En son konular | » Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- ByeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN» Bir Sarkisin Sen Cuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN» MerHaba MerHaba :)Cuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan MutfağıCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan CocuklarCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip VarCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)Cuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Benim HayatımCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)Cuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN |
Istatistikler | Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke
Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
|
Sosyal yer imi |
www.ay-maral-can.yetkin-forum.com
Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın |
|
akısı | |
| | Tevfik Fikret Şiirleri | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Tevfik Fikret Şiirleri Salı Mayıs 17, 2011 12:48 pm | |
| AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA
Karıncayı tanırsınız Minimini bir hayvandır Fakat gayet çalışkandır Gayet tutumludur, yalnız Pek hodgamdır, bu bir kusur: Hodgm olan zalim olur.
Bir gün ağustos böceği Tembel tembel ötüp durmak Neticesi aç kalarak Karıncadan göreceği Bürudete bakmaz, gider Bir lokma şey rica eder Der ki: - Acıyınız bize Coluk çocuk evde açız Ianenize muhtacız. Karınca bir yüreksize Layık huşunetle sorar: - Aç mısınız? Ya o kadar Uzun, güzel günler oldu. O günlerde ne yaptınız? Böcek inler: - Açız, açız Bakın benzim nasıl soldu O günlerde gülen, öten Sazla, sözle eğlenen ben Bugün bakın ne haldeyim! Vallah açız, billah açız, Halimize acıyınız! Karınca eğlenir: - Beyim, şimdi de raksedin, ne var? "Yazın çalan kışın oynar."
**
BALIKÇILAR
- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader
- Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta
- Olur Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz Çocuk düşündü şikayetli bir nazarla: - Ya biz Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz
Hâlâ Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi
- Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme... Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha
Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa
- Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa - O gitmek istedi; "Sen evde kal!" diyor... - Ya sakın O gelmeden ben ölüsem
Kadın bu son sözle Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine Bakıp sükut ediyorlardı, başlarında uçan Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan Bir ihtilac ile etrafa ra'şeler vererek Uğulduyordu...
- Yarın yavrucak nasıl gidecek
Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak İlerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak - şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin Siyah kaburgasını... Ah açlık, ah ümid Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid Eliyle engini güya işaret eyleyerek Diyordu: "Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!"
Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; "Yürümek Nasibin işte bu! Hâlâ gözün kenarda... Yürü!" Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne?
Deniz ufukta, kadın evde muhtazır... Ölüyor Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle Bütün felaketinin darbe-i hasariyle Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler...
**
BANA KİMSİN DİYE SORMA MELEĞİM
Bana kimsin diye sorma meleğim Pek güzel dinle de izah edeyim Nam-ı naçizime `Fikret' derler Şi're de nisbetimi söylerler Kaldığım varsa da gah ekmeksiz Kalmadım şimdiye dek mesleksiz Nur bekler gibi nısf-ı şebde Bekledim on iki yıl mektebde Sonra çıktım ne için bilmeyerek Bu da bir cilve-i baht olsa gerek Bab-ı Ali'ye müdavimlendim Ehl-i namus diye mimlendim Şimdi bir hayli eser sahibiyim `Ahmed Ihsan'da musahhih gibiyim Saye-i lutf-i cihan-banide Hocayım Mekteb-i Sultani'de...
En son AyMaRaLCaN tarafından Perş. Nis. 19, 2012 5:41 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Geri: Tevfik Fikret Şiirleri Salı Mayıs 17, 2011 12:48 pm | |
| BİR İÇİM SU
Güzel çoban, bir içim, bir yudum su testinden Bugün sıcak yine pek, sanki ortalık yanıyor
Güzel çocuk senin olsun hayatım istersen Niçin gözüm sana baktıkça böyle yaşlanıyor?
Güzel çoban, ne kadar tatlı söylüyorsun sen Yalan da olsa içim doğru söyledin sanıyor
Güzel çocuk, bana bak, aldatır mıyım seni ben? İçin bu yaşları boş anlıyorsa aldanıyor
Güzel çoban, bir içim, bir yudum su testinden Bugün sıcak yine pek, sanki her yanım yanıyor
**
BİRLİKTE
Birlikte açılmış iki zambak gibi hem-ser, Birlikte geçirdik büyüt eyyâm-ı şebâbı; Birlikte ne yaptıksa şu insanlığa benzer; Birlikte ne gördükse mukassî ve münevver...
Bir hâtıra yoktur o güzel günlere şâhid, Bir hâtıra yoktur ki bugün mevc-i şehâbı Arz eylemesin rûhuma her an mütebâid Bir neş'e ki yalnız sana, yalnız sana âid
Birlikte olursak yine bir parça gülümser Ömrün, şu geçen ömrümün ikbâl-i harâbı; Tezkîr ile mâziyi, -gel ey hem-dem-i dil-ber! Birlikte olurduk yine birlikte berâber
Hatm eyleyelim, gel şu gam-âlûde kitâbı!
**
HÂLUK'UN BAYRAMI
Baban diyor ki: "Meserret çocukların, yalnız Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle; Fakat sevincinle Neler düşündürüyorsun, bilir misin?...Babasız, Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir; Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin; Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet...Evet meserrettir Çocukların payı; lakin sevincinle Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor...Hâluk, dinle!
(Rübâb-ı Şikeste'den)
**
HALUK'UN İNANCI
Bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak, kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.
Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var; dünya dönecek cennete insanla, inandım.
Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak, ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım.
Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu! Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.
İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi, bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.
Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.
Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.
Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı, patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.
Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.
Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın, bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım.
**
HAN-I YAĞMA
Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır Huzurunuzda titriyor - şu milletin hayatıdır Şu milletin ki mustarip, şu milletin ki muhtazır Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir Şu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı zi-safa sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var Bu sofra iltifatınızdan işte ab ü tab umar Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malini Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-neva sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
**
KUŞLARLA
Kuşlar uçar, Ben koşarım." Onların kanatları var, Benim kanadım kollarım. Kuşlar kanadını çırpar, Ben de kolumu sallarım. Uçun kuşlar, uçun kuşlar, Hepinizle yarışım var.
**
KÜÇÜK ASKER
Küçük asker, silah elde Kahramanca ilerliyor Karşısında bütün belde "Kahramanım, yaşa!" diyor...
Küçük asker, küçük asker! Vatan senden hizmet ister.
Vatan için çeker emek Herkes; bu borcu herkesin. Vatan demek ninen demek, Sen nineni sevmez misin?..
Küçük asker, küçük asker! Vatan senden şefkat ister.
Vatan senden hayat umar, Sen yaşarsan o canlanır; Vatan için ölmek de var, Fakat borcun yaşamaktır...
Küçük asker, küçük asker! Vatan senden kuvvet ister.
Minimini omuzların Taşıyacak yarın tüfek; Tüfek değil, vatan yarın O omuza yüklenecek...
Küçük asker, küçük asker! Vatan senden gayret ister.
Küçük asker dinle bunu: Sakın boşa silah atma; Kılıcını, kurşununu Haksızlığa karşı sakla...
Küçük asker, küçük asker! Hak da senden kuvvet ister.
| |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Geri: Tevfik Fikret Şiirleri Salı Mayıs 17, 2011 12:50 pm | |
| MAİ DENİZ
Sâf ü râkit... Hani akşamki tegayyür heyecân? Bir çocuk rûhu kadar pür-nisyân, Bir çocuk rûhu kadar şimdi münevver, lekesiz, Uyuyor mâi deniz. Ben bütün bir gecelik cûş-i ahzânımla, O hayâlât-ı pêrişânımla
Müteşekk', lâim, Karşıdan safvet-i mahmûrunu seyretmedeyim... Yok, bulandırmasın âlûde-i zulmet bu nazar Rûh-i mâsûmunu, ey mâi deniz; Âh, lâkin ne zarar; Ben bu gözlerle mükedder, âciz Sana baktıkça teselli bulurum, aldanırım, Mâi bir göz elem-i kalbime ağlar sanırım...
**
MATEMZEDE
Yine birlikte toplamışlardı On gün evvel bu hoş çiçeklerden Seni ey mevt! Kim hatırlardı O bahar hayatı süslerken?
Şimdi yalnız, önünde boşluklar Düşünür hep o ayrılık demini... Pek bunaldıkça aldatır, oyalar Bu çiçeklerle reng-i matemini.
**
ÖKSÜZ
"Her gün mektebe gelirken Kulübesinin önünden Geçtiğiniz fakir kadın Pek hastadır, belki yarın Çocuğu öksüz kalacak; Bilmem onu kim alacak? Onlar için Dua edin!" - Bugün derste hocaefendi Bize bunları söyledi. Kuzum anne, Öksüz nedir?
- Öksüz, Öksüz... Ah! Sen de bir Yarım öksüz değil misin? Büyüdün de onun için Söylüyorum; güzel ninen Kaç yıl oldu bu alemden Çekileli... ben halanım; VakIa ben de ananım. Baban asker, uzak yerde; Kim bilir, hangi çöllerde Sayıklıyor şimdi seni! Görmedin nineciğini; Sen dünyaya geldiğin gün O dünyadan gitti, küskün.
- Ben onu hiç bilmiyorum.
- Evet, bilemezsin yavrum. Görmedin ki... - Yalnız bilsem, Size benzer miydi, ninem?
-Hayır, benzemezdi, fakat Biz sana benzeriz, şefkat; Oksüzüz, ben de, baban da. Bil ki evladım, cihanda Yarım öksüzler pek çoktur. Bil de teselli bul biraz. Hayır, birlikte yaşamaz Kimsenin anası babası. Vatan, öksüzler anası Yaşatırsak, bir o yaşar... Yaşasın ta haşre kadar!
**
PROMETE
Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün minkar-ı âteşinini duy, dâima düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?..
Yükselmek âsümâna ve gülmek, ne tatlı şey!.. Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey
müştâk-ı feyz u nûr olan âti-i milletin meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
yüklen getir - ne varsa - biraz meskenet - fiken, bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
esmâr-ı bünye-hıyzini; boş durmasın elin. Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin
gökten dehâ-yi narı çalan kahramâanını... Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını!..
**
SABAH OLURSA
Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Halûk, eğer bu memleketin sislenen şu nâsıye-i mukadderatı, kavi bir elin kavi, muhyi bir ihtizâz-ı temasiyle silkinip şu donuk, şu paslı çehre-i millet biraz gülerse... O gün ben ölmemiş bile olsam, hayâta pek ölgün bir irtibatım olur şüphesiz; - O gün benden ümidi kes, beni kötürüm ve boş muhitimde merâretimle unut; çünkü leng ü pejmürde nazarlarım seni maziye çekmek ister; sen bütün hüviyyet ü uzviyyetinle âtisin: Terennüm eyliyor el'an kulaklarımda sesin! Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler tulû-i haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ, bu mâi gök size bir gün acır; melûl olma, Hayâta neş'e güneştir, melâl içinde beşer çürür bizim gibi... siz, ey fezâ-yı ferdânın küçük güneşleri, artık birer birer uyanın! Ufukların ebedi iştiyâkı var nura. Tenevvür.... asrımızın işte rûh-i amali; Silin bulutları, silkin zılâl-i ehvâli, zıyâ içinde koşun bir halâs-i meşkûra Ümidimiz bu: ölürsek biz, yaşar mutlak vatan sizinle, şu zindan karanlığından uzak!
**
SEN OLMASAN Sen olmasan... Seni bir lâhza görmesem yâhut, Bilir misin ne olur? Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar, Ve bulur; Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu, Bu rûh-ı mecrûhu?..
Sen olmasan... Seni bulmak hayâli olsa muhâl, Yaşar mıyım dersin? Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl; Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar Ne hazin Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha, Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim, Bu kalb-i muztaribim?
Sen olmasan... Bu samîmî bir îtirâf işte; Sen olmasan yaşayamam: Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte; Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten?... Akşam Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu: Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât, Bükâya değse hayat!..
**
TARİH'İ KADİM
İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu. Ve başlar bize maval okumaya. Ninniler uydurup uyutur bizi dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun, zifiri karanlık hayatından. Gösterir bize evvel zamanı, tek doğru, en güzel örnek, der. Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden. Senin tarih dediğin işte budur, alnında altı bin yıllık buruşuklar ve bir o kadar da kuşku. Başı geçmişe bir düşe değer, sürünür ayağı bomboş bir geleceğe, bir deri bir kemik, ayakta zorla durur.
Ben hiç tiksinmem ondan, karşıma alırım onu arada bir, anlat bakalım, derim, şu eskilerden. Bir parça feylesofa benzer o, bir parça sırtlana benzer, berbat suratıyla da bir hortlağa. Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin, başlar paslı, boğuk bir sesle bir bir bana anlatmaya, sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse: Hep yıkım üstüne yıkım, acı üstüne acı! Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu, çöküverir ağır gölgesi bir bulutun, kanlar yağar dört bir yana. En başta bir kanlı bayrak. Kanlı bir taç gelir arkasından. Sonra araçlar sökün eder kan içinde: Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak, mancınık, top, tüfek, sapan. Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri. En son alay alay esirler geçer. Yenen bir kişiye yenilen on kişi, çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu. Yıkımlara, acılara alkış tut, yüksekten bakanlar önünde eğil, insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk, doğruluk lafta, yürekte değil, iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda. Bir gerçek var, tek bir gerçek: Eli kolu bağlayan zincir. Bir tek şey var sözü geçen: yumruk. Hak güçlünün, kötünün yanı. Uzun lafın kısası: Ezmeyen ezilir! Nerde bir şeref var, iğreti. Nerde bir mutluluk var, yama. Bir şeyin ne başına inan ne sonuna. Din şehit ister, gökyüzü kurban. Her yanda durmadan kan akacak, durmadan her yanda kan!
İşte böyle inler, sayıklar o, anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü ne yolda, nasıl sürdüğünü. Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında. Duyarım sesinin titreyen kuyusunda yankısını korkunç bir iniltinin, ben de başlarım birdenbire titremeye, toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana. Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık indir bu acıklı sahnenin perdesini! Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık! Sen de, gelenekçi iskelet, yazdığın kara yazılara bir son ver, aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık. Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var? Bizden iyi geceler onlara, bizden onlara iyi uykular! Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş, koşuyorsun karanlıklara doğru? Kanla oynamış gibisin, kırmış geçirmişsin insanoğlunu. Sen buna kahramanlık mı dedin? Onun kökü kan ve hayvanlık be? Şehirler çiğne, ordular dağıt, kes, kopar, kır, sürükle, ez, vur, yak ve yık. Yalvarmalara yakarmalara boş ver, gözyaşlarına iniltilere aldırma. Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri, ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun. Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda, kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer, mezar taşına dönsün her ocak, damlar çöksün yetimlerin başına. Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk! Hey bana bak, başbuğ musun ne? Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle! Her başarı bir yıkım bir mezarlık, işte bir yavrucak yatıyor şurda, ey cihangir, onu gör de utan! Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril, nice acılar verdin bütün insanlara, inim inim inlettin bütün insanları. Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol, hep senin yüzünden yoksulluğu insanların. Göz yaşından incilerin nerde hani? Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen! Eski çağlar nasıl kanmış size? Ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu! Artık yeter fikri susturduğunuz, yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın. Hadi gidin tarih korusun sizi, -haydutlara en iyi sığınaktır gece-, gidin, yok olun siz de o mezarlıkta. İşte müjdelerin en güzeli, işte en gerçek özgürlük düşümüzdeki gelecek çağlarda: Ne savaş, ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen, ne yakınma, ne de zulmün kahrı, ne tapılan, ne tapan, ben benim, sen de sen!
Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman, kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini, savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne? Belki duyulmadık bir öykü, belki korkunç bir masal. Çok sürmez köhne kitap, fikri gömen sayfaların bugün olmazsa yarın yırtılacak. Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan o kibirli, o somurtkan ve dokunulmaz. Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi? Gökyüzü, sen söyle, yüzyıllarca sel gibi akan su, - şimdi esrik bir ağzın türküsü, kuru sesi zindandaki bir adamın, iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi, bir geniş "oh!", bir derin "eyvah!", bir yakarış, bir övgü, Şimdi tüy gibi bir rüzgar, Şimdi ağzın bir kasırga. Dokunaklı bir yakınma şimdi, sabredemeyen bir başa kakma, bir titreme, bir çan sesi, bir savaş davulunun gümbürtüsü, için için ağlamasi çaresizliğin, kahrın iyilikbilir kişnemesi, bir söylev, apaçık, gürül gürül, Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış, bir rahatlık bir iç sıkıntısı, Şimdi korkunç bir haykırma - bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla inleyen boş kubbe, sen söyle! Sen ki her sesi yankılayansın, söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde, daha yukarlardaki şu tanrı katına hangi sesin yankısı varabilmiş ki? Hangi dua kabul olmuş bugüne dek? Binlerim seni, göklerin tanrısı, din ulularından dinlerim seni: "Ne benzer var, ne noksanı, canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce. Odur veren yiyeceği içeceği, düşleri gerçek yapan o, bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan, açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan, el uzatan yoksullara ve çaresizlere, her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören..." Seni böyle övüp duruyorlar işte. Oysa senin en üstün özelliğin ne, "Ortaksız" oluşun değil mi? Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak. Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden. Ve topu ortaksız ve tek. Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var, ve topunun yukarlarda bir gökyüzü. Bütün ordan gelir yüreğe doğan. Topunun güneşi, ayı, yıldızları var, ve topunun görünmez bir tanrısı. Topunun adanan bir cenneti var, ve topunun bir varlığı, bir yokluğu, ve topunun saygıdeğer bir peygamberi. Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar. Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar. Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm. Ama tanrılar ne derse onu yapacak.
İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine. "Ne bileyim?" diyor kime sorsam. Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa? Belki aldanmak yaşamanın bir gereği. Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir, belki ben hiç bir şeyin farkında değilim, karıştırmaktayım "yok" la "var" ı. Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı? Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru. İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan. Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden. Kimbilir, öbür dünya belki de var. Madem bu beden o ölümsüzün işi, ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde? Hadi diyelim aslımız toprak bizim, sen gel onu kederden bir çamur yap. - her yeri kanla, göz yaşıyla dolu - insaf be, bu kadarı da olur mu? Sen gel hem yoktan var et, sonra da ettiğini boz, kötüle. Hiç bir yaradandan ummam bunu: Yaradan yok eder, ama perişan etmez!
En zorlu düşmanın işte, tanrı, boğmak ister seni ulu katında, çok iyi tanırsın sen o yılanı, onun kızgın zehrinden bir vakitler bize bir tadımlık vermiştin hani. Kuşku! En zalim en güçlü düşman. Bunu ya bildin ya koydun kafamıza, ya da bilemedin işin nereye varacağını. "şeytanlık, düzen, sapıklık" denen şey var ya, bugün yerinden yurdundan edecek seni o. Tapınağında ışıklarını söndürüyor, elleriyle parçalıyor heykelini. Sense, iler tutar yerin kalmamış, göçüp gidiyorsun olanca gücünle. Burçlarında yıkılmalar falan hani? Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının? O kızgın soluğun hani nerde? Ne cehennemlerinde bir kaynama var? Ne büyük acını gören bir göz. Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama. Oysa bir ufak parçası kopsa insanın, bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma. Sen Yeryüzü ve Gökyüzü'nle göç gir de, bir inilti bile duyulmasın ortalıkta. Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor. Zaten yalana ağlasa ağlasa, bir ikiyüzlüler ağlar, bir de ahmaklar. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Geri: Tevfik Fikret Şiirleri Salı Mayıs 17, 2011 12:51 pm | |
| TECDİD-İ İZDİVAÇ (Evliliği Yenileme)
Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten; Sevda sükuuta başladı beş hafta geçmeden. Evlendiler, niçin? Bunu bir kız nasıl bilir? Evlenmesiyle maderi olmuştu müftehir; Zevcin de verdi neş'e düğün akrabasına, Lakin dokundu kendi hayal ü havasına. Tahdid idi, onun nazarında, hayatını Bir şahsa hasrediş emel ü irtibatını... Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten. Sevda sükuuta başladı beş hafta geçmeden.
Endişeden gönülleri hali değildi hiç; Olmuştu bir şita bu gönüllerde mündemiç. Bigane bir kadınla bir erkekti hanede; Dargın bir ihtiram idi cari meyanede; Ba'zan ısındırırsa da nevvare-i heves - Benzer mi aşk-ı halise bir şevk-ı muktebes? - Olmazdı müntefi o bürudet bütün bütün; Gittikçe ya da gelmemeye başladı düğün. Bir şeb getirdi hatime bezm-i muhabbete, Çıktı sabahı tıfl-ı muhabbet seyahate...
Birkaç zaman da öyle güzar etti günleri Dönmüştü bir mezara evin gerçek her yeri, Bir yolcunun kudumu idi orda muntazar Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar! Kaç hafta geçti bilmiyorum, bir seher yine Gösterdi zevce oğlunu, hiddetli zevcine: "Bak yavrumuz!" O dem kadının doldu gözleri; Zevcin de hande-riz-i gurur oldu gözleri Pişinde ettiler beşiğin, gark-ı ibtihac Bir buse-i medid ile tecdid-i izdivaç.
**
TOPU BİR GÜL
Koca, pürfeyz bir gülistandan Topu bir gülceğiz koparmışsın Olmasın bunda bir kinaye sakın?
Ne demek sanki? Gonce-i hüsnün Topu bir kerecik mi şemm edilir? Güzelim bir çiçekle yaz mı gelir?
**
YAĞMUR
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz Olur dembedem nevha-ger, nağme-saz Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz Küçük, muttarid, muhteriz darbeler.
Sokaklarda seylabeler ağlaşır Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır
Bulutlar karardıkça zerrata bir Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir
Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep Nümayan olur gündüzün nısf-ı şeb
Söner şimdi, manzur olurken demin Hayulası karşımda bir alemin
Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere Bakıldıkça vahşet çöker yerlere
Geçer boş sokaktan, hayalet gibi Şitaban u puşide-ser bir sabi
O dem leyl-i yadımda, solgun, tebah Sürür bir kadın bir rida-yı siyah
Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek Susarlar, uzaktan ulur bir köpek
Öter guş-i ruhumda boş bir enin Boğuk bir tezad-ı sükun u tanin
Küçük, pür heves, gevherin katreler Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz Küçük, pür heves, gevherin katreler
Alinti | |
| | | | Tevfik Fikret Şiirleri | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |