. Dursun Fakih "Hanim! Sultan'dan izin gerektir" der. Osman
Gazi: "Bu sehri kendi kilicimla aldim. Bunda Sultan'in ne dahli var ki ondan izin
alayim? Ona sultanlik veren Allah, bana da hanlik verdi. Eger minneti su sancak ise ben
kendim dahi sancak kaldirip kâfirlerle ugrastim. Eger o, ben Selçuk hanedanindanim derse
ben de Gök Alp neslindenim. Eger bu vilayete (ülkeye) ben onlardan önce geldim derse,
Süleymansah dedem de ondan evvel geldi."


Halk razi oldu kadiligi ve hatipligi Dursun Fakih'e
verdi. Cuma hutbesi ilk önce Karacahisar'da okundu. Bunun tarihi hicretin 699 (1300)'unda
vaki oldu.


Nesrî, Osman Gazi'nin istiklâli ve Selçuklu Sultani
Alaeddin'den kendisine gönderilen hükümranlik nisaneleri hakkinda söyle der:


"Hülasa Osman'a davul ve bayrak gelince, o da
ganimet malindan 1/5 (beste bir)'ini ayirarak hadsiz (hesapsiz) hediyeler ve nihayetsiz
armaganlarla (birlikte) Konya'ya giderek, bu sultan U. Alaeddin'le bulusmak, rizasini
alarak veliahdi olmak amacini güttü. Zira, bu Feramürz oglu Alaeddin Keykûbad'in oglu
yoktu. O, Osman'i hemen (hemen) oglu yerinde görerek (ona) davul, bayrak (alem) ve kiliç
göndermisti.


Osman Gazi de Sultan Alaeddin zamaninda her ne kadar bir
nevi istiklâl bulmussa da lakin edebe riayet ederek, hutbeyi ve sikkeyi yine sultan adina
kilmisti.


Sultan Osman, nezdine gitmek hazirliklarini yaptigi
sirada, Sultan Alaeddin'in öteki dünyaya intikal ettigi (öldügü), oglu kalmadigi
için yerine veziri Sâhib'in geçtigi haberi geldi. Osman bunu isitince "hüküm
yüce ve ulu Allah'indir" diyerek derhal buyurdu: Dursun Fakih'i Karacahisar'a hem
kadi hem de hatip yaptilar. Zira bu Dursun Fakih bir aziz kisi idi. Halka imamlik ederdi.
Edebali ile de tanisikligi vardi.


Karacahisar'a da Germiyan'dan ve baska yerlerden hayli
Müslümanlar gelmis, senlenmisti. Osman Gazi adina okunan ilk hutbe, Karacahisar'da
okundu. Bazilari, "Sultan Alaeddin"den davul ve bayrak gelmesi, Bilecik'in feth
edilmesinden nice yillar öncedir. Karacahisar alindigi vakit, Akdemirle gönderdi"
dediler.


Daha önce de temas edildigi gibi Osman Gazi, Selçuklu
sultanina bagli kalmis, onun gönderdigi hükümranlik nisânelerini almakla birlikte ona
karsi saygisizlik mânâsina gelebilecek bir harekete tevessül etmekten kaçinmisti.
Hatta, elde ettigi ganimetlerin beste birini ona göndermekle, onu devletin yegane reisi
olarak tanidigini ve Islâm hukuk anlayisina göre "Beytü'l-mal" hakki olan bu
miktarin, yerine sarf edilmek üzere onun hazinesine göndermisti. Gerçekten, Feridun
Bey'in Münseâtinda da belirtildigi gibi Selçuklu Sultani Alaeddin b. Feramürz'dan
mensurla birlikte kendisine gönderilen davul, sancak, kiliç gibi hükümranlik alhameti
olarak kabul edilen bu esyanin gönderilme tarihi hicretin 688. (M. 1289) senesidir.


Osman Gazi, bagimsizligini (istiklalini) ilân edip
kendisi adina hüküm verecek olan kadi ve yine kendi adina hutbe okuyacak hatib tayin
ettikten sonra, devlet olmanin gerektirecegi yeni kanun, nizam ve sistemleri yürürlüge
koyup yerlestirmek zorunda idi. Bütün bunlarin yapilmasinda çevresindeki arkadaslarinin
görüslerinden de istifade ediyordu. Nitekim Osmanli döneminin ilk vergisi diye kabul
edebilecegimiz bâc ile ilgili kanunu yürürlüge koyarken sadece kendi çevresinin
degil, baska beyliklerin vatandaslarindan olan insanlarin fikir ve uygulamasini da dikkate
almisti. Keza onun hükümranliginin taninmasi da bu sekilde olmustu. Bu konuda en eski
kaynaklardan biri olan Âsikpasazâde söyle der:


"Kadi ve Sübasi konuldu. Halk kanun ister oldu.
Germiyan'dan birisi geldi. "Bu pazarin bâcini (vergisini) bana satin" dedi.
Halk, "Han'a git" diye cevap verdi. O kisi hana varip sözünü söyledi. Osman
Gazi sordu: "Bâc nedir?" Adam dedi ki: "Pazara ne gelse ben ondan para
alirim." Osman Gazi: "Senin bu pazara gelenlerde alacagin mi var ki akça
istersin?" dedi. O adam: "Hânim! Bu töredir. Bütün vilayetlerde vardir ki
padisah olanlar alir" dedi. Osman Gazi: "Tanri mi buyurdu yoksa beyler kendileri
mi yapti?" diye sordu. O adam: "Töredir hânim, ezelden kalmistir." dedi.
Osman gazi çok kizdi: "Bir kisinin kazandigi, baskasinin olur mu? Onun mülkünde
(malinda) benim ne dahlim var ki ondan akça alayim. Bre kisi, var git artik bana bu
sözü söyleme. Sana ziyanim dokunur." dedi.


Bunun üzerine halk dedi ki: "Hânim! Bu, pazar
beylerine âdettir ki, bir nesnecik vereler." Osman Gazi: "Mâdem ki siz öyle
diyorsunuz öyleyse pazara bir yük getirip satan herkes iki akça versin. Satamayan ise
bir sey vermesin. Kim bu kanunu bozarsa Allah onun dinini de dünyasini da bozsun"
dedi.


Görüldügü gibi dönemin ekonomik ve sosyal
sartlarina göre devlet ile idare için önemli bir gelir kaynagi olan ve "Bâc-i
bazar" denilen vergi, bir Germiyanli'nin teklifi üzerine kabul edilmistir. Bu
teklifin kabulünde Osman Gazi'nin yakin arkadaslari da tesirli olmus görünmektedirler.
Osman Gazi'nin uygulamaya koydugu kanunlardan biri de daha önce temas edildigi gibi
timarla ilgilidir. Savasa istirak karsiligi (daha sonra genellikle eskinci timari) olarak
verilen timarlarin sahipleri sefer aninda harbe gitmek zorunda idiler.


Osman Gazi, biraz önce belirtilen kanunlari uygulamaya
koyduktan sonra eskiden beri Oguzlarin âdeti üzere elde edilmis olan yerleri kardes,
ogul ve silah arkadaslarina dirlik olarak verdi. Bu cümleden olarak Karacahisar sancagi
ki ona Inönü derler oglu Orhan Bey'e verdi. Sübasiligini kardesi Gündüz'e verdi.
Yarhisar'i Hasan Alp'a verdi ki bu da yarar bir yoldasti ve kendileri ile birlikte
gelmisti. Inegöl mintikasini Turgut Alp'a verdi. Simdi dahi o azizin adi anilir. Inegöl
yöresinde köyleri var ki ona "Turguteli" derler. Kayin atasi Seyh Edebali'ya
Bilecik ösür ve resimlerini (vergi) verdi. Hanimini Bilecikte babasi ile birlikte
birakti. Kendisi Yenisehir'e giderek gazilere ev yapiverdi.


Bu uygulama ile Seyh Edebali, hem beylik ailesine
nezaret ediyor, hem de Bilecik kalesine hakim oluyordu.


Hoca Saadeddin Efendi, Osman Gazi'nin dirlik olarak
verdigi yerler hakkinda su bilgileri verir:


"Osman Gazi 701 (1301-1302) tarihinde hükmü
altinda bulunan bel-delere keremli çocuklarini ve güzel yaradilisli beylerini tayin
etti. Sultanönü demekle meshur olan Karacahisar sancagini Orhan Gazi'ye verdi.
Eskisehir'i Gündüz Alp'a, Inönü kalesini Aygud Alp'a, Yarhisar'i Hasan Alp'a ve
Inegöl'ü Turgud Alp'a verdi. Ogullarindan yigit Alaeddin Pasa'yi keremli ve faziletli
annesi ile birlikte Bilecik'te Seyh Edebali'nin yaninda biraktigi gibi, bu sehrin gelirini
de seyhin harcamalarina ve çevresindeki fakirlerin ihtiyaçlarina sarf edilmek üzere
ayirdi. Devleti için Yenisehir'i merkez ve adaletin duragi edinerek askerlere konaklar
yaptirip mescid ve hamamlar insa ettirmeye yöneldi."


Görüldügü gibi, Bilecik kalesini ailesinin ikamet
mahalli olarak seçen Osman Gazi, Beyligini bes idare bölgesine ayirdi. Bunlari,
savaslarda yararliliklari görülenler ile güvendigi kimselere tevcih etti. Bu arada
Iznik üzerine yapilabilecek bir harekatin tertip ve tanziminde elverisli bir konumda
bulunan Yenisehir'i de hükümet merkezi olarak seçti.


Gaza faaliyetlerine devam edip ülkesini genisletmek
isteyen Osman Gazi'nin akinlari, bir müddet sonra Köprühisar'a yöneltildi.
Köprühisar'in çevresi yagmalanmakla birlikte kale zapt edilemedi. Içerdekiler mahsur
kaldi. Bu esnada (1302) söyle bir hadiseden bahsedilir: Osman Gazi, fethini lüzumlu
gördügü Köprühisar üzerine hareket etme tesebbüsüne geçecegi ve bu hususta
gaziler ile beylerin de ayni fikirde olmalarina ragmen amcasi Dündar Bey'in, seferin
aleyhinde bulundugu görülür. Dündar Bey, Köprühisar'inin alinmasi bir taraftan
Germiyanogullarinin, öbür taraftan da Rum tekfurlarinin düsmanligini celb edecegini
söyler. Bu görüsünde de israr edip harbe mani olmak ister. Osman Bey, kuvvetleri
arasinda bozgunluk ve tefrika çikarmaya sebep olacak bu hareket karsisinda, rivayete
göre aniden sinirlenerek amcasini okla öldürür. Nesri'nin bu kaydini mubalagali ve
hatali bulanlar, Osman Gazi'nin ihtiyar amcasina karsi böyle bir hareketine mani
bulunamayacagini ileri sürenler de vardir. Nihayet Osman Bey, Yenisehir ovasinda
topladigi kuvvetlerini alarak Köprühisar'a gelir. Halka sulh (harb etmeksizin, baris)
yolu ile teslim olmasini teklif eder. Bu teklifin kabul edilmemesi üzerine muhasara ve
cenk baslar. Osman Bey, fethi çabuklastirmak için askerlerine yagmaya müsaade ettigini
bildirir. Bunun üzerine yapilan kuvvetli bir hücumla kale feth olunur. Çok siddetli bir
çarpisma olmasina ragmen halkin hayatina dokunulmaz.


Daha önce de Osman Bey'in bagimsizlik hareketinden bahs
edilirken temas edildigi gibi bu esnada Ilhanli hükümdari Gazan Mahmud Han, Misir'daki
Memlûk Devleti'ne karsi hareket ile Haleb'e gelmis, bilahare seferin ikmalini
emîrlerinden Çoban Bey'e havale edip Tebriz'e dönmüstü. Fakat Anadolu beylerini de
onun maiyetinde bulunmaya memur etmisti. Ilhanli hükümdarindan gelen bu neviden emirlere
itaat, kendi ülkelerinde yari müstakil ve civardaki Bizanslilar ile harp ve sulh etmek
haklarina sahip Anadolu beyleri için bir vecibe kabul ediliyordu. Osman Bey de
Köprühisar fethinden döndügü zaman bu emri almisti. Bunun üzerine oglu Savci Bey'i
bir miktar askerle gönderdi ise de kisin siddetli ve yollarin kapali olmasindan dolayi bu
askerî birlik geri döndü. Böylece Ilhanli hükümdarinin emri de yerine getirilmis
oldu.


Osman Bey'in, Rum tekfurlarina karsi basari ile
yürüttügü gaza harekati, Anadolu'daki diger gazilerin gelip etrafinda toplanmalarina
sebep oldu. Osman Gazi, 1303 senesinde Yenisehir'den Iznik üzerine hareket etti. Yolu
üzerindeki Marmara'ya gelince buranin tekfuru itaat edip el öptü. Bunun üzerine Osman
Gazi de kendisini yerinde birakti. Halkin evlerine ve mallarina dokunulmadi. Bu savaslarin
sonunda yurduna dönen Osman Gazi, dinlenmek üzere bir müddet bekledikten sonra Iznik
üzerine yürümüstü. Harekattan haberdar olan bazi köylerin halki, Iznik kalesine
siginmisti. Bir taraftan Iznik muhasara edilirken, diger taraftan da akincilar çevre
köylere akinlarda bulunuyordu. Böylece gerek Iznik, gerekse çevresi sikistirilmis
oluyordu. Bununla beraber çok müstahkem ve muhafizlari da kalabalik olan bu mühim
kalenin zapti pek kolay görünmüyordu. Bunun için uzun bir müddet ugrasmak
gerekiyordu. Muhasaranin kaldirilmasina karar verilmekle beraber, Iznik'in devamli sekilde
tazyik ve baski altinda tutulmasini temin maksadiyla güneyindeki dagin etegine bir kale
insa olundu. Içine levazim ve mühimmat konulan bu kalenin dizdarligi Taz Ali adinda gazi
bir yigide havale edildi. Burasi Iznik'in fethinden sonra yikilmis fakat harabesi XVI.
asra kadar ayakta kalmistir.


Osman Bey, Iznik kusatmasindan döndükten sonra bir
müddet hareketsiz kalir. Bunun sebebini Gazan Mahmud Han'in yerine Ilhanli
hükümdarligina geçen Olcaytu Muhammed Hudabende Han'in, Anadolu beylikleri hakkinda
takib edecegi siyasetin gelismesinde aramak lazimdir. Zira o dönemde, Karamanogullari
beyligi Ilhanlilar tarafindan siddetle cezalandirilmisti. Mamafih bu sükûnet hali, Bursa
tekfurunun reisligi altinda bir ittifakin kuruldugunun duyulmasindan sonra bozulacakti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
AyMaRaLCaN
Admin
AyMaRaLCaN


Üyelik tarihi : 11/06/08

Mesaj Sayısı : 12267

Rep Gücü : 29249

Rep Puani : 235


OSMAN GAZI VE BEYLIK Empty
MesajKonu: Geri: OSMAN GAZI VE BEYLIK   OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Nis. 22, 2011 4:43 pm

KOYUNHISARI MUHAREBESI ve SONRASI

Osman Gazi ve beyligi için büyük bir ehemmiyeti haiz
olan Koyunhisari muharebesi, döneminin strateji bakimindan en önemli muharebelerinden
biridir. Bu muharebe, Osman Bey'in Iznik sehrini baski altinda tutmasi üzerine ilk defa
Bizanslilarla karsi karsiya gelmesine de sebep olmustu. Osman Bey ve arkadaslarinin
basarilan, Bizans Imparatoru ile komsu Rum beylerini harekete geçirdi. Bu sebeple 1306
senesinde kendi aralarinda bir toplanti yaptilar. Bu toplantida basta Bursa Rum valisi
olarak Atranos (bugünkü Orhaneli kazasinin merkezi olan Adrianos kasabasi), Kete (Kite,
halen Bursa'da bir köy) Bednos (Mednos, Madenos, Bursa'nin kuzey batisinda bugünkü
Balat köyü) ve Kestel tekfurlan bu toplantida hazir bulunmuslardi. Bursa tekfuru, onlara
uzun bir hitabede bulunarak Osman Gazi ve devletinin kendileri için nasil büyük bir
tehlike oldugunu anlatmakla kalmamis ayni zamanda birbirleri ile nasil yardimlasacaklarini
ve günden güne büyüyen bu tehlikeyi nasil bertaraf edeceklerini de bildirmisti. Buna
göre tekfurlar büyük kuvvetler toplayarak ani bir baskinla bu tehlikeyi ortadan
kaldirmaya karar verdiler. Bu arada Bizans'tan da Muzalon komutasinda iki bin kadar
yardimci bir kuvvet geldi. Osman Gazi, casuslari vasitasiyla beyligi aleyhine düsünülen
bu baskindan zamaninda haberdar oldu. Bu yüzden kuvveti sayica çok az olmasina (bes bin
civari) ragmen bu müttefik orduyu Koyunhisari (Izmit'in Kuzey Dogusunda eski bir kale
Baphaeon) mevkiinde karsilamaya karar verdi. Az ve fakat çevik bir kuvvetle hazir
bekleyen Osman Bey, muharebeye girmekten çekinmedi. Bu muharebede iki taraf ta çok
zayiat verdi.


Tarihçi Hoca Saadeddin Efendi bu siddetli çarpismayi
söyle tasvir eder:


"Kirilasica düsman edince cûs u hurûs Saflar
kaynayip deniz misali eyledi cûs"


"Yigitlerin oklari, güzellerin gözleri gibi
fitneler saçmaya, Osmanlinin keskin kilici asiklarin kirpikleri gibi kanlar dökmele,
ugursuz düsmanin kelleleri boru ve davul nagmeleri ile oynamaya baslayinca, kan deryasina
gömülen kara kafalarinda yuva kuran fesad tohumlari, bozdoganlarin vuruslari altinda
kirilmis, Islâm ordusu yeni bir basari ve zafer kazanmisti." Gerçekten çok çetin
geçen bu savasta, Osman Gazi'nin yegeni ve Gündüz Bey'in oglu Aydogdu sehid oldu. Gerek
bu vak'a gerekse Osman Bey'in kuvvetlerinin azligi, Osmanli kuvvetlerinin duraklamasina
sebep olduysa da bizzat Osman Bey'in ileri atilip orduyu tesyi etmesi sonucunda düsman
geri çekilme zorunda kaldi. Maglubiyeti kabul edip çekilen düsman ordusu, takib edildi.
Bu takib, Dinboz (Sogukpinar Nahiyesine bagli bir köy)'a kadar sürdü. Burada yeniden
siddetli bir çarpisma meydana geldi. Kestel ve Bednos tekfurlari burada maktul
düstüler. Böylece Bizans tarafindan da desteklenen birlesik ordu maglub oldu. Bursa ve
Adrenos tekfurlari kendi kalelerine çekildiler. Kite tekfuru ise Ulubat tekfuruna
sigindi. Osman Bey kuvvetlerinin, bu tekfura karsi büyük bir kin ve hinçlari vardi. Bu
sebeple onu takib ederek Ulubat tekfurundan teslimini istediler. Tekfur, kale halkinin
istek ve israrlarina dayanamayarak bir sartla onu teslim edebilecegini söyler. Buna göre
Osmanli kuvvetleri Ulubat nehri köprüsünden geçmeyeceklerdi. Gerçekten de gerek Osman
Bey'in hayatinda, gerekse onun halefleri zamaninda bu söz tutularak adi geçen köprüden
geçilmedi. Ancak gerektigi zaman nehrin denize döküldügü yerden kayiklar ile karsi
tarafa geçerlerdi. Böylece Kite beyinin öldürülmesi ile bura ve Kestel de Osman
Bey'in beyligine katilmis oldu. Bu muvaffakiyet, Osman Bey'in çevresinde hatiri sayilir
bir Bey haline gelmesine sebep oldugu gibi düsmanlarinin da kendisinden çekinmesine
sebep olmustu. Bu esnada Ulubat Gölü'ndeki Alyos Adasi Aygut Alp oglu Kara Ali Bey
tarafindan sulh yolu ile feth olunmustu. Adanin içinde büyük bir kilise bulunuyordu. Bu
kilisenin rahibi, halk arasinda çok söhretli bir kimse kabul edildiginden evi kutsal bir
mekân olarak ziyaret ediliyordu. Kara Ali, bu rahibi ailesi ile birlikte Osman Gazi'nin
huzuruna getirdi. Osman Gazi, rahibin güzel kizini Kara Ali ile evlendirdi.


Koyunhisari muharebesi sonucunda, Bursa'nin kuzey tarafi
hariç olmak üzere üç taraftan yolu kesilip tek basina ve yalniz birakildi. Bununla
beraber, kuvvetli bir savunmaya sahip olan Bursa'ya deniz yolu ile Bizans'tan yardim
malzemesi gelmeye devam ediyordu. Osman Bey kuvvetleri, Bursa önüne kadar akin
yapiyorlarsa da uzun müddet devam edecek bir muhasarada bulunamiyorlardi. Bununla beraber
artik Izmit yolu da Osmanlilara açilmis bulunuyordu.


Bir taraftan Osman Bey'e bagli kuvvetlerin faaliyetleri,
diger taraftan öteki uclardaki Türk beylerinin Bizans kale ve topraklarina olan
hücumlari sonucunda kazandiklari basarilarindan telasa düsen Bizans Imparatoru Ikinci
Andronikos, kizkardesi prenses Maria'yi Ilhanli hükümdarina vererek Mogollarin
yardimlarini kazanmak istiyordu. Bu sayede Osmanli tehlikesinden kurtulmus olacakti. Her
ne kadar Ilhanli hükümdari, Türkleri tehdide tesebbüs etmis ise de bunun pek fazla
müsbet bir neticesi görülmedi. Zira Ilhanlilar bu sirada hem içerde mesgul hem de
hariçte Memlûk sultani ile mücadele halinde bulunduklarindan uclardaki harekâta
bakacak durumda degillerdi. Bunun için Osman Bey, faaliyetlerine devam ederek Iznik ile
Izmit yolu üzerinde olup Iznik'in en mühim karakolunu teskil eden ve Türkler tarafindan
Karahisar denilen Trikokiya (Karahisar)'yi aldi. Temmuz 1308'de gerçeklesen bu fetih
sayesinde Osman Bey, Iznik'i sikistirmaya basladi.


Bizans Imparatorunun, güçlü bir sekilde ortaya çikan
bu yeni hareket karsisindaki tavri ile ilgili olarak Gökbilgin de söyle demektedir:
"Bizans Imparatoru, Türk fütûhatindan kurtarilmasi için daha önce Mahmud Gazan
Han'a nisanladigi hemsiresi (kizkardesi) Maria (Meryem)'yi, bu defa da Ocaytu Muhammed
Hudabende Han'a nisanlamis idi. Bu sihriyetten (akrabalik) memnun olan Ilhanli
hükümdari, büyükçe bir orduyu (Uzunçarsili, Le Beau, XXIII. 105. fasil 53'ten naklen
bu ordunun otuz bin kisilik bir kuvvet oldugunu belirtir.) seferber ederek, Bizans'a
yardima gönderecek oldu. Bu ordu, tasavvura göre hem Osman Gazi'ye karsi, hem de Bati
Anadolu'daki Türk beyleri tarafindan sikistirilip muhasara altina alinan Efes, Tire ve
Salihli gibi Bizans sehir ve kalelerini kurtarmak vazifesi ile görevlendirilmisti. Fakat
daha önce bu konuda uc beylerine yapilan ikaz ve ihtarlar herhangi bir fayda saglamadigi
gibi, bu defa da prenses Maria'nin, Mogol yardiminin bir an önce gelmesi için Iznik'e
gelerek, Osman Bey'e müstakbel esi Ilhanli hükümdarinin kirk bin kisi ile hududa dogru
ilerledigi seklinde haber göndermesi de bir sonuç vermedi. Bati Anadolu'daki sehir ve
kaleler, birer birer Türklerin eline geçiyordu. Maria'nin, tehdidini bilhassa Osman
Gazi'ye tevcih etmesi, bu taraftaki akinlarin siddetinden ve bu yerlerin de imparatorluk
merkezine çok yakin olmasindan ileri geliyordu. Osman Bey ise bu kadinin kullandigi
magrurane tavir ve lisandan hiç ürkmüyor, bilakis daha cür'etli hareket etmeye
basliyordu. Bu sebeple Bizans topraklarina akinlar siklastirildi. Köyler yagmalanip
birçok esir alindi."


Osman Gazi, bütün bu basarilarindan sonra biraz
dinlenmeye ve halkinin idaresi ile daha iyi mesgul olmaya baslamak için Yenisehir'e
dönmüstü (1310). Aradan bir iki sene geçti. Bu zaman zarfinda bir devlete yarasir
sekilde düzen kurulup egemenlik saglamlastiriliyordu. Bundan sonra zafer kazanmaya ve
galip gelmeye alisik olan gaziler 713 (1313) senesinde bir araya toplanip Osman Bey'e
hitaben: "Ey Gazi Han, Allah'a hamd ve minnet olsun, kâfir maglub oldu. Simdiden
sonra, vakit kaybederek bos oturmak size reva degildir. Gaza ile mesgul olmak gerek"
dediler. Bu tesvik üzerine Osman Bey: "Evvela Köse Mihal'i davet edelim, Islâm'i
kabul etsin, eger müslüman olursa ne alâ, her nereye derseniz gidelim, eger o
Müslüman olmazsa evvela onun memleketi Harmankaya'yi çevresi ile birlikte talan
edelim" dedi. Bu karardan sonra hemen Köse Mihal'e haber göndererek "Hemen
gelesin, büyük seferimiz vardir, bütün gaziler hazirdir, seni bekliyoruz" dedi.


Köse Mihal, bu haberi alir almaz hazirliklarini
tamamlayip süratle geldi. Osman Gazi huzurunda hazir oldu. El öptükten sonra Osman
Gazi'ye kalbinin bütün samimiligi ile: "Bana iman arzet, Müslüman olayim"
dedi. Böylece Köse Mihal, Osman Gazi'nin önünde Müslüman oldu. Bütün beyler ve
pasalar bu ihtidaya sevindiler.


O zamana kadar Osman Bey'le yaptigi ittifaktan
ayrilmayan, gerektigi sekilde sadakat ve feragat gösteren Köse Mihal, artik Abdullah
Mihal olmustu. Osman Bey, ona agir (kiymetli ve pahali) bir hil'at verdi. Ona karsi olan
sevgi ve muhabbeti bir kat daha artti. Oglunu da hizmetine aldi. Daha önce idare ettigi
yerleri tekrar ona birakarak kendisine bir sancak verdi. Köse Mihal'e sancak verilmesi,
vaktiyle Selçuklu sultaninin Osman Gazi'ye göndermis oldugu sancaga bir nazire gibi idi.
Böylece kendisi hükümdar, Köse Mihal de maiyyeti beylerinden biri telakki edebilecek
bir muameleye tabi tutuluyordu. Böyle bir hareket, Osman Bey tarafindan ilk defa
yapiliyordu.


Osman Bey, bundan sonra Germiyanogluna karsi müdafaa ve
muhafaza etmek üzere, oglu Orhan Bey'i Saltuk Alp ile birlikte Karacahisar'a gönderdi.
Öbür oglu ise daha önce belirtildigi gibi anasi ile birlikte Bilecik'te idi.


Osman Bey, Germiyan'dan gelebilecek tehlikeye karsi
tedbir aldiktan sonra kilavuzlukta kullandigi Köse Mihal'in delâleti ile Hakk'a
(Allah'a) siginarak Leblebici Hisari (Lubluce) denilen ve Ulu Dag'in eteginde bulunan
Cubuclea kalesi tarafina akina basladi. Buradaki tekfur, Osman Bey'i karsilamaya çikarak
itaat ettigini bildirdi. Bunun üzerine Osman Bey, onu yerinde birakti. Ayrica tekfurun
ricasi üzerine ogullarinda birini yanina aldi. Bundan sonra harekât, Lefke (Osmaneli)
irmagi vadisine intikal ettirildi. Bu harekatin sonunda Lefke ve Mekece hisarlarinin
tekfurlari da itaat arz ettiler. Böylece onlar da daha önceki imtiyaza sahib oldular.
Yerlerinde birakildiklari gibi mülk ve arazileri de hasardan korunmus oldu. Yeni feth
edilen bu yerler hakkinda bilgisi olan Samsa Çavus, bu tekfurlarin itaatlerinin kerhen
(zorla) oldugunu, firsat bulduklarinda bunlarin tekrar Bizans hakimiyetini kabul
edebileceklerinin uzak bir ihtimal olmadigini belirterek:


"Olamaya ki, cemaat kendi milletlerine rücu'
göstereler" diye düsüncesini açiklayarak buralarin kendisine verilmesini istemis
ise de Osman Bey, bu adamlarin mülk ve memleketlerinden tamamen mahrum edilemeyecegini,
bu yüzden yerlerinde birakilmalari gerektigini ifade ile Samsa Çavus'a vermemistir.
Bununla beraber Samsa Çavus'un sözünü de pek yabana atmayarak ona da Yenisehir suyunun
Sakarya nehrine döküldügü yerde ve bu irmak kenarindaki küçük bir hisari (Hisarcik)
temlik etti. Böylece Samsa Çavus, tekfurlarin harekatini gözetlemeye memur edildi. Bu
köy, halen Osmaneli köylerinden biri olarak bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde
Osmanli Devleti teskilatinda ve bilhassa saray vazifelileri arasinda rol oynayan
"çavus" tabiri ve rütbesi ilk defa bu gazi tarafindan tasinmistir. Osman
Bey'in gazileri bundan sonra Geyve Akhisari tarafina hareket ettiler. Bu kalenin tekfuru,
birkaç bin süvari ile karsilik verdiginden siddetli bir harp oldu. Maglup olan tekfur
önce kaleye çekildi, fakat kalenin sikistirilmasi üzerine müdafaa edemeyecegini
anlayinca sarp bir kaya üzerinde bulunan Karacebesi hisarina kaçti. Akhisar ise
gazilerin eline geçti. Daha sonra da Geyve üzerine varildi. Gazilerin hareketini haber
alan tekfur, kaleyi bosaltarak halkini da yanina almis olarak Kuru Dere denilen müstahkem
bir vadiye gitmisti. Burasi sarp ve geçilmesi zor bir derbende sahipti. Gaziler, kisa bir
zamanda burayi da feth ettiler. Tekfurunu yakaladilar. Bol ganimet elde ettiler. Osman
Bey, burada bir aydan daha fazla bir müddet kalarak o memlekete eman ve emniyet
gösterdi. Köylerini de gazilere timar olarak verdi. Bu arada Geyve'ye bagli bulunan
Tekür pinari denilen çetin ve metin kalenin de zapti gerekiyordu. Fakat bir aydan daha
uzun bir süre seferde bulunan Osman Bey'in, hükümet merkezine dönmesini gerektiren
acil ve önemli bir hadise zuhur etti. Bu yüzden Tekür pinarinin alinmasi Aykut Alp'in
oglu Kara Ali'ye birakildi. Osman Bey ise Yenisehir'e döndü. Osman Bey'in, Yenisehir'e
dönmesini gerektiren olay, Ilhanli hükümdari Olcaytu Muhammed Hudabende tarafindan,
Çoban Bey idaresinde büyük bir ordunun Anadolu'ya sevkedildigi hakkinda alinan haberdi.
Bu ordunun kime ne zaman taarruz edecegi bilinmediginden zamaninda tedbir almak
gerekiyordu. Bu arada Kara Ali çok kisa bir zamanda Tekür pinanni aldi. Bu kale ve
civarindan birçok ganimetler elde ederek Osman Gazi'ye gönderdi. Bu hizmetine mükafat
olarak da Kara Ali'ye Tekür pinari ve çevresi timar olarak verildi.


Osman Bey, Sakarya vadisinde ve Marmara havzasinda bazi
mevkileri ele geçirirken, basta Bursa olmak üzere Iznik ve Izmit'in zaptini da hedefleri
arasinda sayiyordu. On seneden fazla sürecek olan Bursa kusatmasinin baslangicinin 1314
yili oldugu anlasilmaktadir.


Osman Bey, 1314 yilinda gaziler ile Bursa üzerine
yürür. Kalenin kapilarindan birini kendine karargah olarak seçer. Bu Bizans kalesinin
metinligi, sarpligi ve nüfusu ile muhafizlarinin çoklugu eskiden beri biliniyordu. Kale
tekfuru, Osman Bey ile yaptigi meydan savaslarinda maglub oldugu için kaleye çekilmisti.
Osman Gazi tarafindan yapilan askerî ve istisarî bir toplantida Bursa kalesinin hücum
ile zaptedilemeyecegi kanaatine varildi. Osman Gazi "Buna sabir gerektir"
diyerek kale üzerine havale (kontrol altinda bulundurmak için) yapilmasini emr eder.
Bunun için iki hisar yapildi. Bunlardan biri kaplicalar tarafinda, digeri de yukari dag
tarafina bakiyordu. Birincisi Osman Bey'in yegeni Ak Timur'un, ikincisi de Balabancik
adindaki kölesinin dizdarligi altinda idi. Osman Bey, insaatlarini bir yilda bitirdigi bu
hisarlarin yapilmasi esnasinda etrafa akinlar tertib ettirdi. Her tarafi vurdurdu. Bu
esnada düsman kaleden çikamiyordu. Hatta Asikpasazâde'nin ifadesine göre "kâfir,
hisardan tasra parmagin çikaramazdi."


Bu hisarlarin insa edilmesinden sonra Yenisehir'e dönen
Osman Gazi'nin bu yigit komutanlari, Bursa'nin fethine kadar on seneden fazla bir müddet
burada kaldilar. Komutalari altindaki elliser cengaverle sehre disardan yardim ve erzak
sokmamak, içeriden çikacaklara mani olmak ve böylece Bursa'yi devamli bir sekilde baski
altinda bulundurmak vazifesi ile mevkilerinde sebat ettiler. Bu esnada birçok köylü,
Bursa'ya siginmaktansa Osman Bey'e tabi olmayi tercih ediyor ve onlarin himayesinden
faydalaniyordu. Osman Bey, aldigi yerlerin mahsul ve gelirlerini beylik için
(beytu'l-mal, hazine) zapt ediyor, köy ve nahiyeleri de timar olarak gazilere
dagitiyordu.


îlhanli Devleti, Anadolu Selçuklu ülkesine hakim
oldugu zaman, Anadolu'ya birçok asiret gelmisti. Bunlardan bir kismi da Germiyanlilarin
hakim bulundugu Germiyan ili mintikasina yerlesmisti. Bunlardan biri de Osmanli
kaynaklarinda "Çavdarlu, Çavdaroglu", Bizans kaynaklarinda ise
"Tohar" seklinde geçen Çavdar asireti idi. Bu asiret, Çavdaroglu diye bilinen
bir reisin idaresinde idi. Asiret, Osman Bey'in ülkesinin hududunda konar göçer bir
halde yasiyordu. Bunlar, diger bazi göçer asiretler gibi firsat buldukça "yel gibi
eser, sel gibi yol keser" ve ansizin köy basarlardi. Germiyanogullari
ile Osman Bey'in gazileri ve halki arasinda bu siralarda mevcud olan sogukluk ve
geçimsizligin baslica sebebi de bu idi.


Kaynaklar, Osmanlilar ile Çavdarli asireti arasinda
meydana gelen bir hadiseyi söyle nakl ederler:


"Osman Gazi, Lefke kazasina gittiginde,
Germiyan'dan Çavdar Tatari, Karacahisar pazarina hücum edip basmisti. Bunlar, bununla da
kalmayarak pazari da yagmalamisti. Bu esnada Eskisehir'de at nallatmakta olan Orhan
Gazi'ye haber gönderilmis. Bu haberi alan Osmanli yigitleri, derhal Orhan'in yanina gelip
toplanirlar. Orhan, süratle yola koyulup Çavdar Tatarina yetismek ister. Daglar
arasinda, Oynashisari denilen harabe bir hisarin yaninda onlara yetisir. Onlara göz
açtirmayan Orhan, aldiklarini tamamiyle biraktirdigi gibi onlardan bir kismini da
yakalatip Karacahisar'a getirdi. Yakalananlar arasinda Çavdar Tatari'nin oglu da vardi.
Orhan, babasi gelinceye kadar bunlari sakladi. Osman Gazi gelince Çavdar oglunu
getirdiler. Osman Gazi "Ogul, bu zâlim, komsudur. Hem de Müslümandir, öldürmek
olmaz. Beyleriyle birlikte bunlara da and verelim ve onlari serbest birakalim, varsin
memleketlerine dönsünler" dedi. Öyle de yaptilar. o zamandan tâ Yildirim zamanina
kadar düsmanlik olmadi. Simdi dahi onlardan kalanlara Çavdarli denmektedir.


Görüldügü gibi Germiyan taraflarindan gelip
kendisini rahatsiz eden, pazarini basan ve oradaki mallara el koyan Çavdar Tatari'na
karsi Osman Gazi, gayet yumusak davranmistir. Gerek komsuluk hakki, gerekse müslüman
olmasindan dolayi onu öldürmemis, sadece bir daha böyle bir harekete girismeyecegine
dair kendisinden söz almakla yetinmisti. Bununla beraber tedbiri de elden
birakmamaktaydi. Caydirici olmasi bakimindan kendisi orada bulunacak, gazaya, oglu Orhan'i
gönderecektir. Gönderirken de Çavdarli Tatari hakkinda söyle diyecektir: "Ogul
Orhan, her ne kadar bu Tatarla ahd edip, and vererek gönderdik ise de, bu Tatar and tutar
taife olmaz. Ben burada oturayim. Bu defa var sen gaza et. Hak Teâlâ'nin sana zafer
vermesi ümid olunur."


Babasinin, Orhan'i kendi basina sefere göndermesi, ona
olan güveninin bir ifadesi idi. Bundan böyle Bizans'a karsi olan fütuhatlarda o,
komutan olarak tayin ediliyor, maiyetine de Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Konur Alp ve
Köse Mihal gibi ünlü gaziler veriliyordu.

ORHAN GAZI'NIN KOMUTANLIGI

Biraz önce temas edildigi gibi, Orhan Gazi,
Germiyan'dan gelip Karacahisar pazarini yagmalayan Çavdaroglu'nun pesine düsmüs,
Oynashisari denilen yerde onu maglup ederek perisan etmisti. Hatta onu esir alarak
babasina götürmüstü. Bu muvaffakiyet, Osman Gazi'nin itimad edip güvendigi genç oglu
Orhan için idarecilik ve komutanlik kapisinin aralanmasina sebep olmustu. Bu yüzden,
Osman Gazi tarafindan harp idare ve sevkini ögrenmek böylece tecrübe kazanmak üzere
Sakarya nehri ile Karadeniz arasindaki yerlerin feth edilmesi görevi ona verildi. Bununla
beraber, Osman Gazi, henüz toy bir delikanli denebilecek oglunun yanina yirmi senelik bir
sadakat ve baglilik ile güvenilirlikleri isbatlanmis olmakla bitmeyen ayrica harb ile
tecrübe edilmis en cesaretli silah arkadaslarindan dördünü de onun komutasinda
gönderdi. Bunlar: Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ile daha önce Müslüman olmus
olan Köse Mihal idi.


Kaynaklarimiz bu konuda su bilgileri vermektedirler:

"Bir gün Osman Gazi dedi ki: "Ogul Orhan, bu
Tatara gerçi and verdik. Ancak bunlarin Tatarligi gitmez. Gel, sen bu gazilerle Kara
Çebis ve Kara Tekin'e var. Allah, sana basari verir diye umarim."


Orhan Gazi: "Hanim! Her ne buyurursan kabul
ederim." dedi. Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal'i yarar
yoldastir diye Orhan Gazi'nin yanina verdi. "Gaziler! Ha göreyim sizi ki din yolunda
nasil davranirsiniz" dedi. Orhan Gazi'nin yalniz basina gittigi ilk gazasi budur.


Orhan, babasinin duasini aldi. Himmet kilicini kusandi.
Gaza niyeti ile sefere çikti. Dogruca Kara Çebis'e yürüdü ki, Osman Gazi dahi oraya
(önceden) gitmisti. Hisara varmaya bir konaklik mesafe kalmisti. Orada gazileri üç
bölük (kisim) ettiler. Bir bölügü vardi hisarin üstüne yürüdü ki, Orhan onlarla
beraberdi. Bir bölügü geceleyin hisarin ötesine geçti. Bir bölügü de hisarin
yaninda bir dereye girdi.


Orhan Gazi, bir kaç gün hisar önünde savasti. Savas
ederken kendilerini sarsilmis gibi gösterip kaçtilar. Bunun üzerine kâfirler Türkler
kaçti deyip hisar önüne çiktilar. Bir Türk buldular. Tutup tekfura götürdüler.
Tekfur "daha baska Türk var mi" diye sordu. O da "yoktur hepsi bu
kaçanlardir" diye cevap verdi. Tekfur bu sözü isitince çok sevindi. Gözcüler
gönderdi. Hiç Türk görmediler. Hisar kapisini açti. "Varalim, Türklerin ardini
basalim" dedi. "Türkleri dereden çikartmayalim" dedi. Hemen atina binip
sürdü.


O esnada yan tarafta gizlenmis olan Türkler, hisar
kapisini tuttular. Yukaridaki Türkler de gözüktü. Bunu gören tekfur "Hey daha
Türk varmis" deyip döndü. Fakat hisar önünde duran Türkler ile karsilasti.
Gaziler onu yakalayip hisari feth ettiler. Malini da gazilere bölüstürdüler.
Sipahisini çikarip hisari saglamlastirdilar.


Bu hisarin asagi tarafinda Ap Suyu (Ebe Suyu) denen bir
hisar daha vardi. Tekfuru alip oraya getirdiler. Onu da ahd ile aldilar. Bu iki hisara el
koydular. Konur Alp'a Kara Çebisi, Akça Koca'ya da Ap Suyu'nu verdiler.


Orhan Gazi, bu tekfuru ordusu ile birlikte Akhisar'a
getirdi. Halka emniyet ve eman verdi, kâfileri yerli yerinde birakti. Ama Konur Alp,
zaman zaman çikip Akyazi'ya hücum ederdi. Akça Koca da Ayan Gölü (Sapanca Gölü)'nun
suyunun aktigi yerde Bes Köprü'de bir bogazcik vardi orayi durak edindi (üs olarak
kullandi). Oradan orman arasinda olan yere hücum ederdi. Elhasil Orhan Gazi bu ucu
saglamlastirdi. Kâfirleri de babasi Osman'a gönderdi. Kendisi Kara Tekin üzerine
yürüdü. Hisarin beyine haber gönderdi ki: "Bu hisari bana ver, seni yine hisarda
birakayim. Ad benim olsun. Benim istek ve hedefim Iznik'tir" dedi. Kâfir bu sözü
isitince hayli gücüne gitti, kaleyi vermedi. Bunun üzerine Orhan Gazi: "Gaziler!
Islâm gayretidir. Yürümek gerek ki, bu hisari yagma edelim" diyerek kalenin yagma
edilmesini emr etti.


Gaziler, derhal kalenin kapisini kirarak yagmaladilar,
tekfuru yakalayip öldürdüler. Orhan Gazi, tekfurun kizini büyük bir ganimetle
birlikte babasina gönderdi. Orhan, alinan esirleri, gazilerden tekrar satin aldi. Onlari
ahd ve emânla hisara yerlestirdi. Samsa Çavus'u da hisara birakarak Yenisehir'de bulunan
babasi Osman'in yanina döndü.


Bundan sonra Kara Çebis'teki Konur Alp'a ve Kara
Tekin'deki Samsa Çavus'a Iznik'e havale gibi olsunlar (kontrol altinda tutsunlar) diye
adam gönderdiler. (Onlar) zaman zaman gidip Iznik'in bahçelerini harab ederlerdi.
Böylece Iznik'e rahatlik vermezlerdi. Bir taraftan Konur Alp Akyazi ile, diger taraftan
da Akça Koca Izmit ile mesgul oldular. Bu uclar son derece isler oldu. Söyle ki, gaziler
gece ve gündüz at sirtindan inmeyerek fetihlerden fetihlere kostular. Konur Alp,
Akyazi'da Tuz Pazarini aldi. Uzuncabel'de bulusarak iki gün iki gece kaldi. Kâfiri
döndürerek yine Tuz Pazarina geldi. Akça Koca da Akdemir'le birlikte Akova'ya hücum
etti. Gazi Abdurrahman da Istanbul tarafindaki il'e hücum ederdi. Bunun üzerine
Istanbul'dan kâfir seçerek, gazilere karsi gönderirlerdi. Gazi Abdurrahman da
Istanbul'dan gelen kâfirleri kirardi. Her vakit bu hâl ile durusurlardi, vurusurlardi.
Islâmiyet için can ve bas (ile) oynarlardi. Böylece Sakarya ile Karadeniz ve Sapanca
Gölü sahasindaki bazi kalelerin zapti basarilmis oldu. Miladî takvimlerin 1318 senesini
gösterdigi bu zaman diliminde Akça Koca, bilahare kendi adi (Koca Ili, Kocaeli) ile
anilacak olan Sakarya Nehri'nin batisindan Izmit kalesine kadar olan yerleri feth etti. Bu
yüzden, hakli olarak bu bölge onun adi ile adlandirilmistir.


Bütün bu olaylardan sonra Bizans Imparatorlugu,
hududlarinin en önemli noktasi olan Iznik'in yavas yavas ve adim adim, hasimlari olan
Osmanlilar tarafindan muhasara altina alindigini görmüs oluyordu.


Gibbons'un: "Osman, cihanin bildigi en büyük
imparatorluklardan birinin, vahsi Asya kani ile en eski ve en yeni Avrupa unsurunu
kaynastirmis olan tarihteki yegane milletin ve alti asir inkitaa ugramaksizin
(kesilmeksizin) erkekler vasitasiyle devam etmekle temayüz eden bir hanedanin
müessisidir" dedigi Osman Gazi, artik ihtiyarlayip yorulmustu. Bu arada Romatizmadan
da muzdaripti. Bu sebeple 1320 tarihinden itibaren oglu Orhan Bey'i kendisine vekil tayin
etmis oldugu söylenebilir. Bununla beraber, islerin daha iyi idare edilebilmesi için
kanun, nizam ve töreler vaz' edilmesi ile mesgul oldugu, basit bir sekilde de olsa divan
toplayarak istisarelerde bulundugu muhakkaktir. Bir yandan, uc beyliginden müstakil bir
devlet haline geçiste ortaya çikan islerin görülmesi ve memleketin mütemadiyen
genislemesi için gereken tedbirler alinirken, diger taraftan da müslüman ve hiristiyan
tebeanin asayis ve huzurunun bir kat daha artmasina dikkat gösterilmekte idi.


Bilindigi gibi Osman Gazi, teskilât ve müesseseler
mevzuunda Selçuklulari kendine örnek almisti. Bu sebepledir ki, daha önce de
belirtildigi gibi Bizans hududunda üç aded uc bölge ihdas etmisti. Bunlarin basina da
ümerâdan ve gazilerden Konur Alp, Akça Koca ve Samsa Çavus'u tayin etmisti. Bunlardan
ilki yani Konur Alp, memleketin en kuzeyinden Karadeniz'e kadar olan yerlere, ikincisi
yani Akça Koca, Izmit, (Nikomedia), üçüncüsü olan Samsa Çavus ise Iznik (Nicea)'e
müteveccih idi.

OSMAN BEY'IN ÖLÜMÜ

Tarihî kaynaklar, Osman Gazi'nin 1320 tarihinden
itibaren faal hayattan çekildigini ve idareyi oglu Orhan'a biraktigini kayd ederler.
Yakalandigi Nikris hastaligi yüzünden fiilen harblere istirak edemeyen Osman Bey, asker
gazileri ve ümerayi Yenisehir ovasinda toplayarak herkesin huzurunda Bursa'nin fethi isi
ile Orhan Bey'i görevlendirdi. Onun maiyetine de Köse Mihal, Turgud Alp, Seyh Mahmud
Gazi, Seyh Edebali ve kardesi Ahi Semseddin'in oglu Ahi Hasan'i tayin etti. Fakat daha
önce, vaktiyle kardesinin oglu Aydogdu'yu sehid eden Etranos (Orhaneli) tekfurunun
cezalandirilarak kalesinin alinmasini, bundan sonra Bursa'nin fethine tesebbüs edilmesini
emretti. Osman Bey'in, idareyi ogluna biraktiktan sonra ne kadar daha yasadigi kesin
olarak belli degildir. Hatta, Osman Bey'in ölümünden sonra mi Orhan'in hükümdar
oldugu, yoksa henüz o hayatta iken mi hükümdar kabul edildigi meselesi henüz kesinlik
kazanmis degildir. Bununla birlikte onun vefatinin 724 (1324) yilinda oldugu kabul
edilmektedir. Zira 1324 tarihli bir vesika ile Orhan'in bu tarihte hükümdar bulundugu ve
ilk akçasinin tedkikinden de ayni senenin üçüncü ayinda (724) Rebiülevvel = 1324
Subat) Osmanli Beyi oldugu anlasiliyor. Uzunçarsili, Belleten'deki makalesinde bu konuda
farkli görüsleri de vererek söyle der:


"Osman Bey'in vefati senesi tarihimizde birbirine
uymamaktadir. Halil-i Konevî ile Sükrullah'da, Osman Gazi'nin vefati 710 (1310)
senesinde, Idris-i Bitlisî'de 721 (1321), Lütfi Pasa'da 718 (1318), Gibbons'un (Osmanli
Imparatorlugu'nun Kurulusu, s. 33) adli eserinde 726 (1326) tarihinde gösterilmis olup,
Asikpasazâde, Tâcu't-Tevârih, Hammer, Ali ve Meskûkât kataloglari hep bu sonuncu
tarihi kabul ederler. Halbuki elimizdeki 724 (1324) tarihli vakifnâme, Orhan'in bu
tarihte hükümdar oldugunu göstermektedir. Su halde Osman Bey'in vefat tarihini 1324'ten
evvel veya o tarih baslarinda kabul etmek lazimdir. 723 Ramazan (1323 Eylül) tarihli
Asporçe Hatun vakfiyesindeki kayda göre Osman Gazi'nin bu tarihte hayatta oldugu
anlasildigindan vefati 1323 Eylül ile 1324 senesi Mart'i arasinda olmalidir."


Gerek bu görüsler, gerekse Bursa'nin fethi ve Osman
Gazi'nin cenazesinin oraya nakli meselesi gözönüne alindigi zaman, vefat tarihinin 1326
yili olmasi icab eder. Bununla beraber Orhan Gazi'nin hükümdarliginin da 1324 yilinda
oldugu kabul edilebilir.


Solakzâde'nin, bize karayagiz, yassi burunlu, orta
boylu, degirmi çehreli, ela gözlü, seyrek sakalli ayakta durdugu zaman kollarinin
dizine kadar uzandigi, tatli sözlü ve heybetli biri olarak tasvir ettigi Osman Gazi, iyi
bir idare, keskin ve saglam bir görüs, itidalli, yüksek kabiliyeti, rakiplerine
kendisini sevdirmesi ve mücadelesinde planli hareketi, sabirli ve müsamahali olmasi ile
etrafindaki asiretleri de nüfuzu altina almayi basaran bir kimsedir.
"Fahrüddin" lakabini tasiyan Osman Bey, Bursa'nin fethi haberini ölüm
döseginde almisti. Orhan Bey gibi degerli ve hayirli bir halef biraktigi için gözü
açik gitmeyecekti. Osman Bey, ölüm döseginde iken etrafina oglu Orhan ile hükümetin
büyükleri olarak kabul edilen gazilerden Turgut Alp, Seyh Ahi Semseddin, Ahi Hasan,
Çandarli Kara Halil ve Kara oglan gibi devlet ricalini topladi. Onlara ve özellikle
Orhan'a nasihatlarda bulunarak söyle dedi: "Ben ölüyorum, ama esef edip
üzülmüyorum. Çünkü senin gibi bir halef birakiyorum. Adaletli ol, merhametli ol, iyi
adam ol. Idare ettigin halka karsi esit muamele et, herkese karsi musavatli olup onlari
himaye et. Islâm dininin nesrine çalis. Çünkü yeryüzündeki padisahlarin vazifesi
budur. Ancak bu suretle Allah'in lütfuna nail olursun. Bilmedigin seyleri ulemaya danis.
Bir seyi iyice bilmeden harekete baslama. Sana muti (itaat edenleri) olanlan hos tut. Beni
Bursa'da Gümüslü kubbeye (Gümüslü Künbet) defn et." Buna göre Osman, oglu
Orhan'a Bursa'yi baskent yapma vasiyetinde de bulunmus oluyordu. Üç ay kadar önce
kayinbabasi Seyh Edebali'yi, ondan hemen sonra da hanimi ve Edebali'nin kizi olan Mal
Hatun (Malhun Hatun)u kayb eden Osman Bey, bizzat kendi eli ile anlari Bilecik'te defn
etmisti. Osman Gazi öldügü zaman (dogum tarihinin farkh kabul edilmesine bagli olarak)
66 veya 69 yasinda idi. Techiz ve tekfini ile Çandarli Kara Halil ile imami Yahsi Fakih
mesgul olmuslardi. Önce Sögüt'te muvakkaten defn edilen Osman Bey'in nasi, daha sonra
vasiyeti geregi Bursa'da Gümüslü Künbed'deki türbesine nakl edildi. Bu türbede,
XVUI. asir baslarina kadar Osman Gaziye ait olan ve ziyaretçilere gösterilen iri taneli
bir tesbih ile büyük bir davulun kasnagi vardi. Rivayete göre bunlar, Sultan
Alaeddin'in hediyeleri idi. Fakat ne yazik ki bu iki tarihî hediye XIX. asrin ortalarinda
Bursa'da çikan bir yanginda yok olmuslardi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
AyMaRaLCaN
Admin
AyMaRaLCaN


Üyelik tarihi : 11/06/08

Mesaj Sayısı : 12267

Rep Gücü : 29249

Rep Puani : 235


OSMAN GAZI VE BEYLIK Empty
MesajKonu: Geri: OSMAN GAZI VE BEYLIK   OSMAN GAZI VE BEYLIK Icon_minitimeCuma Nis. 22, 2011 4:45 pm

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre Osman Gazi, çok sade
bir hayat yasadi. Elbisesi, Islâm'in ilk muhariplerininki gibi sade idi. O, ne altin ne
de gümüs birakti. Terekesi içinde fazla kiymetli bir sey yoktu. Kalan esya Denizli
bezinden yapilmis sariklik bez, at için zirh takimi (yançuk), bir tuzluk, bir kasiklik,
bir çift çizme, Alasehir dokumasindan kirmizi renkli sancaklar, sade bir kiliç (Ruhî
ve Hammer'e göre iki uclu), bir tirkes, bir mizrak, bir kaç at, misafirlerine ikram
için besledigi üç sürü koyun idi. Bunlardan baska iri taneli bir tesbih ile Selçuklu
sultani tarafindan Karacahisar'in fethinden sonra kendisine hediye edilen davulun kasnagi
da zikr edilir.


Kendi döneminde kara lakabi ile anilan Osman Gazi'ni
saç, sakal ve biyiklari da kara idi. Türkmenler arasinda cesur kimseler için kullanilan
bu lakab, ondan baska insanlar için de kullanilmistir. Nitekim Karasi Bey, Kara Iskender,
Kara Yülük, Kara Yusuf ve Karakoyunlu gibi isimlerle zikr edilen bu neviden lakablara
tesadüf etmek mümkündür.


Daha önce de kisaca temas edildigi gibi Osman Bey, bir
yöneticide bulunmasi gereken bütün vasiflan kendi sahsinda toplamisti. O, adaletle
hareket etme ve halka karsi cömertçe davranma gibi özelliklere de sahipti. Akinlarindan
bizar duruma düsen Rum ahalî, onun himayesi altina girince her türlü taarruzdan masun
ve mahfuz bulunuyordu. Bundan baska bütün haklari da teminat altina aliniyordu. Kendi
tekfurlarindan görmedikleri âdilâne muameleyi, Osman Gazi'ye tabi olunca hemen elde
ediyorlardi. Bu hal, devletin ilk kurulus yillarinda onun etrafinda toplanan cemiyeti
kalabaliklastiran ve senlendiren sebepler arasinda sayilmaktadir. Beytülmalden hiç bir
sey almadigi, kendi toprak ve sürülerinden elde edilen gelir ile geçindigi,
tarihçilerin ittifakla söyledikleri gerçeklerdendir. Bu arada ganimetlerden kendi
hissesine düsen miktar da onun varidatinin (gelirlerinin) bir kismini teskil ediyordu.
Bir Germiyan'linin istegi üzerine halka tarh ettigi "Bac-i bazar" vergisi,
reâyanin gönül hoslugu ile ödedigi ve Bizans vergileri ile mukayese edilemeyecek kadar
az ve adaletli bir vergi idi.


Osman Gazi'ye, kendi döneminde daha sonraki Osmanli
hükümdarlari için kullanilan sah, padisah ve sultan gibi ünvanlar verilmemisti. Diger
bütün Türkmen beyleri gibi, baslangiçta sadece Osman Bey denildigi, istiklâlinden
sonra da bazan "han" denildigi kabul edilmektedir.



OSMAN BEY'IN ÇOCUKLARI

Osmanli tarihleri, Osman Gazi'nin vefati esnasinda gerek
miras taksimi, gerekse idareyi ele alma bakimindan Orhan ve Alaeddin adinda iki oglundan
bahs ederier. Buna karsilik Halkondil, Osman'in üç ogul biraktigini söyler. Halbuki
vakfiye bize Osman Bey'in müteaddid ogullarini ve bir kizinin mevcudiyetini haber
vermektedir. Buna göre Osman Bey'in Orhan'dan baska Alaeddin Ali, Pazarlu, Melik, Çoban,
Hamid adinda ogullari ile Fatma adinda bir kizi bulunmaktadir. Bununla beraber bu
çocuklarin hangi veya kaç hanimdan olduklarini belirtmemektedir. Bu sebeple Osman
Gazi'nin gerçekte kaç hanimla evlendigi ve çocuklarinin hangi hanimlardan olduguna dair
henüz tam bir bilgiye sahip degiliz. Su kadar var ki, Alaeddin Ali Bey'in, Seyh
Edebali'nin kizi Bala Hatun'dan, Orhan'in da Ösman Bey'in ilk zevcesi ve Ömer Bey'in
kizi Mal Hatun'dan dogduklari bilinmektedir. Bununla beraber digerlerinin bu kadinlardan
mi yoksa baska kadinlardan mi oldugu henüz kesin olarak tesbit edilebilmis degildir.


Alaeddin Ali Bey, Orhan'dan küçüktü. Osman Bey'in
sagliginda dedesi Edebali'nin yaninda Bilecik'te, daha sonra da babasinin yaninda
Yenisehir'de bulunmustur. Alaeddin Ali Bey, babasinin ölümünden sonra kardesi Orhan
Bey'e beylerbeyi olmus sonra kendisine temlik edilen Kite ovasindaki Futra veya Fodra
(Âsikpasazâde, s. 37'de Kurada) çiftliginin hâsilati ile geçinmistir.
Âsikpasazade'nin ifadesi ile bu köyü bizzat Alaeddin Bey istemistir. Orhan da o köyü
kendisine vermisti. Alaeddin Bey, Kükürtlü'de bir tekke yapti. Bursa'da Kaplica
kapisina girilecek yerde kale içinde bir mescid, kapidan yukariya dogru ikinci bir mescid
ve yaninda evler yaptirdi. Kendisi de orada sakin oldu. Alaeddin Bey, Orhan döneminde
vefat ederek Bursa'da babasi Osman Bey'in türbesine defn edilmistir. Görüldügü gibi
Alaeddin Ali Bey, Bursa ve çevresinde vakiflar tesis etmek suretiyle birçok hayir
islerinde de bulunmustur. Alaeddin Bey'in ogullari daha sonralari ellerindeki yerler ve
babalarinin vakiflarini idare ederek hayatlarini sürdürmüslerdir.


Osman Gazi'nin diger ogullarindan yalniz Pazarlu Bey'in
Iznik muhasarasi ve Pelakanon (Darica civan) muharebesinde bulundugu kayd edilmektedir.


Osman Bey'in Çocuklari

- Melik Bey

- Fatma

- Hamid Bey

- Orhan Bey

- Alaeddin Bey

- Çoban Bey

- Pazarlu Bey

Kaynak: Osmanli tarihi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
 
OSMAN GAZI VE BEYLIK
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» OSMAN GAZI VE BEYLIK
» 01. Osman Gazi
» Orhan Gazi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Türk Tarihi-
Buraya geçin: