Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGüncel KonularGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
En son konular
»  Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN

» Bir Sarkisin Sen
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN

» MerHaba MerHaba :)
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN

» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan Mutfağı
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan Cocuklar
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip Var
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Benim Hayatım
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)
 Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Istatistikler
Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke

Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
Similar topics
    Sosyal yer imi
    Sosyal yer imi reddit      

    www.ay-maral-can.yetkin-forum.com

    Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın
    En bakılan konular
    Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
    Türkmenistan (3) - Türkmen İsimleri
    Sinezenler..Sözleri
    Bir Sarkisin Sen
    Azərbaycan dili → Bəzi sait səslərin tələffüzü
    Radyo icin Tema Resimleri Resimler Resim
    MerHaba MerHaba :)
    ŞİİR DİNLETİSİ SUNU METNİ
    Çok Güzel Kalp Resimler,i Güller ve Kalpler,
    Azerbaycan Bayragi

     

      Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...

    Aşağa gitmek 
    Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
    YazarMesaj
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:37 pm

    POLİSİYE ROMANLARININ EN BÜYÜK DUAYENİ...



    Yeni kitaplarda iki polisiye metin üzerinde durunca, eski kitapları da aynı konuya ayırmak anlamlı olur diye düşündüm. Ve tabii, aklıma ilk gelen isim, her ne kadar “yüksek edebiyat” ile karışık polisiyeden hoşlanan bazı okuyucular için “derinlikli” olmasa bile, bu türün kraliçesi Agatha Christie oldu. Agatha CHRISTIE(1890-1976), cinayet edebiyatının “ölüm düşesi” diye anılır. 1926 yılında başlayan edebiyat yaşantısında, bir çoğu sinemaya da aktarılan 84 roman yazdı. Bir kaç ay önce, ölümünden yaklaşık 20 yıl geçtikten sonra, hiç yayınlanmamış 7 öyküsünü okumuştık Altın Kitaplar’dan. Geçtiğimiz hafta ise, 1934’de sahnelenmek amacıyla yazdığı, ve ilk kez kitaplaştıran “Acı Kahve”siyle tanıştık. Bu yazı ise, belirli bir romanını değil, genel olarak Agatha Christie’yi tanıtmayı amaçlıyor.

    Klasik Polisiye Metin
    Detektif romanının klasik biçiminin öncüleri E.A.Poe ve Conan Doyle’du. Poe ve Doyle için asıl konunun, suç ve cinayetten önce, “esrar” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Onların ilgi alanları toplumsal veya hukuksal düzeyleri irdelemek değil, analitik çözümlemeler yapmak, rasyonel aklın sınırlarını zorlamaktı (bu nedenle, polisiye edebiyat Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olarak da gösterilir). Bu yazarların açtığı yoldan gidenlerin yoğunlaştığı iki paylaşım savaşı arasındaki yıllar –1920’den 1940’lara kadar olan dönem- polisiye edebiyatın “altın çağı”dır. “Altın Çağ” boyunca, A.Christie, D.Sayers, Chesterton, Van Dine, J.D.Carr, Ellery Queen gibi ustaların ard arda sıralanan eserleri ile, esrarın yanı sıra cinayeti de konu alan “klasik polisiye roman”, bir tür olarak şekillendi.

    Klasik dönem metinlerinin ortak özelliği olay, zaman, mekan birliğini gözeten kurgularındadır. Belli bir mekanda ve kısa bir zaman içinde, az sayıda karakter cinayet olayı etrafında bir araya gelirler. Cinayetin çözümü, genellikle profesyonel olmayan detektif tarafından “beyin fırtınası” ile çözülür. Poe ve Doyle’da olduğu gibi, aklın üstünlüğü öne çıkarılır. Olayların düzgün bir sıralama -zaman akışı- ile birbirini kovaladığı ve bakış açısının birinci ya da ikinci tekil şahsa göre düzenlendiği anlatı tarzı olarak adlandırılan klasik gerçekçi metin, neredeyse bütün polisiye yazımına egemen olmuştur. Bu anlamda, polisiyelerin dili birbirine çok yaklaşır.

    Agatha Christie Uslubu
    İyi bir polisiye yazar, “oyunu kuralına göre oynayandır”. Bu kural, “aldatmadan şaşırtmadır”, ve A.Christie, bütün detektif romanları yazarları içinde, kuralın en başarılı temsilcisidir. Elbette, 500 milyonluk dünya satışı ile, alanının tartışmasız birincisi, kraliçesi olduğunu da eklemek gerekiyor. “Ölüm düşesi”, Türkiye’de uzun yıllar çok popüler olmuştu, öyle ki, adlarını bilmediğimiz bazı yerli yazarlarımız tarafından, sahte Christie romanları bile yazıldı, yayınlandı. Polisiye romanlar üzerine çalışmaları ile tanıdığımız Erol Üyepazarcı ile yapılan söyleşiden aktarıyorum, yazarın 84 özgün romanı olmasına rağmen, Üyepazarcı’nın arşivinde –Türkçe basılı- yüz otuz adet ayrı ve A.Christie imzalı kitap bulunuyor.

    Agatha Christie, klasik polisiyelerin eski yunan trajedyalarından aldıkları olay, zamandan ve mekan birliğini tekrarlar. Bir tek olay –cinayet- etrafında, kapalı bir mekanda ve dondurulmuş bir zaman kesitinde olup biter her şey. Bu anlamda, öykünün hangi tarihte, hangi ülkede olup bittiği ilgi dışıdır. Aksi takdirde, yazarın yaşadığı sürece yinelediği kahramanının nasıl olupta yaşlanmadığı, sözkonusu ülkenin, kentin mekansal değişimlerinin öyküye yansıyış biçimi bir sorun olurdu. Yaklaşık 40 yıllık bir zaman diliminde, Agatha Christie'nin ünlü dedektifleri Hercule Poirot ve Miss Marple neredeyse hiç değişmediler. Mesela, “Acı Kahve”nin yazılış tarihi 1934, ve Hercule Poirot; “emekliydi gerçi, ama karşısına ilginç bir dava geldiğinde, ara sıra bu emekliliği bir kenara bıraktığı olurdu (...) Poirot’un yaşıtları, hatta daha gençler ölme çağına dayandığından, ölüm ilanlarını okumak da ruhunu karartıyordu” sözleriyle tanıtılır. Hercule Poirot’un olağanüstü yaşamı, bu tarihten itibaren 41 daha sürer.

    Yazarın öykülerinin büyük çoğunluğu İngiliz kırsalında geçer. Soylu, ya da zengin sınıfa mensup insanların evleri seçilmiştir (“Acı Kahve”nin de bu genellemeye uyduğunu hemen belirteyim). Zaman zaman yabancı bir ülkenin, uçak, gemi, tren gibi araçların da, olay mahalli olduğunu görsek bile, kahramanlarımız yine İngiliz, mekan yine kapalıdır. Agatha Christie, kapalı mekanın sıkıcılığından kurtulmak için, okuyucusunu dışarı çıkarır, tarihi ve turistik yerlerde gezdirir, ama bunlar yalnızca öyküyü renklendiren aksesuarlardır.

    “Acı Kahve”, yazarın en sevdiği cinayet aracı olan zehir kullanımına dayalı bir roman. İyi bir Agatha Christie okuyucusu, hangi zehrin insanları nasıl etkilediği üzerine bir hayli bilgilidir. Arsenik ve siyanür gibi herkesin aşinalığı olanların dışında, adını ilk kez onun sayesinde duyacağınız organik ve sentetik egzotik zehir çeşitleri ile tanışabilirsiniz. Kanlı ve kaba öldürme sahnelerine hiç rağbet etmemiştir. Zaten, estetize edilmemiş bir cinayet, Hercule Poirot gibi “snob” bir detektifinin de ilgisini çekmezdi!

    “Ölüm Düşesi” için toplumsal eleştirinin söz konusu olmayacağını tahmin etmişsinizdir. Onun detektifleri için, ne olursa olsun, cinayet kötü bir eylemdir ve mutlaka cezalandırılmalıdır. Özel detektiflerden çok daha acımasızdır onlar. Cezanın mutlaka polis ve adalet tarafından yerine getirilmesi de gerekmez. Poiriot, biraz sempatisi varsa, katilin intihar etmesine izin verebilir. Son macerasında, hiç cezalandırılmamış bir “kötü”yü bizzat öldürür, ve kendisi intihar eder. Bu açıdan bakıldığında, yazarın romanları protestan inancını taşıyan teolojik metinlerdir. Bütün Agatha Christie metinleri arasıda suçun cezasız kaldığı tek istisna, “Şark Ekspresinde Cinayet”dir. Ama, insaf edelim biraz; oradaki katil de gerçekten büyük bir kötülük yapmış, küçük bir çocuğu fidte için kaçırdıktan sonra öldürüp ailenin mahvına neden olmuştu.

    1934 yılında yazılmış “Acı Kahve”yi okurken, yazarın bir çok öyküsü ile benzerlikleri hemen farkedeceksiniz. Aslında bütün Christie metinleri ve kurguları, birbirlerine -özellikle karakter davranışları olarak- benzerdir. Çünkü o, korku, intikam, hırs, kıskançlık, maddi tutkular gibi insani özelliklerle hareket ettirir kahramanlarını.Elbette, sonraki yıllarda ustalağı artmış, daha karmaşık ve psikolojik derinlikli polisiyeler yazmıştı. Öykülerinden oluşan “Işıklar Sönünce” ve sahnelenmek amaçlı “Acı Kahve”, yazarın hayranlarının beklentilerini karşılıksız bırakmıyor, ama, eğer onu yeterince tanımıyorsanız, klasikleşmiş romanlarından bir tanesini, mesela “On Küçük Zenci”yi veya “Şark Ekspresinde Cineyet”i okumanızı öneririm.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:39 pm

    Fyodor Mikhailoviç Dostoyevski [1821-1881

    Fyodor Mikhailoviç Dostoyevski 30 Ekim 1821’de Moskova’da babasının bir doktor olarak görev yaptığı Yoksullar Hastanesi’ne ait bir apartmanda doğdu. 1837’de annesinin ölümünün ardından babasının yanından ayrılarak St. Petersburg’a taşındı ve orada Askeri Mühendislik Okulu’na kabul edildi. Bir sınıf arkadaşı onun için "sürekli kendisini ayrı tutardı, hiçbir zaman arkadaşlarının eğlencelerine katılmazdı, ve genellikle bir köşede elinde bir kitapla otururdu" diye anlatıyordu. Yurtluğunda düzensiz bir yaşama çekilmiş olan ve oğluna düzenli bir gelir sağlamayı reddeden babasının tutumu Dostoyevski’nin bu hastalıklı içe-kapanıklığını daha da ağırlaştırdı. Bir keresinde, Dostoyevski babasına ilgisizliği yüzünden hakaret dolu bir mektup gönderdi; ama baba Dostoyevski yanıt vermeye fırsat bulamadan serfleri tarafından öldürüldü. Ailesi içerisinde söylendiğine göre, daha sona ona bütün yaşamı boyunca acı çektiren sara nöbetlerinin ilkini bu dönemde geçirmişti.

    Mühendislik Okulundaki sınavlarının ardından, Dostoyevski üsteğmenliğe getirildi. Ama 1844’de cebinde üzerine "sivil giysi alacak parası" bile olmayan Dostoyevski kendini yazın sanatına adamak için görevinden ayrıldı. 1846’da ilk romanı İnsancıklar’ın çıkışıyla, genç yazarlar arasında en büyük gelecek vaadedeni olarak görüldü. Eleştirmen Belinsky aracılığıyla "birçok önemli kişi" ile tanıştı ve "yazın dünyasında nasıl yaşanacağı konusunda kapsamlı bir ders" aldı. Ne var ki başarısı kısa sürdü. İnsancıklar’ı izleyen birkaç romanı kötü eleştiri aldı ve Dostoyevski, Belinski’nin salonundan uzak durmaya başladı, çünkü orada özellikle daha önceleri ona karşı "dosttan da öte" olmuş olan Turgenyev’in de katıldığı sürekli alaylara konu ediliyordu.

    Ama bu sırada başka bir küme ile ilişkisini sürdürdü. Petrashevski'nin öncülüğündeki gençlerden oluşan bu kümedekiler, Fransız toplumcularını incelemek ve Rusya’daki toplumsal ve politik reformları tartışmak için biraraya gelmiş ilericilerdi. 1848’i izleyen tepki dalgasında “Petrashevski çevresi”nin üyeleri tutuklandı ve yalancı idam ile sonuçlanan bir soruşturmadan sonra Dostoyevski, Omsk’ta bir ceza kolonisine gönderildi. Hapisanede, "yeraltına gömülü bir insan” gibi yaşadığını yazdı. "Yakınımda içten bir konuşma yapabileceğim tek bir varlık" yoktu. "Soğuğa, açlığa ve hastalığa dayandım. Ağır işlerden sıkıntı çektim, ve salt iyi bir aileden geldiğim için bana diş bileyen mahkumların nefreti sürekli üzerimdeydi." Bu acılı durum sarasını daha da ağırlaştırdı ama "kendi içime kaçış ... meyvalarını verdi." 1854’de cezasını tamamlamak için bir asker olarak Semipalitinsk’e gönderildi. Beş yıl sonra, arkadaşlarının yardımı aracılığıyla cezası kaldırıldı.

    St. Petersburg’a dönüşü üzerine Dostoyevski, Ölüler Evi ve Ezilenler’i yayınladı. Aynı dönemde ağabeyi Mikhail ile birlikte Zamanlar adında başarılı bir dergi kurdu. Ne var ki 1863’te bir yanlış anlama sonucunda hükümet tarafından kapatıldı. Dostoyevskilere yayınlarının adını değiştirerek Çığır adı altında yeniden çıkarma izni verildi, ama yeni yayın kamunun dikkatini çekmeyi başaramadı. 1846’da Mikhail öldü ve yaklaşık bir yıllık bir çabadan sonra Dostoyevski dergiyi yayımlamaya son verdi. Kendini borçların altında ve ağabeyinin ailesini geçindirme sorumluluğu karşısında buldu.

    Çığır’ın başarısızlığı Dostoyevski’nin daha sonraki tüm çalışmasında izini bırakan bir kişisel bunalımla çakıştı. Sibirya’dayken akıllı ama ahlaksız bir okul öğretmeninin dul karısı olan Maria Dimitrievna Isaev ile evlenmişti. Evlilik ikisine de mutluluk getirmedi ve St. Petersburg’a döndükten kısa bir süre sonra Dostoyevski, Polino Suslova adında kösnül ve saldırgan bir kadınla yakın ilişkiye girdi. Polino Suslova onun çalışmasını ciddi bir şekilde etkilemiş ve kumara karşı sinirceli tutkusunu kışkırtmış gibi görünür. Polina ile birlikte Rusya’dan ayrı olduğu bir sırada Dostoyevski’nin karısı hastalandı ve ağabeyinin ölümünü üç ay önceleyen ölümü onu Yeraltından Notlar (1864) olarak bilinen itirafı yazmaya götürdü.

    İzleyen yıllarda Dostoyevski sürekli sara, yoksulluk ve kumarbazlığına eşlik eden bir endişenin sıkıntısını çekti. Parasal yükümlülükleri yüzünden yayıncılarla yıkıcı sözleşmeler imzaladı ve onlar tarafından Suç ve Ceza (1866) ve Kumarbaz (1867) gibi yapıtları olağanüstü bir hızla yazmaya zorlandı. Bunlardan ikincisi üzerinde çalışırken Anna Grigorievna Snitkin adında bir sekreter tuttu ve aynı yıl onunla evlendi. Romancı olarak başarısı alacaklılarının bir bölümünü susturmasını sağladı, ama bu "diğerlerini o kadar kızdırdı ki" suçlamalardan kurtulmak için St. Petersburg’tan ayrılmak zorunda kaldı."Her zaman yabancı bir ülkede bir yabancı” olacağı yakınmasına ve "yazma yeteneğini bütünüyle yitireceği" korkusuna karşın, yurtdışında yaşadığı dört yıl yaşamının en üretken yılları oldu. Cenova ve Vevey’de Budala’yı (1868-69); Dresden’de Ebedi Koca (1870) ve Ecinniler’i (1871) yazdı.

    Sürgündeyken Dostoyevski "gazete gibi bir şey" çıkarmayı ve bu yolla kanıları konusunda “bir kez olsun son sözü söyleyebilmeyi” tasarlıyordu. Tasarısını 1876’da Bir Yazarın Günlüğü’nün basımıyla uygulamaya koyuldu. Bunda Zamanlar’da başlatmış olduğu ulusal ve demokratik Hıristiyanlık öğretisini genişletti. Bu etkinliğinin sonucunda bir gazeteci olarak sözü geçer biri oldu ve son yıllarını göreli olarak daha iyi bir ortamda geçirdi. 1877’de Büyük bir Günahkarın Yaşamı adında çok büyük bir diziyi oluşturmak için yayıma ara verdi. Bu "bütün yaşamım boyunca bana bilinçli ya da bilinçsiz olarak işkence etmiş olan” Tanrı’nın varlığı sorunuyla ilgili bir çalışmaydı. Bitirdiği çalışmanın biricik bölümü olan Karamazov Kardeşler 1880’de basıldı.

    O yıl Rus Yazını Dostları Toplumu’nun Moskova’daki Puşkin anıtının açılışında konuşma yapması için onu çağırısıyla çağdaş ünü doruğa ulaştı. Konuşmayı bitirdiği anda, "batılı" düşünceleri uzun süre kişisel çatışma kaynağı olmuş olan Turgenyev bile "beni öpücüklere boğmak için yanıma geldi ... ve yineleyerek büyük işler yaptığımı bildirdi" diyordu.

    Dostoyevski sonraki yıl 28 Ocak’ta öldü. Cenazesi toplumsal bir gösteri için fırsat oldu.

    Eserleri :

    31 edebi eseri yayımlanmıştır.

    01. Bednye Lyudi (İnsancıklar - Poor Folk) 1846
    02. Dvoynik (Öteki - Double) 1846
    03. Gospodin Prokharçin (Bay Prokharçin - Mister Prokharchin) 1846
    04. Roman v Devyati Pismakh (Dokuz Harfte Roman - A Novel in Nine Letters) 1847
    05. Khozyavka (Ev Sahibesi - The Landlady) 1847
    06. Polzunkov 1848
    07. Slaboye Serdtse (Bir Yufka Yürekli - A Faint Heart) 1848
    08. Çujaya Jena i Muj Pod Krovatyu (Başkasının Karısı - Another Man's Wife and the Husband Under the Bed) 1848
    09. Çestni Vor (Dürüst Hırsız - An Honest Thief) 1848
    10. Yolka i Svadba (Noel Ağacı ve Düğün - The Christmas Tree and the Wedding) 1848
    11. Belye Noçi (Beyaz Geceler - White Nights) 1848
    12. Netoçka Nezvanova 1849
    13. Malenki Geroy (Küçük Kahraman - The Little Hero) 1849
    14. Dyadyuşkin Son (Amcanın Rüyası - Uncle's Dream) 1859
    15. Syelo Stepançikovo (Stepançikovo Köyü - The Village of Stepanchikovo) 1859
    16. Unijennye i Oskorblyonnye (Ezilenler - The Insulted and the Injured) 1861
    17. Zapiski iz Myortvogo Doma (Ölüler Evinden Hatıralar - Memoirs from the House of the Dead) 1860-1862
    18. Skverni Anekdot (Tatsız Bir Olay - A Nasty Affair) 1862
    19. Zapiski iz Podpolya (Yeraltından Notlar - Notes from the Underground) 1864
    20. Krokodil (Timsah - The Crocodile) 1865
    21. Igrok (Kumarbaz - The Gambler) 1866
    22. Prestplenye i Nakazanye (Suç ve Ceza - Crime and Punishment) 1866
    23. Idiot (Budala - The Idiot) 1868
    24. Veçni Muj (Ebedi Koca - The Eternal Husband) 1870
    25. Besy (Ecinniler - The Possessed) 1871
    26. Bobok 1873
    27. Podrostok (Delikanlı - A Raw Youth) 1875
    28. Krotkaya (Nazik bir Yaratık - A Gentle Creature) 1876
    29. Mujik Marey (Köylü Marey - The Peasant Marey) 1876
    30. Son Smeşnogo Çilavyeka (Gülünç bir Adamın Rüyası - Dream of a Ridiculous Man) 1877
    31. Bratya Karamazovi (Karamazov Kardeşler - Brothers Karamozov) 1879




    TOLSTOY

    Lev Tolstoy 9 Eylül 1828’de Tula´da bulunan ailesine ait Yasyana Polyana Malikanesinde zengin bir toprak sahibinin oğlu olarak doğdu. Küçük yaşta öksüz ve yetim kalınca, eğitimi için Kazan’a halalarının yanına gönderildi. Daha bu yaşta Pascal, Platon, Dickens gibi klasikler okumaya başladı ve kendine bir yaşam felsefesi belirlemeye karar verdi.1843’te Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi’ne girdi, kısa süre sonra Hukuk Fakültesi’ne geçti. 1847’de burayı da yarım bırakarak Yasyana Polyana’ya geri döndü. 1851’de, yirmi üç yaşındayken, düzensiz hayatının yarattığı boşluğa son vermek ve alacaklılarından kurtulmak için orduya yazıldı ve 1854-55 arası Kırım’da topçu teğmeni olarak savaştı.

    Bu dönemde otobiografik eserler olan Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençlik’i ve ayrıca Tipi, İki Süvari Subayı ve Toprak Ağası’nın Sabahı’nı yazdı. Bu ilk başarılarından sonra kendini edebiyata adamaya karar verdi. Savaştan sonra St. Petersburg’a gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çernişevski, diğerini muhafazakar liberal I. Turgenyev’in temsil ettiği iki edebi kampla anlaşamayarak 1857’de İsviçre, Almanya ve Fransa’yı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusya’ya dönerek köylü çocukları için bir okul açtı. 1860’ta ikinci bir Avrupa seyahatine çıkarak buradaki eğitim kuramlarınıayrıntılı şekilde inceledi. Aynı dönemde Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı.

    Rusya’ya döndüğünde serflik kaldırılmıştı. Tolstoy kendi bölgesinde eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıç oldu. 1862’de komşu çiftliğin sahibi olan bir doktorun kızı Sofya Andeyevna Bers’le evlendi. Bu evlililikten on üç çocuğu oldu. Mutlu bir aile hayatı sürdürdüğü bu dönemde, Kazaklar, Sivastopol Hikayeleri ve ilk büyük romanı olan Savaş ve Barış’ı yazdı. Ancak aile hayatının sevinçleri Tolstoy’u huzura kavuşturmaya yetmiyordu. 1875’ten sonra yıldan yıla artacak bir bunalıma girdi. 1877’de yayımlanan ikinci büyük romanı Anna Karenina bu bunalımın izlerini taşır.

    Tolstoy 1880’den sonra Ortodoks Kilisesi’ni, Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür Hristiyan anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı ‘‘Dogmatik Teolojinin Eleştirisi’’, ‘‘O Halde Ne Yapmalıyız?’’ ve ‘‘Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir’’ adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901’de Kilise tarafından aforoz edildi. Bu dönemde yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü, Kreutzer Sonat, Hacı Murat, Diriliş gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlaksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kilise’yi yadsıyışına işaret eder. 1900’lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırdı. 1910’da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda zatürreden öldü
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:39 pm

    Matthias Claudius

    Claudius, 15 ağustos 1740’ta; Lübeck yakınlarındaki, Herzogtum Plön’ün, Holstein Reinfeld bölgesinde doğar.Babası papazdır.Annesi, babasının 2. eşi olan Maria Claudius’tur.Matthias, ailenin 4. oğludur.Evde, sürekli okunan İncil ve ilahiler; onun, gelecekteki sanatının temel noktasını oluşturmuştur.

    Claudius, 1751’de, 3 kardeşini birden kaybeder.1755’de, Plön’deki bir Latin okuluna gider.Bu okuldan sonra, 1759 yılında, babasından izin alarak, Jena üniversitesine gider.Burada, önce teoloji; sonra hukuk, felsefe ve siyasal bilimler okur.Bu arada, “Teutschen Topluluğu”’na üye olur.Bu topluluktayken, Ortodokslukla ve aydınlanma dönemiyle ilgilenir.Tarihe aykırı bakışıyla tanınan Gerstenberg’i, kendine örnek alır.Üniversitede okuduğu bu yıllar içinde, kardeşi Josias’ı kaybeder.1763 yılında, “Aşk Cilveleri ve Öyküler” adlı, zamanın modasına uyan Anakreon tarzı bir eser yazar.

    Claudius, tembel biridir.O yüzden; ne diplomasını, ne de ileride mesleği olabilecek dalda bir eğitim belgesi alabilmiştir.1763 yılında, bitirme sınavlarına girmeden, okulu bırakır ve Reinfeld’e döner.Buraya geldikten sonra, “Söyleşiler ve Anlatımlar” adlı eserini yazar.Bu eserde, Gerstenberg etkisi görülmektedir.

    1764-65 yılları arasında, Kopenhag’da, Holstein kontunun yanında sekreter olarak çalışır.Daha sonra, ailesinin yanına döner.1766’da, kız kardeşi Dorothea Christine’yi kaybeder.Bu yıllarda, Claudius’un aklı karışıktır.Edebiyatta, eski ve yeni akımlar arasında kararsızdır.Ancak, sonunda, eski akımlara bağlı kalmayı seçer.1768’de Hamburg’a gider.Orada, Lessing’le tanışır.Ayrıca, “Hamburg aaagahüstü Haberleri” adlı gazetede, editör olarak çalışmaya başlar.Gazetede, kendi şiir ve düzyazıları da yayınlanmaktadır.Gazetenin çok az olan tirajı, onun sayesinde 400’e çıkar.Yazar, bu gazetede, 1770 yılına kadar kalır.Bu arada, Hamburg limanına gelen gemilerin, para raporlarını da tutmaktadırAncak, bütün bu işlere rağmen, geçimini sağlayacak kadar para kazanamamaktadır.Claudius, 1770’de, Herder’le tanışır ve Hessen Darmstadt’ta, 1 yıla yakın sürecek olan bir oyunda yer alır.

    Claudius, 1771 yılında, J.J.Bode’nin kurmuş olduğu, “Wandsbeck Habercisi” adlı dindar kesime yönelik bir gazetenin editörlüğünü üstlenir.Bu yerel gazete; Salı, Çarşamba, Cuma ve Pazar günleri çıkmaktadır.Yerel bir gazete olmasına rağmen, 18. yüzyılın en önemli gazetelerinden biri haline gelmiştir.Bunun nedeni, seçmiş olduğu konunun ve kullandığı dilin, okurlardan esinlenerek oluşturulmuş olmasıdır.

    Gazetenin amacı, aydınlanma dönemine ışık tutmaktır.Claudius, o dönem yükselmekte olan gerçekçiliğe ve klasik akıma karşı bir tutum içindedir.Yazar; doğal dindarlığın, yani, Hıristiyan dininin edebiyata yansıtılmasını istemekteydi.Dolayısıyla, gazetenin politikası da bu yöndedir.

    Gazetede; Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”, Lessing’in “Minna von Barnhelm” ve “Emilia Galotti”, Klopstock’un “Odlar” adlı eserleri yayınlanır.Ayrıca; Herder, Burger, Hölty, Gleim, Gerstenberg, Cramer ve Eschenburg’un yazıları çıkar.Claudius da, anonim olarak, şiir ve düzyazı yazmaktadır.Gazetede bir şiir köşesi vardı ve bu köşe, okurun ilgisini çekmekteydi.Burada, şiirlerin yanı sıra, çeşitli düşünceler ve eleştiriler de yer alıyordu.

    Claudius, 15 mart 1772’de, Barnbeck’li Anna Rebecca Behn ile evlenir.Evlendikten 7 ay sonra, kız kardeşi ölür.1773’te de babasını kaybeder.1774 yılında, Hamburg’da; daha önce katılmış olduğu, “Üç Gül” mason locasında, bir üst dereceye çıkmaya hak kazanır.Daha sonra, buradan ayrılıp, başka bir locaya üye olur.Bu arada, Fransızcadan bir dizi mason kitabı ve şarkısı çevirisi yapar.Ayrıca, Johann Georg Hamann ile mektuplaşır.

    1776 yılının ocak ayında, Claudius’un eşi ölür.Yazar, aynı yılın ilkbaharında, Darmstadt’a döner.Sonradan başbakan olacak olan, devlet bakanı Friedrich Karl von Moser’in yardımcısı olur.Ayrıca; ekonomi, finansman ve yönetim konularında çalışır.Bu arada, “Hessen Darmstadt Privilegierten Gazetesi”’nde çalışmaya başlar.Ancak, bu gazete, bir süre sonra kapanır.Devlet bakanı Moser de görevinden ayrılınca; Claudius’un, bu şehirde oturmak için bir nedeni kalmaz ve yazar, 1777 yılının ilkbaharında ayrılarak, Wandsbeck’e döner.

    Claudius, 1777’den sonra, serbest yazar olarak edebiyat çalışmalarını sürdürür.1777-78 yıllarında, “Mısır Kral Sarayının Öyküsü”’nü yazar. 1780 yılında annesi ölür.Aynı yıl, “Cyru’nun Gezisi” adlı eserini yazar.1784 yılında, Friedrich Heinrich Jacobi ile birlikte Holstein’a geziye gider.1785 yılında, daha sonraları kral 11. Friedrich olacak olan, Danimarka prensi Friedrich, yazara düşük bir gelir bağlar.1788’de, 2. oğlunu kaybeder.1789 yılında, Schleswig Holstein Altona Bankası’nda, yönetici olarak çalışmaya başlar.Ancak, bu görevde fazla kalmaz.

    1794’te, Jacobi ile komşu olur.1796’da, kızı Christian Marie Auguste’ü kaybeder.1798’de, diğer kızı Anna Frederike, Jakobi’nin oğlu Max ile evlenir.1799’da, “Oğlum Johannes’e Bazı Sözler”’i yazar.1800’de, “Fenelon” adlı eserin çevirisini yapmaya başlar.1808’de, “Kutsal Akşam Yemeği”’ni yazar.Claudius’un, ayrıca; 17. yüzyıl Alman yazarı, Angelus Silesius üzerine bir eseri ve Fransızcadan, “Saint-Martin” adlı bir çevirisi vardır.Klopstock, Gerstenberg, Stolberg ve Voss ile kurduğu bir topluluk, düşsel dünyalara yelken açmıştıBu topluluk, en derin insan duygularını anlayabilmek için, Tahiti’de yaşamayı düşlüyordu.Claudius da, düşüncelerini ve doğasını yansıttığı şiirlerini yazıyor; ancak, rokoko dekadansını kabul etmiyordu.

    1812’de, Friedrich Schlegel ile birlikte, “Alman Müzesi” adlı bir projede yer alır.Aynı yıl, 1775-1812 yılları arasındaki şiir ve düzyazılarını topladığı, “Wandsbeck’li Habercinin Seçme Yazıları”’nı yayınlar.”Asmus” takma adıyla yazan Claudius’un bu eserinin Latince adı, “Kendi Öğütleriyle birlikte Asmus’un Bütün Eserleri”’dir.Eser 8 bölümdür.Genellikle, yazarın, “Wandsbeck Habercisi” gazetesinde yazdığı yazıları kapsar.Diğer yazılar, yazarın aydınlanmayla ve politikayla ilgili yazılarıdır.Eserde; şiirler, düzyazılar, mektuplar ve eleştiriler vardır.

    Claudius, hayatının son yıllarında, evsiz ve göçebe olarak yaşar.Bir süre Lübeck’e gider.Daha sonra, 1814’te, üvey oğlu Perthes’in bulunduğu Hamburg’a gider.Orada, 21 ocak 1815’te, hayata veda eder.



    Sanatı:

    Claudius, “Fırtına ve Coşku (Sturm und Drang)” döneminin şair ve düşünürlerindendir.Şiirleri, yalın ve içtendir.İlk şiirleri; aydınlanma çağının, zevk ve eğlenceye düşkün, yaşamı bir oyun olarak kabul eden, Anakreoncu şiir anlayışına uygundur.Daha sonraları, halk şarkılarına yakın, her türlü sanatsal kaygıdan uzak, yalın ve duygulu şiirler yazmıştır.Onun şiirleri; saf, çocuksu ve Hıristiyan inancına bağlı yapıtlardır.Doğayı, Tanrı’nın eseri olarak yücelten şiirler yazar.Claudius’un, ayrıca, yalın bir üslupla yazılmış, fabl ve özdeyişleri vardır.Claudius, şiirinde, halk tarafından oldukça benimsenen bir vurgu kullanmıştır.Duyarlı bir yapıya sahip olması, duygu ve düşüncelerini uygun ortamda yansıtması; onun, gerçek bir halk şairi olduğunu gösterir.

    Claudius, sıradan şeyleri düşünmeyen ve kuralları kafasına takmayan bir kişidir.O an için ne hissediyorsa, onu resmetmektedir.İyi bir Hıristiyan ve devrimci görüşe sahip biri olarak, kendi doğruları çizgisinde yol almıştır.Onun yürekten objektif oluşu, Alman ideali çevresinde pek taraftar bulmamıştır.

    Düşünce olarak; Klopstock’a yakın, Voss’a karşıydı.Herder’in ahlakını örnek alıyordu.Claudius; Klopstock, Voss ve Stolberg’in grubuna katılmış ve Herder, Jacobi, Hamann, Lavater ile birlikte, Kant’ın ve Weimar klasiklerinin önderliğindeki, eleştirel zekacı felsefe karşısında, halka yakın olan realizmi temsil etmiştir.Usçuluğa ve klasikçiliğe karşı çıkarak, edebiyatta doğallığı ve Hıristiyan öğretilerine bağlılığı korumaya çalışmıştır.Sahip olduğu insan sevgisini aktarmanın yolunu aramıştır sürekli.

    Fransız devrimi sonrası ortaya çıkan özgür düşünceler ve özellikle, insan hakları kazanımı, dünyada etkili olmaya başlamıştı.Claudius, despot davranışların, hiçbir zaman pozitif yasalara dönüşmeyeceğini öngörmüştür.Kralların ve yöneticilerin, bu tür despot davranışları örnek almaması gerektiğini, filozoflardan yönetici olamayacağını ve Hıristiyan dininin tehlike altında olduğunu savunmuştur.Bunun nedeni olarak, insanların dinden uzaklaşmaları olduğunu söyler
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:41 pm

    Philip K. Dick


    Philip Kindred Dick (16 Aralık 1928 — 2 Mart 1982), Amerikalı bilim-kurgu roman ve kısa hikaye yazarı. Bazı kitaplarında yazar ismi PKD veya Richard Phillips olarak geçmektedir.


    Do Androids Dream of Electric Sheep? romanının kapağıHayatının büyük bölümünü Kaliforniya'da geçirdi. Bir plakçı dükkânı işletmesi ve radyoda klasik müzik programları yapması dışında, başlıca uğraşı yazarlık oldu. Kırka yakın bilim-kurgu romanı dışında ana akım romanları da yazdı, ancak pek başarılı olamadı. Ölümünden sonra beş cilt halinde toplanan yüz civarında öyküsü vardır.

    Ölümünden önce fazla tanınmayan bir yazar olan Dick'in roman ve kısa hikayelerini bir kısmı ölümünden sonra senaryolaştırılıp film olarak büyük beğeni kazanmıştır. Bunların arasında en ünlüleri, yönetmen Ridley Scott tarafından "Blade Runner" adıyla 1982 yılında filme alınan "Do Androids Dream of Electric Sheep?" (kitap olarak Türkiye'de basımı: 1968, Bıçak Sırtı, Kavram Yayınları) ve 1965 yılında yazdığı "We Can Remember It For You Wholesale" öyküsünden yola çıkılarak yönetmen Paul Verhoeven tarafından çekilen 1990 yapımı "Total Recall" filmleridir. Bu iki film günümüze kadar yapılmış en iyi bilim-kurgu filmleri arasında ilk sıraları paylaşmaktadır. Ayrıca 2002'de yazarın 1956 yılında yazdığı "The Minority Report" adlı kısa öykü yönetmen Steven Spielberg tarafından filme alınmıştır.

    Dick'in yazdığı bilim-kurgu romanlarını türünün diğer örneklerinden ayıran en önemli özellik, gelecekte gerçekten olması muhtemel olaylarla birlikte insanlara dayalı toplumsal değişimleri genelde "çalışan sınıf" bazında ele almasıdır. Bunun haricinde özellikle ilk romanları "gerçeklik" kavramının sorgulanması üzerine kuruludur.

    Önemli yapıtları :

    Önemli romanları arasında:Martian Time-Slip (1964, Mars'ta Zaman Kayması), The Penultimate Truth (1964, Sondan Bir Önceki Hakikat), The Three Stigmata of Palmer Eldritch (1965, Palmer Eldritch'in Üç Bilmecesi) ve Ubik (1969) sayılabilir. The Man in the High Castle (1963, Hugo Ödülü sahibi) (Yüksek Şatodaki Adam) romanı birçok eleştirmen tarafından Dick'in başyapıtı olarak gösterilmiştir.

    Türkiye'de yayınlanan romanlarından bazıları :

    Solar Lottery (1955, Uzayda Suikast, Okat Yayınları).
    The World Jones Made (1957, Yaratılan Dünya, Okat Yayınları)
    Dr. Bloodmoney (1965, Dr. Gelecek, Sarmal Yayınları, 1997)
    Eye in the Sky (1957, Gökteki Göz, Metis Yayınları, 1997)
    Vulcan's Hammer (1960, Vulcan'ın Çekici, Metis Yayınları, 1998)
    A Scanner Darkly (1977, Karanlığı Taramak, Altıkırkbeş Yayınları, 1998)
    Eye in the Sky (1957, Gizli Göz, Karizma Yayınları, 1999)
    The Man in the High Castle (1962, Yüksek Şatodaki Adam, Metis Yayınları, 1999)
    Martian Time-Slip (1965, Mars'ta Zaman Kayması, Altıkırkbeş Yayınları, 2000)
    Radio Free Albemuth (1985, Albemuth Özgür Radyosu, Altıkırkbeş Yayınları, 2001)
    Clans of the Alphane Moon (1964, Alfa Ayının Kabileleri, Metis Yayınları, 2002)
    Ubik (1969, Ubik, Altıkırkbeş Yayınları, 2002)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:42 pm

    Charles Bukowski


    Charles Bukowski (16 Ağustos 1920 – 9 Mart 1994), asıl adı Heinrich Karl Bukowski olan Amerikalı yazar ve şair. Yapıtlarında bazen Henry Chinaski ismini de kullanmıştır. Hayatının çoğunu ABD'nin Los Angeles şehrinde geçirmiştir. Eserlerinde genellikle toplum dışı insanları ve depresyonu konu alması ve alkolizme yakın bir hayat tarzını anlatmasıyla ünlüdür.

    I. Dünya Savaşı'nın sonlarında Almanya'ya askeri hizmet nedeniyle gelen Polonya asıllı Amerikan bir babanın ve terzilikle uğraşan Alman bir annenin çocuğu olan Charles Bukowski 1920 yılında Andernach, Almanya'da doğdu. 2 yaşındayken Los Angeles'a taşındılar. Büyük Kriz sırasında Bukowski'nin babası sıklıkla işsizdi ve Bukowski'ye şiddet uygulardı. Bukowski, Los Angeles Lisesi'nden mezun olduktan sonra sanat, gazetecilik ve edebiyat dersleri aldığı Los Angeles Şehir Üniversitesi'nde 1 yıl okudu.

    24 yaşındayken "Aftermath of a Lenghty Rejection Slip" isimli kısa öyküsü yayımlandı. İki yıl sonra bir başka kısa öyküsü olan "20 Tanks From Kasseldown," isimli eseri yayımlandı. Bukowski yayıncılık yönteminlerinden hayal kırıklığına uğradı ve neredeyse 10 yıllığına yazmayı bıraktı. Hayatının bu bölümünü A.B.D.'yi gezerek, çeşitli işlerde çalışarak ve ucuz pansiyonlarda konaklayarak geçirdi. 1950'lerin başında Bukowski, iki yıldan az bir süre A.B.D. Posta İdaresi'nde posta kuryesi olarak çalıştı. 1955'te ölümün ucundan döndüğü alkol komasından dolayı hastaneye kaldırıldı. Taburcu olduktan sonra bir daktilo satın aldı ve şiir yazmaya başladı. 1957'de Barbara Fry ile evlendi fakat 1959'da boşandılar. Bukowski, şiir yazmaya ve içki içmeğe devam etti ve sonra Los Angeles'taki postaneye geri döndü. 1965'te hiç evlenmediği Francis Smith'ten bir kızı oldu. 1969'da Black Sparrow Yayınevi'nden ömür boyu $100 maaş teklifini alınca postaneden ayrıldı. Bir mektubunda şöyle bir açıklaması vardı "İki seçenekten birini seçmek zorundaydım: Posta ofisinde kalıp delirmek ya da yazmaya oynayıp açlıktan ölmek. Ben aç kalmayı seçtim."Posta ofisini bırakalı bir ay olmayalı Bukowski "Postane" ismindeki ilk romanını bitirdi. 1976'da Bukowski, Linda Lee Beighle ile tanıştı. İki yıl sonra birlikte Los Angeles'ta bir liman şehri olan San Pedro'ya taşındılar. Bukowski ve Beighle 1985'te evlendiler.

    Bukowski, "Pulp" romanını henüz bitirdikten sonra 9 Mart 1994'te 73 yaşındayken San Pedro, Kaliforniya'da öldü. Ölüm töreni budist rahipler tarafından yönetildi.

    Eserleri :

    Kadınlar
    Sıcak Su Müziği
    Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan
    Postane
    Pis Moruğun Notları
    Kapalı Bir Kapıdır Cehennem
    Gülün Gölgesinde
    Sevimli Bir Aşk Hikayesi
    Sıradan Delilik Öyküleri
    Sarhoş Çal Piyanoyu, Vurmalı Çalgı Gibi, Parmaklar Biraz Kanamaya Başlayana Dek
    Pansiyon Manzumeleri
    Ölüler Böyle Sever
    Shakespeare Bunu Asla Yapmazdı
    Güneşe Uzan
    En Kısa Andır Mucize
    Güneş İşte Burdayım
    Kimse Bilmez Ne Çektiğimi
    Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi
    Pulp
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:43 pm

    Truman Capote


    20. Yüzyıl Amerikan edebiyatının özel yazarlarından biridir Truman Capote(30 Eylül 1924 - 25 Ağustos 1984). Yıldızının parladığı zamanlar da oldu, itibardan düştüğü zamanlar da. Ancak her durumda, eleğin üstünde kalmayı bildi. Yazarlık ününe ve alkole çok erken yaşlarda başlamış, cinsel tercihleri ve bu tercihlerini yaşama biçimleriyle -yakın arkadaşı Tenesse Williams ile birlikte- çok sayıda skandala imza atmış, ancak buna rağmen ABD sosyetesi içinde özel bir yer edinmişti. Öyle ki, onun verdiği partilere davet edilmek ya da edilmemek, sosyeteden sayılmak ya da sayılmamakla eş anlamlıydı sanki.

    Çok genç yaşta, henüz ilk romanlarının basıldığı yıllarda kazandığı ün, sadece ABD ile sınırlı kalmamış, Avrupa’da hatta Türkiye’de bile sevilerek okunmuştu Capote. 50’lerden sonra “Çimen Türküsü”(1954), “Gece ağacı”(1954), “Tiffany'de kahvaltı”(1966), “Soğukkanlılar”(1966), “Para Dolu Damacana”(1976) gibi kitaplarıyla Türkçeleştirilen Truman Capote’un en tanınmış “Bukalemunlar İçin Müzik”, “Soğukkanlılar” ve “Tiffany'de Kahvaltı”dır.

    Kendi hayatından ya da hikaye ve romanlarından senaryolaşmış çok sayıda film var. Bunlardan en önemlisi -her ne kadar erkek karakterin eşcinselliği filmde dikkate alınmamışsa bile- baş rollerini Audrey Hepburn ve George Peppard’ın oynadığı, Blake Edwards’ın yönettiği “Tiffany'de Kahvaltı”dır.

    Eserleri :

    Bir Noel Şarkısı
    Gece Ağacı
    Çimen Türküsü
    Hatıralarım
    Bukalemunlar İçin Müzik
    Başka Sesler Başka Odalar
    Tiffany'de Kahvaltı
    Soğukkanlılıkla
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:44 pm

    William S. Burroughs


    William Seward Burroughs II (5 Şubat 1914 – 2 Ağustos 1997), Amerikalı roman ve deneme yazarı. Jack Kerouac ve Allen Ginsberg ile birlikte beat akımını başlatan yazarlardan biri olarak tanınır. Yazılarının çoğu yarı-otobiyografik olarak tanımlanabilir.

    Beat kuşağının en renkli yazarlarından biri olan William S. Burroughs, oldukça ilginç bir yaşam sürmüştür.

    5 Şubat 1914’te St. Louis/Missouri’de doğan Burroughs, hayli rahat şartlarda büyüdü. 1936’da Harvard Üniversitesi’nden mezun oldu. Açıkça ifade ettiği eşcinsel eğilimleriyle tanınırdı ve sıklıkla uyuşturucularla ilgili deneyimlerini yazardı.

    Burroughs, 1951’deki bir Meksika gezisinde, William Tell’den bir sahne canlandırmaya çalışırken, kazayla ikinci karısı Joan’u vurdu. Bu olaydan sonra hayatının büyük bölümünü Güney Amerika’yı dolaşıp pek çok uyuşturucu deneyerek ve gelecekteki yazıları için araştırma yaparak geçirdi.

    Yazılarında, birçok kişinin “kafa karıştırıcı ve ukalaca” olarak nitelendirdiği kolaj(cut up) tekniğini kullanırdı. Ele aldığı konular çoğunlukla yer altı dünyası ve uyuşturucu alt-kültürleriydi. Burroughs’un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Naked Lunch (Çıplak Şölen) , bir kült film olmuştur.

    Burroughs, Gus Van Sant’ın Drugstore Cowboy‘unda da Matt Dillon’ın canlandırdığı uyuşturucu bağımlısı karakterin akıl hocası olarak yer aldı.

    Eserleri arasında The Ticket That Exploded, Nova Express, The Last Words of Dutch Schultz, The Wild Boys, Exterminator, Cities of the Red Night ve kendi eşcinselliğini incelediği Queer sayılabilir.

    Çoğu eleştirmen, Burroughs’un eserlerinin uyuşturucu kullanımı ve ahlaksızlığı yücelten, özelliksiz yazılar olduğunu düşünmektedir. Ancak onun sanatsal yeterliliğini takdir eden ve yazılarını ileri görüşlülüğünün kanıtı olarak kabul eden eleştirmenler de bulunmaktadır.

    Burroughs 1997’de, 83 yaşında öldü.

    ESERLERİ :

    Junkie/Canki (1953/1994)- roman
    Naked Lunch/Çıplak Şölen (1959/199 ) - roman
    Minutes To Go (1960)
    The Exterminator (1960)
    The Soft Machine (1961) - roman
    The Ticket That Exploded (1962) - roman
    Dead Fingers Talk (1963) - roman
    The Yage Letters (1963) (Allen Ginsberg ile birlikte)
    Nova Express (1964) -roman
    Valentine's Day Reading (1965)
    Roosevelt After Inauguration and Other Atrocities (1965) - kısa öyküler
    Time (1965)
    APO-33 (1966)
    So Who Owns Death TV? (1967)
    The Dead Star (1969)
    The Job (1969) (Daniel Odier ile)
    The Last Words of Dutch Schultz (1969)
    Jack Kerouac (1970) (Claude Pelieu ile)
    Ali's Smile (1971)
    The Wild Boys (1971) -roman
    Electronic Revolution (1971)
    Bryon Gysin Let the Mice In (1973) (Gysin ile)
    Exterminator! (1973) - kısa öyküler
    White Subway (1973)
    Mayfair Academy Series More or Less (1973)
    Port of Saints (1973) - roman
    The Book of Breething (1974)
    Sidetripping (1975) (Charles Gatewood ile)
    Snack... (1975)
    Cobble Stone Gardens (1976)
    The Retreat Diaries (1976)
    Colloque de Tangier (1976) (Bryon Gysin ile)
    Letters to Allen Ginsberg 1953-1957 (1976)
    The Third Mind (1977) (Gysin ile)
    Ali's Smile/Naked Scientology (197 )
    Colloque de Tangier Vol. 2 (1979) (Bryon Gysin ve Gérard-Georges Lemaire ile)
    Blade Runner, A Movie (1979)
    Dr. Benway (1979)
    Ah Pook is Here! (1979)
    Streets of Chance (1981)
    Early Routines (1981)
    Cities of the Red Night (1981) -roman
    Ah Pook is Here, Nova Express, Cities of the Red Night (1981)
    Sinki's Sauna (1982)
    The Place of Dead Roads (1983) - roman
    Ruski (1984)
    The Four Horsemen of the Apocalypse (1984)
    The Burroughs File (1984)
    The Adding Machine: Collected Essays (1985)
    Queer (1985) - roman
    The Cat Inside/İçerdeki Kedi (1986/2003) (Bryon Gysin ile) - roman
    The Western Lands (1987) - roman
    The Whole Tamale (c.1987-8 )
    Interzone/Ara Bölge (1987/2006) - kısa öyküler
    Apocalypse (198 ) (Keith Haring ile)
    Tornado Alley (1989) - kısa öyküler
    Uncommon Quotes Vol. 1 (1989)
    Ghost of Chance/Şans Hayaleti (1991)
    Seven Deadly Sins (1992)
    Paper Cloud; Thick Pages (1992)
    Selected Letters (1993)
    My Education: A Book of Dreams (1995) -roman
    Word Virus : The William Burroughs Reader (1998)
    Burroughs Live : The Collected Interviews of William S. Burroughs, 1960-1997 (2000)
    Last Words: The Final Journals of William S. Burroughs (2000)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:46 pm

    Ambrose Bierce


    Merhaba değerli arkadaşlarım. Miraç kandiliniz mübarek olsun ve Allah tekrarına erdirsin inşallah.
    Amerikan edebiyatı bölümümüzde 19.yüzyıl edebiyatına gerçekten büyük katkıları olan bir üstadtan bahsetmek istiyorum bugün sizlere.

    Ambrose Gwinnet Bierce, 24 Haziran 1842’de, Ohio’da çok çocuklu, yoksul bir ailenin oğlu olarak doğdu. Çocukluğu sırasında dahi ailesiyle arası iyi değildi, bu nedenle henüz on beş yaşındayken evden ayrıldı. Amerikan İç Savaşı patlak verdikden sonra Kuzey Ordusu’na katıldı. Savaşın sonuna kadar Kuzey Ordusu’nda savaştı. 1866 yılının sonlarında vardığı San Francisco’da askerlikten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. Uzun yıllar birçok lokal gazete için çalıştı ve zamanla belli bir üne kavuştu. 1872’de İngiltere’ye gitti ve orada yaşamaya başladı.

    1875’te tekrar San Francisco, Amerika’ya döndü. 1879-1880 arası Dakota’da bir şirketin lokal müdürü olarak çalışmayı denedi. Fakat şirket başarılı olamayınca tekrar San Francisco’ya dönüp gazeteciliğe başladı. Zamanla çok önemli ve etkili bir yazar ve gazeteci oldu. Aralık 1899’da Washington D.C.’ye taşındı.

    19. yüzyılın en önemli kısa hikaye yazarlarından olan Bierce, kısa hikayeler dışında birçok farklı türde edebi eser kaleme almıştır. Ünlü hayalet ve savaş hikayelerinin dışında birçok şiir de kaleme almıştır. Karanlığın Kahkası adıyla Türkçe’ye çevrilen Fantastic Fables isimli eseri ironik bir grotesk stil barındırır ve zamanı için öncü bir stile ve biçime sahiptir. Bir gazete serisi olan ünlü eseri Şeytanın Sözlüğü, The Devil’s Dictionary, ise 1906’da kitap olarak basılmıştır.

    Ekim 1913’de İç Savaş’taki muharebe alanlarına yapılacak bir tura katılmak için Washington D.C.’den ayrıldı. Aynı yıl Meksika’ya geçti. Bir arkadaşına yolladığı 26 Aralık 1913 tarihli mektuptan sonra ‘yok oldu’. Nasıl, neden ve ne zaman kaybolduğuna dair bir bilgi olmadığı gibi ne zaman öldüğüne dair de kesin bir bilgi yoktur. Araştırmacılar Aralık 1913’te veya 1914 yılının başlarında ölmüş olduğunu ileri sürmüşlerdir. 1916 yılında öldüğüne dair iddialar da mevcuttur
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:48 pm

    Ayn Rand


    Ayn Rand (2 Şubat 1905 – 6 Mart 1982, ilk adı Alissa Zinovievna Rosenbaum), kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı Yaşamak İstiyorum (We the Living), Ben (Anthem), Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) ve Atlas Vazgeçti (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan kadın düşünür-yazar.

    Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan Rand, bir anarşist değil ama bir minarşist'tir. (bu tanımı kendi kullanmamıştır.)

    Romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır, Kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. Rand'a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.

    O'na göre,

    İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir,
    Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır,
    Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.

    Ayn Rand Rusya'da Saint Petersburg'da doğdu. Yahudi bir ailenin üç kızının en büyüğü idi. Ailesi agnostik ve dine karşı ilgisizdi. Küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve sinemaya ilgi duydu. Yedi yaşındayken hikayeler ve oyunlar yazmaya başladı. Annesi ona Fransızca öğretme görevini üstlendi ve çocuklar için hikayelerin bulunduğu bir dergiye abone oldu. Bu dergilerde Rand ilk çocukluk kahramanını buldu: Rudyard Kipling tarzı bir hikaye olan Gizemli Vadi'de yerli bir subay, Cyrus Paltons.

    Gençlik yılları boyunca Sir Walter Scott, Alexandre Dumas ve diğer romantik yazarların kitaplarını okudu ve genel olarak romantizm akımına karşı tutkulu bir sevgi besledi. 13 yaşında Victor Hugo'yu keşfetti ve romanlarına aşık oldu. Sonraki yıllarda Rand onu en sevdiği, dünya edebiyatının en büyük roman yazarı olarak adlandırmıştır.

    Petrograt Üniversitesi'nde felsefe ve tarih okudu. Üniversite yıllarında yaptığı en büyük keşifler Edmond Rostand, Friedrich Schiller ve Fyodor Dostoevsky oldu. Rostand'a zengin, romantik hayal gücü, Schiller'e de büyük, kahramansı etkisi yüzünden hayranlık besledi. Dostoevsky'e kurduğu drama ve yaptığı derin ahlaki analizler yüzünden hayrandı, ama felsefesine ve hayat anlayışına derinden karşıydı.

    Kısa öyküler ve oyunlar yazmaya devam etti, ve yoğun bir şekilde anti-sovyet fikirler içeren düzensiz bir günlük tuttu. Nietzsche ile de tanıştı, Zerdüşt Böyle Diyordu'daki kahramanca ve özgür adamı yüceltişini beğendi, ama aynı zamanda felsefesine romanlarının önsöz kısmında haşince eleştirecek kadar karşı oldu.

    Rand'ı açık ara en çok etkileyen isim özellike Mantık adlı eseriyle Aristotales'tir, onu gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak gördü ve sonradan etkilendiği tek filozof olduğunu söyledi.

    Sonradan 1924'te devlet sinema sanatları enstitüsüne girdi ama 1925'te kendisine Amerika'daki akrabalarını ziyaret etmek için bir vize verildi. Şubat 1926'da 21 yaşında ABD'ye geldi ve akrabalarıyla Chicago'da geçirdiği kısa bir süreden sonra bir daha hiçbir zaman Sovyetler Birliği'ne geri dönmemeye karar verdi. Senarist olma hayali ile Hollywood yollarına düştü.

    Sonradan ismini Ayn Rand olarak değiştirdi. İsmini Remington Rand daktilosundan aldığına dair bir rivayet vardır ama o Ayn Rand ismini daktilo piyasaya çıkmadan önce kullanmaya başlamıştır. Ayn adını Finlandiyalı bir yazardan etkilenip aldığını söylemiştir. Bu Finlandiya-Estonyalı bir yazar olan Aino Kallas olabilir, ama Fince konuşulan ülkelerde bu isme ve varyasyonlarına sıklıkla rastlandığı için kesin olarak bilinmiyor.

    Başlangıçta Hollywood'da bocaladı ve basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tuhaf işlere girdi. Ek olarak Cecil B. DeMille'in King of Kings'inde çalışırken gözüne çarpan hırslı, genç bir aktörle tanıştı, Frank O'Connor. İkisi 1929 yılında evlendiler. 1931 yılında Rand Amerikan vatandaşlığına kabul edildi.

    Edebi ilk başarısını 1932 yılında Red Pawn adlı senaryosunu Universal stüdyolarına satarak yakaladı. Ardından 1934'te 16 Ocak Gecesi (Night of January 16th) adlı eserini yayımladı ve bu eser büyük ölçüde başarılı oldu. Sonra 1936'da Yaşamak İstiyorum (We the Living), 1938'de de Ben (Anthem) adlı romanlarını yazdı.

    Yaşamak İstiyorum Amerikalı eleştirmenlerden orta, İngiltere'de ise iyi bir tepki aldı, ama Anthem tuhaf yayımlanma hikayesi yüzünden sadece İngilterede ama önemli bir beğeni kazandı. Rand Amerikayı o yıllarda etkisine alan kızıl dönem'e (the red decade) son derece karşıydı ve aslında Anthem Amerikada yayıncı bile bulamadı, ilk baskısı İngiltere'de yapılmıştır. Bunun yanında, Rand hala edebi üslunu tam olarak geliştirememişti ve romanları hala gelişmesini tamamlamamıştı.


    1999 ABD posta pulu, Rand'ın anısına.Roma'daki Scalara film şirketi tarafından 1942'de Ayn Rand'ın haberi olmadan Yaşamak İstiyorum kitabı üzerine 2 film yapıldı: Noi vivi ve Addio, Kira. Benito Mussolini yönetimindeki İtalyan hükümeti ikisini de sansürledi fakat anti-sovyet içeriği yüzünden yayınlanmasına izin verdi. Filmler başarı kazandı ve halk çabucak filmlerin komünizm'e olduğu kadar faşizm'e de karşı olduğunu anladı, kısa süre sonra da hükümet yasaklamaya karar verdi. Sonradan filmler elden geçirildi ve Rand'ın onayı ile We the Living adı ile 1986 yılında yayınlandı.

    Rand'ın profesyonel anlamda ilk büyük başarısı yazımı 7 sene süren ve 1943 yılında yayınlanan Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) romanı oldu. Roman 12 yayıncı firma tarafından "fazla entellektüel ve Amerikan düşünce tarzına karşı" olması gerekçesiyle geri çevrildi, "bu kitabı okuyacak bir kitle yok" 'tu. Sonunda kitap Archibald Ogden'in kitabı beğenmesi ve editörlük kurulunda kabul ettirmesi sayesinde Bobbs-Merrill Company yayınevi tarafından basıldı. İlk zorluklara rağmen Hayatın Kaynağı dünya çapında bir başarıya kavuşarak Ayn Rand'a ün ve ekonomik rahatlama getirdi.

    Hayatın Kaynağı'nın teması "insanın ruhundaki bireycilik ve kollektivistlik"tir. Beş ana karakteri konu alır. Başkahraman Howard Roark, Rand'ın idealidir, yüce ruhlu, kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiçkimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. Romandaki diğer tüm karakterler yoğunluğu değişmekle birlikte ondan değerlerinden feragat etmesini talep ederler ama o kararlılığını muhafaza eder. Roark'ın ilginç bir başka yönü de, bu savaşını alışılagelmiş diğer kahramanlar gibi özgünlüğü ve dünyanın adaletsizliği ile ilgili uzun ve tutkulu monologlara girerek değil, aksine kibirli, neredeyse küçümseyici bir suskunluk ve birkaç küçük söz ile yapar.

    Rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri Atlas Vazgeçti'dir. (Atlas Shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. (Kitabın adının Türkçe karşılığı "Atlas Silkindi"'dir. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. Türkçe çevirisinde "Atlas Vazgeçti" ismi kullanılmıştır.) Atlas Vazgeçti, Ayn Rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır. Kitapta yer alan şu sözleri düşüncesini özetler:

    "Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğunu olan, varlığının yegane amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir."
    Atlas Vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. Rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. Bu duyguları onu Amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. Toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla Amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. Hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. Roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da aaaa, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler.

    Nathaniel Branden, karısı Barbara, Alan Greenspan ve Leonard Peikoff gibi başkaları ile birlikte Ayn Rand, Felsefesini tanıtmak ve yaymak üzere objektivist hareketi başlatır.

    Ölümünden sonra yayınlanan eserleri

    1984 The Early Ayn Rand (edited and with commentary by Leonard Peikoff)
    1989 The Voice of Reason: Essays in Objectivist Thought (edited by Leonard Peikoff; additional essays by Leonard Peikoff and Peter Schwartz)
    1990 Introduction to Objectivist Epistemology second edition (edited by Harry Binswanger; additional material by Leonard Peikoff)
    1995 Letters of Ayn Rand (edited by Michael S. Berliner)
    1997 Journals of Ayn Rand (edited by David Harriman)
    1998 Ayn Rand's Marginalia : Her Critical Comments on the Writings of over Twenty Authors (edited by Robert Mayhew)
    1998 The Ayn Rand Column: Written for the Los Angeles Times (edited by Peter Schwartz)
    1999 Russian Writings on Hollywood (edited by Michael S. Berliner)
    1999 Return of the Primitive: The Anti-Industrial Revolution (expanded edition of The New Left; edited and with additional essays by Peter Schwartz)
    2000 The Art of Fiction (edited by Tore Boeckmann)
    2001 The Art of Nonfiction (edited by Robert Mayhew)
    2001 The Objectivism Research CD-ROM (collection of most of Rand's works in CD-ROM format)
    2005 Ayn Rand Answers
    2005 Three Plays


    En son AyMaRaLCaN tarafından Çarş. Mayıs 04, 2011 3:54 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:50 pm

    Isaac Asimov


    Isaac Asimov, (2 Ocak 1920 - 6 Nisan 1992) Rus asıllı Amerikalı yazar ve biyokimyacı.

    Pek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilim kurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanısıra Fantazi dalında da yazmıştır. Dewey Ondalık Sınıflandırma sistemindeki Felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov ortak görüşle bilim kurgu dalının ustasıdır, Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde "Üç Büyük" bilim kurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.
    Kesin doğum tarihi bilinmeyen Asimov'un doğum tarihi resmi kayıtlarda 2 Ocak 1920'dir. Rusya'da Smolensk yakınlarındaki bir kasabada Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Asimov, ailesi ile birlikte üç yaşında iken ABD'ye göç etti. New York kentinde büyüdü. 20 yaşından önce bilim-kurgu öyküleri yazmaya başladı.

    Columbia Üniversitesi'nden 1939'da mezun oldu ve kimya dalında doktorasını aynı üniversiteden aldı. Daha sonra Boston Üniversitesi'ne geçti. Burada 1979'da profesör oldu.

    26 Temmuz 1942'de Gertrude Blugerman ile evlendi. Bu evliliğinden iki çocuğu oldu. 1973'te ilk eşinden boşanan Asimov, aynı yıl Janet Jeppson ile evlendi.

    1983'te olduğu by-pass ameliyatındaki kan naklinde kendisine verilen enfekte kan nedeniyle AIDS'e yakalandı ve 6 Nisan 1992'de bu hastalık yüzünden öldü. AIDS'ten öldüğü gerçeği ölümünden on yıl sonra kamuoyuna açıklandı.
    Yazarlık kariyerine bilim-kurgu ile başlayan Asimov, popüler bilim kitapları ve şiir kitapları da yayımladı.

    1941'de yayımlanan Nightfall adlı kısa bilim-kurgu öyküsü, en ünlü bilim-kurgu öykülerden biri oldu. Bu öykü 1968'de Amerikan Bilim-Kurgu Yazarları adlı kuruluş tarafından o zamana dek yazılmış en iyi kısa bilim-kurgu öyküsü seçildi.

    Asimov, Vakıf (İng: Foundation) ve Robot dizi kitapları ile de büyük ün kazandı.

    Popüler bilim kitapları da yazan Asimov, bilimi sokaktaki insana yaklaştırmaya çalıştı.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:52 pm

    Arthur Miller


    Arthur Asher Miller (17 Ekim, 1915 – 10 Şubat, 2005)

    Miller yüzyılımızın en önemli Amerikalı dram yazarlarından biri kabul edilmektedir. Miller'in kahramanları, haşin bir toplum içerisinde, kendi vicdanlarıyla yaşayabilmek için bireysel suç ve sorumluluklarıyla uzlaşmaya çalışırlar. İlk bakışta oyunları, genellikle aile hikayelerini anlatan bireysel dramlar gibi gözükse de, çağının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına eğilirler.

    Miller New York'un Harlem mahallesinde dünyaya geldi. Avusturya-Macaristan'dan ABD'ye gelmiş Yahudi bir göçmen olan babası, bir kumaş mağazasının sahibiyken dünya ekonomik buhranından sonra 1929'da iflas etti. Ekonomik durumun güvensizliği spora meraklı genci derinden etkiledi. 1934-38 yılları arasında Ann Arbor/Michigan'da edebiyat ve İngiliz dili yüksek eğitimini sürdürebilmek için Michigan Daily gazetesinde redaktörlük yaptı. Miller'in bu dönemde yazdığı ilk dramlar üniversitede takdirle karşılandı.

    1938'de New York'a dönen Miller, burada federal hükümetin bir tiyatro projesine katıldıysa da bu proje sözümona Komünist eğilimi nedeniyle 1939'da rafa kaldırıldı. Miller 1940 yılında kız arkadaşı Mary Slattery ile evlendi (iki çocuk). İlk romanlarından, röportaj ve pek başarılı sayılmayan bir dramdan sonra Miller, 1947'de All My Sons (Bütün Oğullarım) adlı tiyatro oyunuyla ünlenmeyi başardı. Babalarının ticaret anlayışıyla uzlaşamayan bir savaş zengininin oğulları ölünce, baba intihar eder. Daha sonraki yapıtlarının tümünde olduğu gibi, burada da, Norveçli yazar Henrik İbsen'in dramlarını örnek alan Miller, toplumu eleştirmektedir.

    Yazar bundan iki yıl sonra Death of a Salesman (Satıcının Ölümü) ile en büyük başarısını elde etti. 1985'te Volker Schlöndorff tarafından filme uyarlanan bu dramında Miller, uzun yıllardan sonra çalıştığı firma tarafından işten çıkarılan Willy Loman'ın yıkılışını gözler önüne sermektedir. Geriye dönüşlerle kaçırılmış fırsatları gözünün önünden geçirir, özel hayata bir dönüş yapar, oğulları tarafından reddedilir ve hayatına son verir. Miller'in dramları için karakteristik olan, başkişilerinin vicdanlarıyla hesaplaşırken aklanmaya çalışmalarıdır. Miller'in karakterleri, ahlaki tutumlarına bağlı olarak toplumda bir yere sahip olurlarken, bireyler tekrar tekrar toplumun istekleri karşısında başarısızlığa uğrarlar. Yalnızlıkları ve kendi suçlarıyla hesaplaşmaları, Miller'in sayısız deneme yazısında da işlediği ana konuları oluşturur. Yine 1949 yılında Miller Pulitzer Ödülünü aldı...

    Zaman zaman sosyalist görüşlere yakınlık duyan Miller'in toplumsal eleştirileri Amerika Karşıtı Çalışmaları Araştırma Komitesinin dikkatini çekti. Miller The Crucible (Cadı Kazanı) (1953, filme alınışı: 1956, senaryo: Jean-Paul Sartre) adlı tiyatro oyununda, adı geçen komite başkanı Joseph R. McCarthy'yi eleştirmişti. Bu oyunda Salem'de 1692 yılında cadı olmakla ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlanan insanların idam edilmeleri dramını anlatır. (Bakınız : Salem Cadı Olayları ) Yazar bu oyununda 1950 McCarthy dönemini eleştirmiştir. Bu dönemde Senatör McCarthy çok sayıda sanatçıyı komunist olmakla suçlamıştı. Bu dramın yorumlanmasına bağlı olarak Miller, komünizmi desteklemekle suçlanarak 1957'de ifade vermeyi kabul etmemesi üzerine komiteyi hiçe sayması nedeniyle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına mahkûm edildi (1958'de düzeltildi).

    Miller Marilyn Monroe ile yaptığı evlilik (1956-61) yüzünden gazete manşetlerine girdi. Monroe için The Misfits (Uyumsuzlar, 1959) adlı filmin (1960) senaryosunu yazdı. Monroe'nun kendi yaşamına son vermesi üzerine Miller 1962'de Avusturyalı Inge Morath ile evlendi. Eşinin intihar olayını ve 50'li yıllardaki özel sorunlarını Miller, After the Fall (Düşüşten Sonra, 1964) adlı dramında işleyerek her şeye yeniden başlayabilmek için gerekli güce kavuşabilmek üzere kendini bulmaya çalıştı. Aynı yıl içinde Incident in Vichy (Vichy'de Olay) adlı oyunu ilk kez sahnelendi. Miller bu oyununda rastgele yoldan geçen insanların masabaşı Nazi suçluları tarafından "Yahudi" olarak tutuklanıp, sorguya çekilmelerini ve gösterdikleri tepkileri dile getirmektedir. Playing for Time (Zaman Kazanmaya Çalışırken, 1980) adlı televizyon senaryosunda da Nazi dönemini ele alarak bu sefer Auschvvitz konsantrasyon kampının orkestrasını konu alır. Miller 70'li ve 80'li yıllarda yazdığı dramlarla eski başarılarına ulaşamadı.

    1955: A Memory of Two Mondays (İki Pazartesinin Anısı): Miller'in, 30'lu yılların başında çalıştığı bir araba yedek parçası deposundaki deneyimlerini anlatan otobiyografik yapıtı.

    1955: A View from the Bridge (Köprüden Bakış): New York'ta yaşayan Sicilyalı göçmenlerin dünyasında geçen bir kıskançlık dramı ve toplumsal suçlama.

    1968: The Price (Bedel): İki erkek kardeşin geriye bakarak hayatlarındaki suçlarla ve sorumluluklarla hesaplaşması.

    Arthur Miller’ın tiyatro dışındaki çalışmaları arasında ise, Anti-Semitizm üzerine ironik bir öykü anlatan 1945 tarihli romanı Focus, iki özgün film senaryosu; o zamanki eşi Marilyn Monroe için yazdığı The Misfits / Uygunsuzlar (1961) ile Everybody Wins / Kaybeden Yok (1990), bazı gezi yazıları (In Russia (1969), Chinese Encounters (1979)) sayılabilir. Ayrıca tiyatro üstüne denemelerini 1978’de bir kitapta toplamış, Satıcının Ölümü’nün Çin’deki sahnelenişi sırasında yaşadıklarını 1984’te yazdığı Salesman in Beijing’de anlatmış, 1987’de ise Timebends: A Life adıyla otobiyografisini yazmıştır.

    Elia Kazan'ın sahnelediği 'Satıcının Ölümü' ile 1949'da Pulitzer alan Miller, çağdaş tiyatroda trajedi sayılabilecek oyunlar yazılabileceğini ileri sürmüştü. 'Bütün Oğullarım'la ününe ün katan Miller bu konuda "Trajedi, ancak insanın iç dünyası varsa var olabilir. Benim amacım, toplumu yıkmak değil. Onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktır. Burada, kurulu düzen ile özgürlük arasında bir savaşım söz konusudur. Ben iki şey arasında bir denge kurmaya çalıştım. İnsanın düşünen ve duyan bir varlık olduğunu hesaba katarak..." demişti.

    'Cadı Kazanı', 'Bütün Oğullarım', 'Bedel' ve 'Satıcının Ölümü' Türkiye'de de sahnelenmişti. Miller'ın Marilyn Monroe ile yaşadığı evliliğine gönderme yaptığı 'Finishing the Picture' adlı son oyunu prömiyeri 2004 Ekim ayinda Chicago'da sahnelendi.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:53 pm

    Johann Wolfgang von Goethe


    Merhaba arkadaşlar. Bugün size bir diğer Alman edebiyatçı olan Goethe den bahsedeceğim. Alman edebiyatında önemli bir yer teşkil eden Gothe, "28 Ağustos 1749'da öğle vakti saat on ikiyi çalarken ben, Main kıyısındaki Frankfurt'ta dünyaya geldim." der Alman edebiyatının ve klasizmin en büyük yazarlarından olan Goethe.

    Goethe'nin büyükbabasının babası demirci, büyükbabası önce terzi, sonra otelcidir. Babası, Johann Gaspar ise bir hukukçuydu ve İmparatorluk Danışmanı ünvanını taşıyordu. Babası evlendiğinde otuz sekiz yaşında, annesi Cathérine Elisabeth Textor ise on yedi yaşındaydı. Aralarındaki yaş farkı aile içinde devamlı sorun olmuştur.

    Goethe ailesinin yedi çocuğu olmasına rağmen sadece Goethe ve ondan bir yaş küçük kızkardeşi Cornelie hayatta kalmış, diğerleri küçük yaşlarda ölmüşlerdir.

    Babası tarafından aydınlanma düşüncesinin ideallerine göre yetiştirildi.Babası Goethe'nin eğitimine çok önem vermiş ve özel öğretmenler tutarak Latince, eski Yunanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, tarih, coğrafya, doğa bilgileri, matematik, din bilgisi, resim, müzik, dans, eskrim, ata binme dersleri görmesini sağlamıştır. Ayrıca zengin kitaplığı da Goethe'nin yetişmesinde önemli rol oynamıştır. Goethe eğitim duygusuyla hastalık derecesindeki koleksiyon yapma, sıraya dizme, sınıflandırma merakını babasından almıştır. Ama babasının sert tutumunu hiçbir vakit unutmamış; ve babasına içten içe bir kin beslemiştir.

    İlk şiirlerini on yaşında yazmaya başlamıştır. Ancak bu dönemde yazdığı şiirlerini daha sonra yok etmiştir. Goethe bu hususta "Dünya o kadar büyük ve zengin ki, yaşam da öylesine çeşitli ki insan her zaman bunlardan şiir çıkarma fırsatını bulabilir. Ama her şiirin bir durumdan doğması gerekir, yani şiirin maddesi gerçek olmalıdır. Hiçbir şey üzerine dayanmayan bir şiirin iyi olacağını sanmıyorum." der.

    Goethe, 1765’de hukuk eğitimine başladı. 1765 ekiminde babası onu Leipzig'e hukuk eğitimine gönderir. O dönemde Leipzig Almanya'nın kültür merkezi durumundadır. Burada, kendisinden üç yaş büyük olan Annette ile ilk büyük aşkını yaşar; iki genç delicesine sevişmektedirler. Ancak, bir süre sonra duygularında, Annette ile evlenmesi gerektiği gerçeği ile karşılaşınca, evliliği henüz düşünmediğinden büyük bir eziklik ile bu büyük aşkı sona erdirir.

    Üç yıl Leipzig'te kalan Goethe, 1 Ağustos 1768 günü kan tükürmeye başlar; bu esrarlı bir hastalığın başlangıcı olmuştur. 28 Ağustosta da Frankfurt'a dönmüştür. Din ve mistisizmle tanışması bu dönemdedir. Aile içindeki sessiz huzursuzluktan çok sıkılır; ancak sağlığı iyice bozulduğu için dört ay yataktan çıkamaz. 1770 mart ayında sağlık durumu iyice düzelir ve hukuk eğitimini tamamlama bahanesi ile evden uzaklaşabilmek için Strasbourg'a gider.

    Yaz sonunda girdiği sınavı verir; hukuk doktoru ünvanını alabilmek için aaa hazırlaması gerekmektedir. Bunun için de bir yıl süresi vardır. Bu dönemde tıp ve kimyaya olan ilgisi artmıştır. Vaktinin büyük çoğunluğunu hastanelerde geçirmeye başlar. Hastalarla cesetler karşısında metinliğini yitirmeyecek, iğrenç manzaralar önünde bile tiksinti duymayacak bir iç yapıya ulaşır. Yüksekten başı dönmeden bakmaya alıştırır kendini. Geceleri, mezarlıklara, insana korku veren yarlara tek başına gitmeyi alışkanlık haline getirir.

    1770 eylülünün ilk günlerinde, kendisinden beş yaş büyük olan Alman ozan Herder hastaneye yatar; onunla tanışır ve aralarında iyi bir dostluk başlar. Yedi ay sonra Herder, Strasbourg'dan ayrıldığında, Goethe bu genç öğretmeninden edinmiş olduğu özgür düşünüş ve cesur görüşler ile edebiyata ağırlık vermeye başlamış; ve yazdığı büyük edebiyat eserlerinin temelleri atılmış olacaktır. Goethe, kafasında ulusal düşüncelerin meşalesini yakar ve Almanların, Alman oldukları için övünmeleri ve Fransızlara tepeden bakmaları zamanı geldiğini savunmaya başlar. Arkadaşlarıyla, Fransız sanatı ve edebiyatına karşı sanki bir boykot hareketine girişirler. Almancadan başka dil kullanmamaya başlar Goethe.

    6 Ağustos 1771'de aaaini vererek hukuk doktoru ünvanını alır ve Frankfurt'a döner. Burada avukatlık yapmaya başlar ve aynı zamanda yazmaya da ağırlık verir. Daha sonra kızkardeşi ile evlenecek olan arkadaşı Schlosser ve Merc ile birlikte bir gazete çıkarmaya başlarlar.

    Çeşitli dergilere de yazı göndermektedir. "Götz von Berlichingen" adlı manzum dramını Herder'e göndermiş, Herder de beğenmediğini belirterek geri göndermişti. Goethe, dramı yeniden yazarak kendi hesabına borçlanarak bastırır. Kitap Almanya'da ses getirir ve çok beğenilir. Herder de eserin yeni biçimine hayran kaldığını belirtir.

    1773 yılında kızkardeşi Cornelie ile arkadaşı Schlosser evlenirler ve Schlosser'in yeni işi dolayısı ile Frankfurt'tan ayrılırlar. Goethe yalnız kalmış ve içe dönük, sıkıntılı bir yaşam başlamıştır. Ayrıca karşılıksız sevdiği Lotte'yi de unutamamıştır. Bu duygular içinde "Genç Werther'in Acıları" nı yazar. Büyük gürültü koparan bu eseri ile tüm Avrupa'da tanınmaya başlayan Goethe'nin evi konuklarla dolmaya başlamıştır. Konukları ağırlayabilmek için de borca girmiştir.

    Çok hızlı yazmaktadır, Goethe. Werher'i dört haftada, Clavigo'yu sekiz günde yazmıştır.

    Goethe, babası ile daha fazla beraber kalamayacağından İtalya'ya gitmeye karar verir; ancak yolda Weimar Dükü'nün habercisi onu yakalar ve Dükün davetini bildirir. 7 Kasım 1775 günü Weimar'a gelen Goethe'ye uygun bir görev verilir. II. Friedrich tarafından da soyluluk payesi verilir. Burada ki on bir yıllık devlet adamlığı, Goethe'yi olgunlaştırır. 8 Haziran 1777'de kızkardeşi Cornelie ölür.

    Tüm Almanya'yı görevi nedeni ile dolaşmaktadır. Ayrıca, İsviçre'ye de yolculuklar yapmıştır. Devlet işlerinden sıkılan Goethe, yarım bıraktığı İtalya yolculuğuna çıkmaya karar verir; Düke ve dostlarına uzun bir yolculuğa çıkacağını bildiren ancak yerini belirtmeyen bir mektup bırakarak Weimar'dan ayrılır. 1786 eylül ayında başladığı yolculuğunda tanınmamak için Johann Philipp Möller adını kullanır. İtalya'nın bir çok şehrine giden Goethe, sanat eserlerini, tarihi yerleri ziyaret etmiştir. Burada güzel sanatlar alanında incelemeler yaptığı gibi Sicilya’da botanikle ilgilendi. İki yıl kaldığı İtalya'da da yazmaya devam etmiştir.

    18 Haziran 1788'de Weimar'a döner. Dükten edebiyat çalışmalarına ağırlık verebilmek için daha hafif bir görev ister. Yine bakanlar kurulunda kalan Goethe, kendine daha fazla zaman ayırmaya başlamıştır.

    Bir yapma çiçek fabrikasında çalışan ve yirmi üç yaşında olan Christiane Vulpius ile tanışır ve ona tutulur. Aralarında büyük bir aşk başlar. 25 aralık 1789'da bir erkek çocukları olur; Vulpius, Goethe'nin evine yerleşir. Daha sonra dört çocukları doğsa da hemen ölür. Ancak 16 Ekim 1806'da resmi nikahları yapılır.

    1790 yılında İtalya'ya ve Polonya'ya bir yolculuk yapar. İtalya, bıraktığı yer değildir artık. 1791 yılında Weimar'a döndüğü zaman Weimar Saray Tiyatrosu'nu kurmakla görevlendirilir. Yirmi altı yıl yöneticiliğini yapacağı bu tiyatro, Almanya'nın önde gelen tiyatrolarından birisi olmuştur.

    1792 yılında ihtilal Fransa'sı Avusturya İmparatorluğu'na savaş açar. Weimar Dükü Karl August, Goethe'yi yanında görmek ister. Dük ile birlikte savaşa katılır.

    1787'de tanıştığı ancak dostluk kurmak istemediği Friedrich Schiller ile aralarında 1794 yılında iyi bir dostluk başlar. Schiller'in düşünceleri ile kamçılanır Goethe.

    1801 yılında hastalanır. Günlerce ölümle pençeleşir. Ruh durumu iyice bozulur. 1805'de Schiller'in ölümü ruh durumunun daha da bozmasına neden olur.

    Napoleon yönetimindeki Fransız ordusu14 Ekim 1806'da Weimar'a girer. Goethe'nin evine yerleştirilen Fransız askerleri bir gece iyice sarhoş olarak evde kargaşa çıkarırlar. Ertesi gün üzücü olayı haber alan feldmareşal Ney bizzat Goethe'nin evine gelerek özür diler.

    1808 Ekiminde Napoleon ile tanışır; Napoleon, Goethe ile Wieland'a "Légion d'honneur nişanı" verir. Ayrıca, Napoleon Weimar'a savaşta yitirdiklerini karşılayabilmek için 300,000 frank bağış yapar ve Weimar alayını İspanya seferine götürmekten vazgeçer. Napoleon'un kişiliği Goethe'yi derinden etkiler. Ve Napoleon için "Dünyanın en zeki adamı" diyecektir.

    1812 yılında Napoleon Rusya savaşından ordusu perişan bir vaziyette geri döner. Fransa ordusunun bu durumdan dolayı Prusya Fransa'ya karşı ayaklanır. Goethe ve Weimar bu ayaklanmaya katılmazlar. Bunun üzerine Weimar alayı tutsak alınır ve şehir Prusyalılar tarafından kuşatılır. Goethe, Weimar'dan ayrılarak, Teplitz'e gider.

    Savaş bittikten sonra Weimar Dükü, Goethe'ye yeni bir ev armağan eder ve aylığını oldukça arttırır. 6 Haziran 1816'da Karısı Vulpius ölür. Bir yıl sonra oğlu evlenir. Hırçın bir kadın olan gelini Ottilie'yi, Goethe çok sever. Goethe'nin üç torunu olur.
    1817 yılında, Weimar Tiyatrosu yöneticiliğinden uzaklaştırılır. Bunun üzerine Dük ile arası açılır; ancak Dük ayağına kadar gelerek özür diler ve barışırlar. Ancak tiyatrodan uzaklaştırılması Goethe'de acı bir anı olarak kalır.

    1821 yılı yazında Karlsbad kaplıcalarında bulunduğu sırada on yedi yaşında olan Ulrike von Levetzow ile tanıştı; ve ona aşık oldu. 1823 yılı yazında yetmiş dört yaşındayken bu kızla evlenmeye karar verir ve Dükü kızı annesinden istemek üzere görücüye gönderir. Buradan oyalayıcı bir yanıt alırlar. Ancak, bu olgun adamın bu uçukluğu dillere düşer. Yaz sonu Marienbad'dan ayrılırken onu yolcu etmeye gelenler arasında Ulrike'de vardır. Genç kız Goethe'yi öper. Ama bu öpücük bir babayı öpen öpücük müdür? Goethe anlayamaz. Dönüş yolunda "Marienbad Elejisi" ni yazar. Bir daha Marienbad'a gitmemiştir:

    "Ben evrenden koptum! Yitirdim benliğimi Tanrıların gözdesiydim oysa. Sınadılar beni, Pandora'yı verdiler, İyiliklerle dolu Pandora, tehlikelerle dolu Pandora! Onlar, beni iteleyen Pandora'nın cömert dudaklarına, Onlardır beni ayıran ondan, yokluğa iten!"

    1823 yılından sonra evinden pek ayrılmaz Goethe. 15 Haziran 1828'de Dük ölür; 1830'da İtalya'da bulunan oğlu ölür. Bu ölümler Goethe'yi çok etkilemiştir. 22 Mart 1832 günü yaşama gözlerini kapar.

    Eserleri :

    Şiirleri:
    Balladlar
    Şiirler
    Toplum Türküleri
    Annette'in Kitabı
    Tatlı Ksenia'lar
    Batı Doğu Divanı
    Sevgi Üçlemesi

    Oyunları :
    Faust
    Götz von Berlichingen
    Clavio
    Egmont
    İphigenie Tauris'te
    Torquato Tasso
    Aşığın Kaprisi
    Stella
    Pandora
    Kardeşler
    Prometheus
    İlettiğimiz Şey
    Muhammet (tamamlanmamıştır)
    Suç Ortakları
    Akhilleus
    Halk Generali
    Elpenor (tamamlanmamıştır)
    Duygululuğun Zaferi

    Romanları :
    Genç Werther'in Acıları
    Wilhelm Meister'in Tiyatroculuğu
    Wilhelm Meister'in Çıraklık Yılları
    Wilhelm Meister'in Yolculuk Yılları
    Ruh Yakınlıkları
    Herman ile Dorothea
    Oyuncular İçin Kurallar
    Alman Göçmenlerinin Anlatıları
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:55 pm

    Erich Maria Remarque


    Erich Maria Remarque, (22 Haziran, 1898 – 25 Eylül, 1970) esas adı Erich Paul Remark olan Alman yazar.
    Erich Paul Remark Osnabrück'te Roma kilisesine bağlı katolik bir ailenin içinde doğdu.Babası Peter Remark bir basımevi ustasıydı.Osnabrück arşivlerinde bulunan nüfus kayıtlarına göre 17.yy'da ihtilalde katoliklere yapılan baskılar yüzünden Fransa'dan göç etmişlerdi.Önceleri Remarque olan soyisimleri Alman imlasına göre Remark olmuştu.Bir süre Münster Üniversitesi'nde öğrenim gördü ama 18 yaşında birçok kez yara aldığı 1. Dünya Savaşı'na katılmak zorunda kaldı. Savaştan sonra öğretmenlik, taşçılık ve Berlin'de bir tekerlek firması için test sürücülüğü yaptı.

    1929'da, Remarque'nin savaşın mutlak kötülüğünü 19 yaşındaki bir askerin gözünden anlattığı, en ünlü eseri, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Im Westen nichts Neues) yayımlandı. Bu kitabın ardından savaş zamanı ve sonrasını yalın ve duygusal bir dille gerçekçi bir şekilde anlattığı başka eserleri de yayımlandı.

    1931'de İsviçre'ye yerleşti. 1933'te, Naziler eserlerini yaktılar ve yasakladılar. 1938'de Alman vatandaşlığından çıkarıldı ve 1939'da Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. Hollywood'da tanıştığı Paulette Goddard ile 1958 yılında evlendi.

    72 yaşında Locarno, İsviçre'deki Sant Agnese kliniğinde aylardır acı çektiği anevrizmadan dolayı öldü.

    Eserleri :

    Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (1929)
    Dönüş Yolu (1931)
    Hayat Kıvılcımı (roman) (1952)
    Yaşamak Zamanı, Ölmek Zamanı (1954)
    Siyah Anıt (1956)
    Ölesiye Yaşamak
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:56 pm

    LOUIS ARAGON


    3 Ekim 1897'de Paris'de doğmuştur. Siyasal eylemci ve komünizm yanlısı şair, romancı ve deneme yazarı. Bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri diye biliniyor. Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan Breton, Soupaux ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı.

    Aragon'un ünü, öte yandan, İkinci Dünya Savaşı'nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d'Orléans'dan, Victor Hugo'ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir Aragon. Aragon açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon, romancı olarak da ün yapmıştır. Çağdaş romanların arasında önemli bir yer tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982 de Paris'te ölmüştür.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:56 pm

    Heinrich Böll


    1972 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan Heinrich Böll, 1917’de fakir ama ilerici bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Köln'de doğdu. 1937 yılında Köln Hümanistische Kaiser-Wilhelm Gymnasium’bitirdi. Aynı yıl Bonn’da, kütüphanecilik okumaya başladıysa da bir yıl sonra okulu bıraktı.

    1939’da İkinci Dünya Savaşı’na katıldı, esir düştü, 1945’e kadar özgürlüğüne kavuşamadı. Savaştan sonra hem üniversite öğrenimini sürdürdü, hem de ağabeyinin marangozhanesinde çırak olarak çalıştı. 1950’den sonra yaşamını yazar olarak Köln’de sürdürdü.

    Böll, 17 yaşlarında şiir yazmaya başladı. 19 yaşında Annemarie Cech’le tanıştı ve 1942 yılında onunla evlendi. Böll, 1939 yılında askere alındı ve İkinci Dünya Savaşı’na katıldı. Piyade olarak, Doğu ve Batı Cephesi’ne gönderildi. 1945 yılının Nisan ayından Eylül ayına kadar İngilizlerin ve Amerikalıların elinde savaş esiriydi.

    Savaş bitip Köln’e döndükten sonra, hem üniversite öğrenimini sürdürdü, hem de ağabeyinin marangozhanesinde çırak olarak çalıştı. 1947-48-50 yıllarında sırasıyla üç oğlu Raimund, Reni ve Vincent doğdu. 1950’den sonra yaşamını yazar olarak Köln’de sürdürdü.

    1947 yılında, Böll’ün ilk kısa öyküsü “Haberci”, sonra ilk romanı “Ademoğlu Neredeydin ?”, “Ve O Hiç Bir Şey Demedi” yayımlandı. Daha sonra, art arda öyküleri, romanları, tiyatro oyunları piyasaya çıktı. Yapıtlarında, önceleri 1. Dünya Savaşı’nı, özellikle de insanların nasıl savaştıklarını, savaşın yıkıntılarını ve acılarını anlatan Böll, daha sonraki yıllarda da Alman refah toplumunu eleştirdi.

    Alman ve Uluslararası PEN Derneği’nin başkanlığını da yapan Heinrich Böll, edebiyat yaşamına öykü yazarak başlamış ve öykücülüğü hep ön planda tutmuştur. İlk çalışmalarından en nitelikli yapıtlarına kadar, Böll’ün öykülerinde keskin gözlemcilik yeteneği, çağdaş ve eleştirel düşünce yapısı, alaycılığı, insancıl yaklaşımı kendini açıkça belli eder. Böll’ün eserleri yalnız Almanya içinde ve Alman dilini kullanan ülkelerde değil, bütün dünyada son yüzyılın önde gelen klasikleri arasına girmiştir.

    Savaş sonrası Alman yurttaşlarının yaşadığı tedirginliği, savaş sonucu engelli hale gelenlerin psikolojisini başarıyla edebiyata taşıyan Böll, uzun süren bir bronşitin ardından, 16 Temmuz 1985’de 67 yaşındayken öldü. Bonn’da, Bornheim Merten’de aralarında yazarların, politikacıların, Devlet Başkanı Richard von Weizäcker’in de bulunduğu, büyük bir halk kitlesinin katıldığı törenle toprağa verildi.

    Böll'ün vefatından sonra Almanya'da birçok okul onun adını aldı. Kasım 1987'de dostlarının girişimiyle Heinrich Böll Vakfı kuruldu.

    Eserleri :

    1949 - Trenin Tam Saatiydi -Der Zug war pünktlich-
    1951 - Ademoğlu Neredeydin? -Wo warst du, Adam?-
    1953 - Ve O Hiçbir Şey Demedi -Und sagte kein einziges Wort-
    1954 - Babasız Evler -Haus ohne Hüter-
    1957 - İrlanda Güncesi -Irisches Tagebuch-
    1962 Savaş Çıktığında -Als der Krieg ausbrach- ve Savaş Bitince -Als der Krieg zu Ende war-
    1963 - Palyaço -Ansichten eines Clowns-
    1966 - Bir Görev Seyahatının Sonu -Ende einer Dienstfahrt-
    1971 - Fotoğrafta Kadın da Vardı -Gruppenbild mit Dame-
    1974 - Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru -Die verlorene Ehre der Katharina Blum-
    1985 - Dört Oğluma Mektup ya da Dört Bisiklet -Brief an meine vier Söhne oder vier Fahrräder
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:58 pm

    Bertolt Brecht


    Bertolt Brecht, kısaca Bert Brecht, asıl adı Eugen Berthold Friedrich Brecht; 10 Şubat 1898 Augsburg'da doğdu; 14 Ağustos 1956 Berlin'de öldü.

    Yüzyılımıza damgasını vuran oyun yazarı ve tiyatro kuramcılarından Bertolt Brecht Bavyera'nın Augsburg kentinde doğdu. Aynı zamanda yetenekli bir şair olan Brecht ilk şiirlerini 1913'te okul gazetesinde yayımladı. Bundan bir yıl sonra ise yaşadığı kentin yerel gazetesinde yazıları çıkmaya başladı. Edebiyata ve tiyatroya büyük ilgi duymasına karşın bir süre tıp eğitimi gördü. Birinci Dünya Savaşının son yılında askere alındı ve bir hastanede görev yaptı. Aynı yıl "Ölü Askerin Öyküsü" adlı bir şiir yazdı. Bu şiiri, yıllar sonra Nazilerce suçlanarak Alman yurttaşlığından atılmasına neden oldu. 1919 şiir çalışmaları açısından verimli bir yıldı. Şiirlerini Die Hauspostille'de (Dua Kitabı) topladı.

    Bu sırada tiyatroya olan ilgisi de sürüyordu. 1924'te Berlin'e gitti. Burada Carl Zuckmayer, Max Reinhardt ve Helena Weigel gibi dönemin ünlü sanatçılarıyla tanıştı ve birlikte çalışma olanağı buldu. Bir süre sonra yetenekli bir oyuncu olan Helena Weigel'le evlendi ve bu evlilik ömrünün sonuna kadar sürdü. Brecht'in oyunların pek çoğunda Weigel başrolde oynadı.

    Tiyatro yönetmeni Erwin Piscator ve besteci Kurt Weill ile tanıştıktan sonra Brecht tiyatro yaşamında yeni bir adım attı. Piscator'la birlikte Jaroslav Hasekin ünlü romanı Aslan Asker Şvayk'ı sahneye uyarladıktan sonra yazdığı Adam Adamdır adlı oyunu "epik tiyatro" anlayışının ilk denemesiydi. Bu öğretici bir tiyatro türü olup, olaylar geleneksel tiyatrodakinin aksine, dramatik bir biçimde canlandırılacak yerde, izleyiciye anlatılır. İzleyici sahnede olup biteni bir gözlemci gibi izler. Epik Tiyatro'da amaç düşündürmek, izleyicinin aklını kullanarak bir karara varmasını, eleştirmesini ve harekete geçmesini sağlamaktır. Ancak geleneksel tiyatroda seyirci figürlerle hissî bir bağlantı kurar ve böylelikle aklından çok hislerini kullanarak hareket ederdi. Brecht dünyanın değişmesinden; insanların fırsat eşitliğine, düşünce özgürlüğüne sahip olduğu, adaletli bir düzenin kurulmasından yanaydı. Benimsemiş olduğu Marxist dünya görüşü doğrultusunda, böylesine bir dönüşümün gerçekleşeceğine inanıyordu. Tiyatronun bu amaca ulaşmak için etkili araçlardan biri olduğu kanısındaydı.

    Gene bu sırada yazdığı ve Kurt Weill'in bestelediği; dünya çapında ün kazanacak olan Mahagonny ve Üç Kuruşluk Opera adlı müzikalleri sahneye koydu.

    Nazilerin yönetime gelmesiyle birlikte Brecht'in Almanya'da çalışma olanağı ortadan kalktı. 1933'te Almanya'yı terk etti. Önce İsviçre'ye, oradan Danimarka'ya gitti. 1939'a kadar kaldığı Danimarka'da Tak-tik , Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti, Galileo'nun Yaşamı, Cesaret Ana ve Çocukları gibi her biri başyapıt olan oyunlar yazdı. Sezuanın İyi İnsanını da burada yazmaya başladı.

    1939'da Danimarka'nın da Nazi tehdidi altına girmesi üzerine önce Finlandiya'ya, oradan da 1941 de ABD'ye gitti. Brecht'in oyunlarından bazıları bu dönemde İngilizce'ye çevrildi ve ABD de sahnelendi. Ne var ki, bu ülkede izleyici Brecht'in oyunlarından tedirgin oldu ve ilgi göstermedi. 1947'de ABD'de esen Soğuk Savaş rüzgarı, Brecht'in Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komisyonu'nca sorguya çekilmesine yol açtı. Dünya görüşüne ilişkin suçlamalara karşı çıktı. ABD'de barınmayacağını anlamıştı.

    Brecht, Alman Demokratik Cumhuriyeti yöneticilerinin çağrısı üzerine Doğu Berlin'e yerleşti ve içlerinde eşi Helena Weigel'in de bulunduğu bir grup oyuncuyla 1949'da Berliner Ensemble adlı tiyatro topluluğunu kurdu. Berliner Ensemble, gerek kuramsal çalışmaları, gerek sahnelediği çok başarılı oyunlarıyla, dünya çapında ün kazanmakta gecikmedi.

    Ülkemizde de tanınan ve oyunları çok sevilen Brecht 1956 ilkbaharında hastalandı ve bundan kısa bir süre sonra Berlin'de öldü.

    Brecht'in Türk Tiyatrosu üzerindeki etkileri

    Türk Edebiyatı'nda Batı anlamında tiyatronun ilk adımının Tanzimat Döneminde atılmış olduğu bilinir. Fransız Tiyatrosunu örnek alan bu tiyatro, benzetmeci tiyatro anlayışının içinde kalan Dramatik Tiyatro'yu benimsiyordu.

    Benzetmeci Tiyatronun bizdeki yüzelli yıllık geçmişi düşünüldüğünde, Brecht'in yapıtlarının çoğu çevrilmiş, sahnelenmiş olmasına karşın; O'nun tiyatrosunun benzetmecilik geleneğinden arınmış bir düşünce tiyatrosu olduğunun özümsendiği söylenemez.

    Brecht'in oyunlarının dramatik bir anlayışla sahnelenmesi yapılan yanlışların başında gelir. Özellikle tek bir kişinin çevresinde odaklaşan oyunlarında bu durumla karşılaşılır. Sahnelenişte yapılan bir diğer yanlış, oyunun öğretici yanının aşırı derecede vurgulanmasıdır. 1960'larda Brecht tiyatro yaşamımıza girdiğinde, devrimci tiyatro anlayışı modaydı. Böyle olduğu için de oyunların öğretici işlevi üzerine önemle duruluyordu. Bu anlayış Brecht'i yer yer slogan tiyatrosuna dönüştüren oyunlar segilenmesine neden oluyordu.

    Brecht oyunlarının yanlış yorumlanmasında çevirilerin payından da söz etmek gerekir. Çevirilerde dikkati çeken hemen tümünün aşırı bağımsız oluşudur. Bunun nedenleri üç noktada toplanabilir:

    Çevirilerde sahne dilinin göz önünde tutulması, başka bir deyişle Türkiye izleyicisinin kolay anlayacağı bir dilin benimsenmiş olması.
    Yazarların kendi dil ve anlatım biçimlerini zorlaması.
    Çevirilerin bir çoğunun aslından değil, İngilizce ya da Fransızca'dan yapılmış olması.

    Kronoloji

    10 Şubat 1898 - Ausburg, Almanya'da doğdu.
    1914 - İlk şiir ve nesirlerini yayımladı.
    1917 - Liseden mezun oldu, Münih'de tıp eğitimi almaya başladı.
    1918 - Askere alındı, Ausburg'da sağlık görevlisi olarak çalışmaya başladı.
    1918 - "Baal" isimli ilk oyununu yazdı, tiyatro eleştirmenliğine başladı.
    1922 - Münih'de yaşıyor, yazarlık yapıyordu, Kleist ödülünü kazandı.
    1926 - Sevgilisi Helena Weigel'den bir oğlu olur. "Adam Adamdır" isimli ilk marksist oyununu yazar.
    1928 - Sevgilisi, oyuncu Helena Weigel ile evlenir. Ünlü eseri "Üç Kuruşluk Opera"yı yazar.
    1932 - Gorki'nin Ana`sının bir uyarlamasını kaleme alır. Naziler iktidara gelir, oyunun gösterimi yasaklanır.
    1933 - Sürgün; ailesiyle Almanya'dan ayrılmak zorunda kalır, İskandinavyaya gider. Bu sürgün yıllarında en önemli eserlerini kaleme alır.
    1941 - Amerika'ya gider.
    1947 - Amerika'dan ayrılır.
    1949 - Ailesiyle Doğu Berlin'e yerleşir, kendi tiyatrosunu açar.
    1950 - Berlin Sanatlar Akademisi üyesi olur.
    1953 - PEN-Merkezi başkanı olur.
    1955 - Artık çok ünlü olan Brecht'e SSCB Stalin Barış Ödülü verilir.
    14 Ağustos 1956 - İki yeni oyun üzerine çalışırken, kalp krizi geçirir ve vefat eder
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 3:59 pm

    Anne Rice


    Anne Rice, (doğum: 4 Ekim 1941) ABD'li yazar.

    İlk adı Howard Allen O'Brien'dir. Katolik bir İrlanda asıllı ailenin ikinci kızı olarak dünyaya gelmiştir. Rice'ın eserleri goth akımında önemli etkiler yapmıştır. New Orleans, Louisiana'da doğan ve ömrünün büyük kısmını burada geçiren Rice'ın birçok hikayesi de bu bölgede geçer. Anne Rice, Avrupa'da çeşitli üniversitelerde vampire literature studies şeklinde kürsüler kurulmasına sebebiyet vermiştir.Kitaplarının başlıca konuları vampirler, mumyalar ve cadılardır.Yazılarında sado-mazoşist öğeler de bulunur

    Vampir Günceleri (The Vampire Chronicles) adlı fantastik romanlar dizisiyle ünlenmiştir.

    Kitapları :

    İnterview with the vampire (1976)
    The feast of all saints (1979)
    Cry to heaven(1982)
    The claiming of sleeping beauty (1983)
    Beauty's punishment (1984)
    The vampire lestat (1985)
    Exit to eden (1985)
    Beauty's release (1985)
    Belinda (1986)
    The queen of the damned (1988)
    The mummy (1989)
    The witching hour (1990)
    The tale of the body thief (1992)
    Lasher (1993)
    Taltos (1994)
    Memnoch the devil (1995)
    Servant of the bones (1996)
    Violin (1997)
    Pandora (1998)
    Armand (1998)
    Vittorio the vampire (1999)
    Merrick (2000)
    Blood and gold (2001)
    The master of rampling gate (2002)
    Blackwood farm (2002)
    Blood canticle (2003)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:00 pm

    Woody Allen


    Gerçek adı Allen Stewart Konigsberg olan Woody Allen, 1935 yılında Brooklyn'in düşük - orta sınıflı bir bölgesinde, Ortodoks Yahudi bir ailede dünyaya geldi. Sürekli iş değiştiren bir babası, çiçekçi dükkanındaki kitaplardan sorumlu bir annesi ve bir kız kardeşi vardı.

    İlk kez yedi - sekiz yaşlarındayken film çekmeye merak saldı. Okumayı sökmediği yıllarda filmler için hikayeler yaratıyordu. Brooklyn'deki Midwood Lisesi'ni bitirdi, üniversite eğitimini ise tamamlamadı.

    15 yaşında bir karar aldı ve adını Woody Allen olarak değiştirdi. 16 yaşında radyo ve televizyon programlarına espriler yazmaya başladı.

    1961 - 1964 arasında stand-up komedi yaptı. Bu dönemdeki şovları bir yapımcının dikkatini çekti. Böylece bir sinema filmi için senaryo yazma teklifi aldı.

    1965'te ilk sinema filmi senaryosunu yazdı ve 'What's New Pussycat?' adlı bu filmde oynadı. Senaryonun yapımcıların elinde değişime uğramasından hoşnut kalmayınca, kendi yönetmeyecekse filmlere senaryo yazmama kararı aldı.

    Daha sonra - sadece oyuncu olarak - 'Casino Royale' adlı bir filmde yer aldı. Bunu ilk filmi olan 'What's Up, Tiger Lily' izledi. Kendisi filmi beğenmemişti, ancak çok olumlu eleştiriler aldı.

    Bir sonraki filmi 'Take the Money and Run Woody' de ilk kez yönetmen koltuğuna oturdu. Bu film kariyerinde bir dönüm noktası oldu. United Artists firması 'her ne istiyorsa yazması ve her ne istiyorsa yapması' teklifiyle onunla anlaşma imzaladı.

    İkinci filmi 'Bananas'nın (1971) ardından filmlerinde hem senarist, hem yönetmen, hem aktör hem de casting yönetmeni olarak görev aldı.

    'Play it again Sam' adlı oyunu yazıp oynadı. Ardından 'Woody Everything You Always Wanted to Know About aaa'in senaryosunu yazdı.

    1973'te 'Sleeper'ı, 1977'de 'kariyerinin en önemli filmi' olarak anılacak olan 'Annie Hall'u çekti.

    1986'da 'Allen', 'Annie Hall' ve 'Manhattan' filmlerinden sonra 'Hannah and Her Sisters'ı yazıp yönetti. Bu filmde çalıştığı görüntü yönetmeni Carlo Di Palma ile daha sonra da pek çok filmde birlikte çalıştı.

    Son 10 yılda 'Crimes and Misdemeanors', 'Bullets over Broadway' ve 'Deconstructing Harry' gibi filmleri çekti.

    1954'te Harlene Rosen ile evlendi. Bu evlilik 1960'ta son buldu. Allen ikinci evliliğini 'Bananas' filminde rol alan Louise Lasser ile yaptı.

    Aktrist Diane Keaton ile 1970'li yıllarda birlikte oldu. Keaton, Allen'ın 'Annie Hall' (1977) ve 'Manhattan' (1979) gibi önemli filmlerinde rol aldı.

    Allen'ın oğlu Satchel'in annesi Mia Farrow ise Allen'ın bir başka tutkulu ilişkisi oldu. 1980'de başlayan bu ilişki, 1992'de Allen, Farrow'un üvey kızı Soon-Yi Previn ile birlikte olunca sonlandı.

    Allen, 1997'de 1970 doğumlu Soon-Yi Previn ile Venedik'te evlendi.

    Filmleri:

    1965 - What's New, Pussycat?
    1966 - What's Up , Tiger Lily?
    1967 - Casino Royale
    1969 - Take the Money and Run
    1971 - Bananas
    1972 - Play It Again, Sam
    1972 - Everything You Always Wanted to Know About aaa
    1973 - Sleeper
    1975 - Love and Death
    1976 - The Front
    1977 - Annie Hall
    1978 - Interiors
    1979 - Manhattan
    1980 - Stardust Memories
    1982 - A Midsummer Night's aaa Comedy
    1983 - Zelig
    1984 - Broadway Danny Rose
    1985 - The Purple Rose of Cairo
    1986 - Hannah and Her Sisters
    1986 - Meeting Woody Allen
    1987 - King Lear
    1987 - September
    1987 - Radio Days
    1988 - Another Woman
    1989 - New York Stories
    1989 - Crimes and Misdemeanors
    1990 - Alice
    1991 - Scenes from a Mall
    1992 - Shadows and Fog
    1992 - Husbands and Wives
    1993 - Manhattan Murder Mystery
    1994 - Bullets Over Broadway
    1994 - Don't Drink the Water
    1995 - The Sunshine Boys
    1995 - Mighty Aphrodite
    1997 - Deconstructing Harry
    1997 - Everyone Says I Love You
    1998 - Wild Man Blues
    1998 - Celebrity
    1998 - The Imposters
    1998 - Antz (ses)
    1999 - Picking Up the Pieces
    1999 - Company Man
    1999 - Sweet and Lowdown
    2000 - Small Time Crooks
    2001 - Stuck On You
    2002 - Hollywood Ending
    2005 - match point
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:01 pm

    Franz Babinger


    Franz Babinger, 1 Ocak 1891 senesinde Weiden'de doğdu, 23 Haziran 1967 senesinde Arnavutluk'ta öldü; Alman Türkoloğu. Würzburg ve Münih'de tarih ve sanat tarihi dersleri okudu. Hind dili ve semitik filolojisinde doktora yaptı (1914). Aynı sene gönüllü asker olarak Türkiye'ye geldi. Osmanlı ordusu içinde Çanakkale, Kafkasya, Irak ve Galiçya'da bulundu. Berlin Üniversitesinde doğu bilimleri doçenti ve profesörü oldu (1924). Bir süre Naziler tarafından görevden uzaklaştırıldı. Bükreş ve Yaş şehirlerinde çalıştı. 1947'de tekrar Almanya'ya dönerek, Münih Üniversitesinde kültür ve edebiyatı ile Türk tarihi üzerinde çalıştı. 1951 senesinde İstanbul'da toplanan Müsteşrikler (Doğu Bilimciler) Kongresine iştirak etti. İstanbul'un 500. fetih yılı münasebeti ile Fatih Sultan Mehmed hakkında bir kitap neşretti.

    Almanca olan eserlerinden bazıları

    İstanbul'da Kitapçılık (1919)
    Osmanlı Tarih ve Müverrihleri (Geschichtsschreiber der Osmanen und ihre Werke, 1923)
    Evliya Çelebi'nin Küçük Asya'da Seyahat Notları (1930)
    Boşnak Osman Paşa Arşivi (1931)
    Rumeli'de Türk Hakimiyetinin İlk Devreleri Hakkında Notlar (1944)
    Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı (Mehmed der Eroberer und seine Zeit, 1953)
    İslam Ansiklopedisi'nde Türklerle ilgili yüzden fazla makalesi yayımlanmıştır.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:02 pm

    Marcel Proust


    Marcel Proust 10 Temmuz 1871'de Auteuil'de doğdu. Bütün yaşamını etkileyecek astım krizlerinin ilkini 1881'de geçirdi. 1890'da Hukuk Fakültesi'ne ve Siyasal Bilgiler Okulu'na kaydoldu. Aynı yıl Maupassant'la tanıştı. Sorbonne'da felsefeci Henri Bergson'un derslerine girdi. Arkadaşlarıyla birlikte Le Banquet dergisini kurdu; burada edebiyat eleştirileri yayımladı. 1893'te, Swann'ın Bir Aşkı`nın "eskizi" olabilecek nitelikte bir metin yazdı. 1894'te Dreyfus olayı başladı. Marcel Proust, Dreyfus yanlıları arasında yer aldı. 1895'te felsefe lisansı diplomasını aldı. 1898'te Dreyfus olayı büyüdü. Aynı yıl Zola'nın "J'accuse" adlı açık mektubu L'Aurore gazetesinde yayımlandı. 1905'de annesini kaybettikten sonra etrafıyla ilişkileri azaldı ve kendini yazmaya verdi. 34 yaşındaki eşcinsel yazar için annesi hayatındaki en önemli kadındı. Geçirdiği sinir buhranından ve gördüğü tedaviden sonra Proust, deneme yazılarında önemli edebiyatçılarla felsefecileri inceledi. Bunların başında, çalışmalarını Fransızcaya çevirdiği İngiliz John Ruskin ve eleştirilerinin hedefi olan Charles Augustin Sainte-Beuve geliyordu. Bergson'un bilgi kuramı üzerinde çalışması, Proust'un anlatım tekniğini düzeltmesini sağladı. 1908'de yazdığı Pastiches et melanges (Taklitler ve Seçmeler) (yayım tarihi: 1919) yeniden, sonra yazacağı başyapıtı için bir tür ön çalışması oldu.

    Proust 1908'den sonra tamamen inzivaya çekilerek hiç ara vermeksizin yedi bölüme ayırdığı başyapıtı À la recherche du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde) adlı dizi romanı üzerinde çalıştı. (Bu roman 1927'ye kadar 15 cilt ve yedi bölüme ayrılmış olarak çıktı).

    1913'te ilk bölümü olan Du côté de chez Swann (Swann'ların Tarafı) çıktıktan sonra onu izleyen diğer bölümler A l'ombre des jeunes filles en fleurs (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, 191, Le côté de Guermantes (Guermantes Tarafı 1920/1921), Sodome et Gomorrhe (Sodom ve Gomorra, 1921-1923), La prisonniere (Mahpus Kadın, 1923), Albertine disparue (Albertine Kayıp, 1925), Le temps retrouvé (Yakalanan Zaman, 1927) yayımlandı. Bu dizide otobiyografik bir hava bulunmaktadır ve yapıt birbirine paralel iki düzlemi birleştirmektedir: Romanın yazılışı (anımsama olayı) ve geçmiş olayların eski otantikliği içinde hatırlanması. Proust'un yaşantısından alınan tek tek episodlar, burjuvazinin ve aristokrasinin tam bir tablosu ve en ince ayrıntılarına kadar araştırıp anlattığı hayatlar olarak ortaya çıkarlar. Proust bunu yaparken, şimdiki zamana ve geçmişe ait bilinç içindekileri, çağrışımlı olarak birleştirebilmek amacıyla olayları kronolojik bir sıraya koymadı. 3000 sayfayı bulan bu roman 20. yüzyıl edebiyatının en önemli eserlerindendir.

    Proust, 1922 Ekim ayı başında bir bronşit krizi geçirdi, bunu zatürree izledi. Yazar, 18 Kasım 1922 tarihinde Paris'te öldü.

    Eserleri :

    Les plaisirs et les jours, 1896
    Sur la lecture, 1906 (Okuma Üzerine, Nisan Yayınları, 1997) (Sésame için önsöz) (Bkz.Du Côté de chez Swann)
    À la recherche du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde), 1913-1927
    Du côté de chez Swann (Swann'ların Tarafı), 1913
    À l'ombre des jeunes filles en fleur (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde), 1918
    Le côté de Guermantes (Guermantes Tarafı), 1920
    Sodome et Gomorrhe (Sodom ve Gomorra), 1922
    La prisonnière (Mahpus), 1923
    Albertine disparue (Albertine Kayıp), 1925
    Le temps retrouvé (Yakalanan Zaman), 1927
    Pastiches et mélanges, 1919
    Contre Sainte-Beuve, 1954
    Jean Santeuil (yarım kalmış), 1954
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:03 pm

    Charles Perrault


    Merhaba arkadaşlar... Şu an için bu ismi hatırlayamasak da aslında eserleri, çocukluğumuza renk katan değerli bir Fransız Edebiyatçısı olan Charles Perrault, (12 Ocak, 1628-16 Mayıs, 1703) Yazdığı çocuk hikayeleri ile ünlenmiştir.

    Charles Perrault 12 Ocak 1628'de Paris'te varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası tanınmış bir avukattı. Charles önce Beavuais Koleji'nde öğrenim gördü, daha sonra Orleans'da hukuk öğrenimi görmeye başladı. 1651'de hukuk fakültesinden mezun oldu. Paris Barosu'na kaydoldu ve kısa bir süre avukatlık yaptı. Sanata büyük bir ilgisi vardı, çeşitli resmi görevlerde yer aldı.

    Yazı hayatına 1654 yılında başlamıştır ve yazmak kısa sürede onun en büyük tutkusu olmuştur. Gelecekte yazdığı çocuk masallarıyla ünlenecek olan Perrault'un çocuk masalları yazmaya başlamasının ana nedeni kendi çocuklarına anlatacak, okuyacak bir masal beğenememesiydi. İlk masallarını kendi çocukları için yazmıştır. Bundan zevk almaya ve ürettiklerinin kalitesini anlamaya başlayınca çocuk masalları yazmaya devam etmiştir. Yazdığı masallar ileride peri masalı olarak adlandırılacak türün ilk örneklerindendi. Yazdığı masallarda genelde çevresindeki bilinen mekanları kullanmış, düş-benzeri atmosferler yaratmıştır.

    Başlıca Eserleri :

    La Belle au bois dormant (Uyuyan Güzel)
    Le Petit Chaperon rouge (Kırmızı Başlıklı Kız)
    Le Chat botté (Çizmeli Kedi)
    Cendrillon (Külkedisi)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:04 pm

    Moliere

    Jean-Baptiste Poquelin, daha bilinen adıyla Moliere (15 Ocak, 1622 – 17 Şubat, 1673) Fransız oyun yazarı ve oyuncu.

    Moliere, sarayın döşemelerini yapan bir mobilyacının oğluydu. Paris'in en iyi okullarından College de Clermont'da öğrenim gördü. 1643'te Illustre- Theatre adlı bir tiyatro topluluğu kurdu, sahne adı olarak Moliere'i seçti. Moliere'in bilinen ilk yapıtları, 1655'te Lyon'da sahnelenen L'Etourdi ou contretemps (oynanışı Savruk, 1876; yayımlanışı Şaşkın yahut Beklenmedik Engeller, 1944). Moliere ve topluluğunun ilk başarılı temsili ise 1658'de Louvre Sarayı'nda Kral XIV. Louis önünde oynanan Corneille'in Nicomede'iydi. Moliere, ertesi yıl ilk önemli komedisi sayılan ve Paris'te sahnelenen ilk oyunu olan Les Precieuses'ü (oynanışı Dudukuşları, 1876; yayımlanışı Gülünç Kibarlar, 1943) yazdı. Sosyetenin kibar davranışlarına özenen iki taşralı genç kızı konu alan bu oyun, Moliere'in bütün yapıtlarında öne çıkan bir temanın ilk işlenişiydi: Moliere burada, toplumsal kuralların gerektirdiği yüzeysel kibarlıkla altta yatan içgüdüsel davranış arasındaki uyumsuzluğun yarattığı gülünçlüğü ele alıyordu.

    Moliere'in topluluğu 1661'de, Kardinal Richelieu'nün bir tiyatro binası olarak yaptırdığı Palais Royal'deki (Kraliyet Sarayı) bir salona taşındı. Moliere'in bütün "Paris" oyunları burada sahnelenecekti. 1662'de sahneye konan ünlü oyunu L'Ecole des femmes (oynanışı Kadınlar Mektebi, 1876; yayımlanışı Kadınlar Mektebi, 1941) daha ilk gecesinde skandal yarattı. Seyirciler ve yetkililer, artık hiçbir değere saygısı kalmamış bir komedyenle karşı karşıya olduklarını düşünüyorlardı. Oyun, kadınlardan çekinen ve bu yüzden de saf, gözü açılmamış bir genç kızla evlenerek onu kendi ilkeleri doğrultusunda yönetmek isteyen bir erkeği konu alıyordu. Oyunun sonunda adam genç eşine aşık oluyor, ama aşkı dile getirmesini ve kadınlara bir sevgili gibi yaklaşmasını bilmediği için gülünç durumlara düşüyordu. Moliere oyuna gelen eleştirilere 1663'te La Critique de L'Ecole des femmes (Kadınlar Mektebinin Tenkidi, 1944) ve L'Impromptu de Versailles (Versailles Tulûatı, 1944) adlı tek perdelik oyunlarıyla karşılık verdi. Bunlardan ilkinde komedi anlayışını yansıtıyor, ikincisinde ise oyuncuların dinlenme odasını ve prova sırasında sahne arkasındaki konuşmaları çok gerçekçi bir bakışla anlatıyordu.

    Moliere 1662'de Armande Bejart'la evlendi. Üç çocuğu oldu, ama bunlardan yalnızca biri yaşadı. 1664'te sahnelenen Le Tartuffe, ou I'imposteur (oynanışı Tartüf, 1876 ve Riyanın Encamı, 1881; yayımlanışı Tartuffe, 1944) adlı oyunun Kadınlar Mektebi'nden de daha büyük bir gürültünün kopmasına yol açtı. Oyun kilisenin baskısıyla yasaklandı ve ancak 1669'da yeniden oynanma olanağı buldu. Tartuffe, bir tür danışmanlık ve eğitmenlik rolüyle bir burjuvanın evine kapağı atmış, dindar görünüşlü bir sahtekarın serüvenleri üzerine kuruluydu. Moliere Tartuffe'ün yasaklanmasına karşın, daha da kışkırtıcı bir oyun olan Dom Juan, ou le festin de Pierre'i (oynanışı Don Civani, 1876; yayımlanışı Don Juan, 1943) sahneye koydu. Don Juan, aristokratik bağımsızlık ilkesini hiçbir borç ya da yükümlülük tanımamak ve Tanrı'yı da hiçe saymak noktasına kadar vardıran, ama herkesin kendisine karşı yükümlülüklerini yerine getirmesini de istemekten geri kalmayan tipik bir Moliere kahramanıydı. Uşağı Sganarelle ise gerçekliği, dindarlığı ve ürkekliğiyle her bakımdan efendisinin tersiydi. Bu iki kahraman, Cervantes'in Don Quijote ile Sancho Panza'sının Fransız edebiyatındaki karşılığı olarak da görülebilir. Ama Don Quijote'nin saf hayalciliğinin yerini, Don Juan'da edepsizlik almıştır. Sonunda Don Juan, tanrıtanımazlığından ötürü cehenneme gönderilir; ama bu arada seyirciyi eğlendirmeyi ve onların ikiyüzlülüklerini de açığa çıkarmayı başarmıştır.

    Moliere, 1666'da da en başarılı oyunlarından sayılan Le Misanthrope'u (oynanışı Adamcıl, 1876; yayımlanışı İnsandan Kaçan, 1976) sahneye koydu. Komedinin kahramanı Alceste, ilkelerine sımsıkı bağlı, hiç kimseyi beğenmeyen, ama bu arada kendi kusurlarının hiç farkına varamayan yeni tip bir budalaydı. Moliere'in en ünlü oyunlarından biri olan L'Avare (Cimri, 1938, 1991) ilk kez 1668'de sahnelendi. Yapıt, şiiri andıran bir düzyazıyla yazılmıştı. Geleneksel komedinin bütün kalıplarının dönüşüme uğratılarak kullanıldığı bu oyun, kahramanının çelişkisini fazla sert ve çıplak bir tarzda göz önüne serdiği için önceleri pek tutulmamıştı. Cimrinin para tutkusu, oyunun bazı sahnelerinde gaddarlık, patolojik bir yalnızlık, hatta açıkça çılgınlık noktasına varıyordu. Sonradan Goethe Cimri'nin bir komedi değil, bir trajedi olduğunu öne sürmüşse de bu yorum abartılı sayılabilir. Çünkü komediye özgü olan temel çelişki, insanca olmayan amaçlarla insani içgüdüler arasındaki karşıtlık, burada da ortaya çıkar; ama Moliere seyirciye neşeli bir gülünçlüğü değil, saçmalık ve sakinliği hissetirir. Moliere'in 1668'de sahnelenen öteki oyunu George Dandin (oynanışı Kıskanç Herif, 1873; yayımlanışı George Dandin, 1943) uzun süre bir fars olarak değerlendirilmiştir. Günümüzdeki bazı eleştirmenlere göreyse, Moliere'in belki de en özgün, en gözüpek yapıtıdır. Komedinin kahramanı Dandin, kendi budalalığını kabul eden, ama her şeyin ters gittiği bu dünyada akıllı olmanın da işe yaramadığını öne süren ironik bir tiptir. Haklı olduğu sezilmekte, ama kendisi haklı olduğunu bir türlü açıkça kanıtlayamamaktadır. Moliere'in sağlığı 1669'dan sonra giderek bozuldu. Gene de 1670'te başyapıt sayılan Le Bourgeois gentilhomme'u (oynanışı Köylü Asilzade ve Burjuva Jantilom, 1927; yayımlanışı Kibarlık Budalası, 1937) sahnelemeyi başardı. Bu, Moliere'in en sevinçli, en mutlu komedilerinden biriydi. Orta sınıf içindeki yükselme ve sınıf atlama çabalarını konu alan oyunun kahramanı Jourdain, boş ve anlamsız sözleriyle sözlerin gerçekten boş olduğunu ister istemez hissettiren, cömert yaradılışlı ama bundan da utanç duyan, sevimli bir tipti. Hastalığına karşın, ömrünün son yıllarında Moliere üç önemli oyun daha sahneledi. 1671'de sahnelenen Les Fourberies de Scapin (Scapin'in Dolapları, 1944), 1672'de sahnelenen Les Femmes savantes (oynanışı Okumuş Kadınlar, 1876; yayımlanışı Bilgiç Kadınlar, 1944) ve 1673'teki sahnelenen Le Malade imaginaire (Hastalık Hastası, 1940, 1982). Bu son oyun, ölümünden ve doktorlarından korkan bir hastalık hastasının kuruntularıyla birlikte tıp mesleğini ve doktorların bilgiçliğini de alaya alıyordu. Oyunun üçüncü gecesinde Moliere sahnede hasta rolünü oynarken kalp krizi geçirdi ve evine götürüldükten hemen sonra öldü.

    Moliere'in ayna zamanda bir oyuncu olması yazdıklarını da etkilemiştir. Oyunlarının karakterleri, kendi tiyatro topluluğunun oyuncularını andırır. Kendisi de genellikle, çabuk kızan adam, uşak, aldatılmış koca, dar kafalı burjuva ve "Moliere denen herife" söven yobaz ihtiyar gibi rollere çıkmıştır. Gerçek yaşamda, hatta provalarda yaşadığı durumları kolayca bir oyun malzemesi haline getirmekte ustadır. Bu yüzden çoğu oyunlarında bir doğaçlama havası görülür; modeli önceden belirlenmiş bir oyun yazmaz, o anda bulduğu, eline geçen konuyu ya da insan tipini oyunlaştırır. Oyunlarının konuları ve olay örgüleri, belli bir tartışmayı başlatmak için çoğu zaman yalnızca bir araç işlevi görür. Bu konuşmalar içinde, oyun kişileri, birbirlerinin görüş ve sözlerindeki yanlışlık, anlamsızlık ya da çelişkiyi ortaya çıkarırlar. Roller sık sık değişir, akıllı adam aptal duruma düşer, budalanın da derinde yatan bir mantığın sözcüsü düzeyine yükseldiği olur. Bu nedenle, Moliere'in oyunlarını bir akılcılık savunusu olarak görmek yanlış olur: Moliere de akılla akılsızlık birbirine çok yakındır; bu yakınlık, Moliere komedisinin çağı için çok yeni bir kavramı, saçmalık kavramını öne çıkarmasını sağlar. Eğer bir söz ya da olay, her türlü akılcılık sınırını aştığı halde bizi güldürüyorsa, Moliere'e göre burada akılla budalalık sürekli yer değiştiriyor demektir. Moliere, klasik çağın ve günümüzün ölçülerine göre, profesyonel bir yazar ya da edebiyatçı değildi. Oyunlarının tümünü, yayımlamak amacıyla değil, oynanmak amacıyla yazmıştır
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:05 pm

    Milan Kundera


    Milan Kundera 1 Nisan 1929'da Çekoslovakya'nın Brno şehrinde doğdu. 14 kitap yazmış, sayısız ödül almış, yazarlık mesleği yanında uzun yıllar müzik ve sinemayla profesyonel olarak uğraşmıştır. Çek asıllı Fransız yazar yaşamını Paris'te, eşiyle birlikte sürdürmektedir.
    1929 yılında, orta halli Kundera ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Ludvík Kundera (1891-1971), 1948-1961 yılları arasında Brno Müzik Akademisi müdürlüğü yapmış olan, ünlü müzikolojist ve piyanist Leoš Janáček'in öğrencisiydi. İlk piyano derslerini babasından aldı ve ilerleyen yıllarda kendisi de müzikoloji üzerine çalışmalar yaptı.

    Lise eğitimini 1948 yılında Brno'da bitirdikten sonra, Charles Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde, edebiyat ve estetik üzerine eğitim gördü. İki dönem sonra Film Akademisine geçti ve yönetmenlik konusunda ilk makalelerini yazdı fakat daha sonra çalışmalarını politik baskı yüzünden durdurmak zorunda kaldı.

    İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Komünist Parti'ye üye oldu. Ancak 1948'in şubat ayında partiden çıkarıldı.1950 yılında da bir diğer Çek yazar Jan Trefulka Komünist Parti'ye karşı faaliyetlerde bulunmaktan, partiden uzaklaştırıldı. Trefulka o günlerde gerçekleşen olayları 1962 yılında yazdığı Pršelo jim štěstí (Onlardan Yükselen Mutluluk) romanında anlattı, Kundera'ysa o günlerde başına gelenleri bir şaka olarak görmüş olacak ki, partiden çıkarılma sürecinde başına gelenleri anlattığı kitabının ismini Žert (Şaka) koydu.1956 yılında Komünist Parti'ye tekrar giren Milan Kundera, 1976 yılında ikinci kez, Václav Havel gibi ünlü yazarlar ve sanatçılarla birlikte partiden ihraç edildi.

    1968'deki Rus istilasından sonra, Prag Müzik ve Sanatlar Akademisindeki görevinden uzaklaştırılan Kundera, politik baskılara dayanamayarak Fransa'ya göç etti ve 1981 yılında Fransa vatandaşı oldu.1979 yılında yazdığı Gülüşün ve Unutuşun kitabından sonra Çekoslovak Hükümeti, vatandaşlık hakkını geri verdi.

    1980 yılında Gabriel Garci Marquez'in aldığı Commonwealth Ödülü'nü, 1981 yılında Tenesse Williams'la paylaştı.En bilinen romanı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği 1988 yılında Philip Kaufman tarafından sinemaya uyarlandı.1983 yılında Michigan Üniversitesi tarafından fahri doktora ünvanı verilen Kundera 1985 yılında da Kudüs Ödülüne layık görüldü.

    Çağımızın en başarılı düşünsel roman yazarı ve varoluşçuların sonuncusu olarak nitelendirilen Kundera'nın son kitabı Perde, 2005 yılında yayınlandı.

    Ödülleri :

    Medicis Ödülü(Yaşam Başka Yerde)
    Mondello Ödülü(Jacques İle Efendisi)
    Commonwealth Ödülü
    Europa Literatura Ödülü
    Kudüs Ödülü

    Eserleri :

    Şaka (1967)
    Gülünesi Aşklar (1960)
    Yaşam Başka Yerde (1969)
    Jacques ve Efendisi (1975)
    Veda Valsi (1976)
    Gülüşün ve Unutuşun Kitabı (1979)
    Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (1981)
    Roman Sanatı (1985)
    Ölümsüzlük (1990)
    Saptırılmış Vasiyetler (1992)
    Yavaşlık (1994)
    Kimlik (1998)
    Cehalet (2000)
    Perde (2005)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:06 pm

    Jean de La Fontaine


    Jean de La Fontaine (okunuşu Lafonten), 8 Temmuz 1621 Chateau Thierry'de doğdu, 13 Nisan 1695 Paris'te öldü; Fransız şairi.

    Yazdığı fabl eserleri ile tanınmıştır. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Paris'te kolejde okudu. Hukuk tahsili yaptı. Papaz yetiştirilmek istenildi ise de kiliseden ayrıldı. Okul hayatında başarılı bir öğrenci olamadı. Gençliğinde baba mesleği olan orman ve su kanalları işleriyle uğraştı. Çeşitli memurluklarda bulunmuş, düzensiz bir hayat yaşamıştır.

    1673 senesinde Madam de la Sablière'nin himayesine girerek burada ilim adamları, felsefeciler ve yazarlarla tanıştı. İlk masallarını burada yazdı. Çağdaşları, La Fontaine'i bir masal yazarı olarak görüyorlardı. Halbuki La Fontaine, yazdığı masallarda Dede Korkut masallarındaki üslupla hayvanlara ahlaki karakterler vererek onların şahıslarında bazı insan karakterlerini tenkid etmiş bir ahlak dersi vermiştir. Buna edebiyatta teşhis ve intak sanatı denir. La Fontaine'in bu hususiyeti çok geç fark edilmiştir. Eserlerinde sadelik ve açıklık görülür. Konuşma şeklinde akıcı şiirleri, hayvanlar üzerinde tenkitleri, incitmeden iğneleme usulleri ile Fransız edebiyatına büyük eserler kazandırmıştır.

    La Fontaine masallarındaki konular, şark klasiklerinden alınmadır. La Fontaine'den çok önceleri yazılmış Beydeba'nın Kelile ve Dimne eserindeki hikayelerin pekçoğu, bu Fransız edebiyatçısı tarafından şiir şeklinde tekrarlanmıştır. Masalları çoğunlukla herkesin anlayabileceği bir şekilde yazılmıştır. La Fontaine'in canlı, hızlı, incelik ve nükte dolu bir anlatımı vardır. Kişilerini hemen daima hayvanlar arasından seçerse de bazan insanları, bilhassa köylüleri de olaylara karıştırır. Sık sık bahsettiği hayvanlar aslan, kurt, tilki, eşek ve horozdur.

    La Fontaine, kötüyü göstererek iyinin ne olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Ancak şiirlerini okuyan çocuklarda herhangi bir açıklama yapılmazsa tam ters etkinin hasıl olduğu da bir gerçektir.

    Masalları toplam olarak 238 adet olup, 12 kitapta toplanmıştır. 1668'de basılan ilk altı kitabında 124 masal vardır ve bunlar birinci cildi meydana getirir. İkinci cilt 1678'de basılan beş kitaptır. En son 1694'de bastırdığı üçüncü cilt ise tek kitaptan ibarettir.

    La Fontaine, roman ve piyes de yazmıştır. Nakaratlı uzunca şiirleri ve şiirli mektupları vardır. Hadım, Gülünç Macera, Floransalı, Büyük Maşrapa, Köy Sevdaları komedi türündeki eserlerindendir. Contes (Kont) isminde şiirli hikayeler eserinden dolayı Fransız Akademisine kabul edildi. 1695'te Paris'te öldü.

    Eserleri birçok dile tercüme edilmiştir. Ancak hiçbir tercüme orijinalindeki sadelik ve çekiciliği verememiştir.

    Türkçeye ise, Recaizade Mahmud Ekrem, Tevfik Fikret ve Orhan Veli Kanık tarafından çevrilmiştir.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


     Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Empty
    MesajKonu: Geri: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar... Icon_minitimeÇarş. Mayıs 04, 2011 4:08 pm

    Jules Verne


    Jules Gabriel Verne (Jül Vern) , Fransız bilim kurgu yazarı (8 Şubat 1828 - 24 Mart 1905).

    Jules VerneFransa'nın Nantes şehrinde doğdu , yazmaya 1850 yılında başladı. İlk yazdığı eserler tiyatro oyunlarıydı. Balonla Beş Hafta adlı romanı ile büyük ün kazandı. Yazar bir çok icatı önceden tahmin ettiği için "bilim falcısı" lakabı ile anılır. Denizaltı, uzay yolculuğu gibi onun zamanında olmayan bir çok olayı öngördü. İnatçı Keraban adlı romanında Osmanlı İmparatorluğunu ve Türk insanını anlattı. Kitaplarında öngördüğü icatlara genelde onun kullandığı isimler verilmiştir. Jules Verne eserleri, dünyada başka dillere en çok çevrilmiş yazardır. Eserleri 148 dile çevrilmiştir. Jules Verne öldüğünde, ardında yayımlanmamış 6 roman bırakmıştı. Oğlu Michel Verne, yayımcının isteği üzerine, dönemin gereklerine uydurmak için bu kitaplarda çeşitli değişiklikler yaptı. Fakat yapılan hata anlaşılınca, yeniden Jules Verne'nin yazdığı orijinal metinlere dönüş yapıldı ve bu romanlardan Altın Yanardağı ve Wilhelm Storitz'in Esrarı (İthaki Yayınları, 2002) Fransa'da 1995 ve 1996 yıllarında basıldı. Daha sonra Macellanya (En Magellanie) TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasında 2002'de basıldı. Güzel Sarı Tuna ile Meteor Avı romanları da TÜBİTAK tarafından yayımlandı. Bu beş romandan önce de Jules Verne öldükten çok kısa süre basılmış bir kitabı daha bulunuyor: Dünyanın Ucundaki Fener (1905).

    Eserleri :

    Balonla Beş Hafta (1863)
    Yirminci Yüzyılda Paris (1863 , ilk kez 1994 yılında yayınlanmıştır)
    Dünyanın Merkezine Yolculuk (1864)
    Aya Yolculuk (1865)
    Kaptan Grant'ın Çocukları (1867-1868)
    aaaaen Günde Devr-i Âlem (1872)
    Denizler Altında 20000 Fersah (1873)
    İnatçı Keraban (1882)
    Michael Strogoff (1876)
    İki Yıl Okul Tatili (1886-1887)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
     
    Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...
    Sayfa başına dön 
    1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki
     Similar topics
    -

    Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
     :: Türk Edebiyati-
    Buraya geçin: