En son konular | » Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- ByeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN» Bir Sarkisin Sen Cuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN» MerHaba MerHaba :)Cuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan MutfağıCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan CocuklarCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip VarCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)Cuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Benim HayatımCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)Cuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN |
Istatistikler | Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke
Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
|
Sosyal yer imi |
www.ay-maral-can.yetkin-forum.com
Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın |
|
akısı | |
| | KISSADAN HİSSELER | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:53 am | |
| Birgün Emir Süleyman Pervane, Mevlana'dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulumuştu. Mevlana, dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana, bir zaman düşündükten sonra: - Emir Pervane, Kur'anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu? Dedi. Pervane: - Evet. - Ayrıca, Şeyh Sadreddin'den hadis ilmi okuduğunu da duydum. - Evet doğrudur. Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: - Mademki, Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun... O sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet ve hadis'in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın. Pervane, bu sözler üzerine ağlıyarak dışarı çıkar. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:54 am | |
| Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi. Bir gün vâli, bu bahçeye geldi. Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki: -Bahçenin kapılarını kapat. Hiç bir kapı açık kalmasın! Kadın, akıllı ve namuslu idi. Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki: -Kapıları kapattım. Yanlız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum. -O, hangi kapıdır? -Bu kapı, Allahü teâlânın (Basir) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır. Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu.
Basir : Her şeyi gören. Allah her şeyi, herkesin yaptığını görür. Onun görmesine hiç bir şey engel olamaz. Allah'ın, kalpteki fısıltıları, beyindeki oluşumları, fikirdeki gizliliklei, kalplerdekini, zifiri karanlık bir gecede kapkara bir taşın üzerinde yürüyen simsiyah bir karıncayı ve çıkardığı sesi görür , duyar, bilir. İbadette ihlas, kulun Allah'ı görmemesine rağmen, Allah'ın onu gördüğünü bilmesi ve onu görür gibi ibadet etmesidir. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:55 am | |
| Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, -Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş.
Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. -O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış. - Tamam, servetin yarısı senin, demişler. - Aman,demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alıncak şey değildir. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:55 am | |
| Hazreti Ömer zamanında da kadılık yapmış olan meşhur, Kadı Şüreyh'e birgün bir genç gelerek evlenmek istediğini ve fakat evleneceği kadının tahsilli ve şehirli olmasını istediğini bildirerek nasihatta bulunmasını istedi.
Kadı Şüreyh, o gence Müslümanın evinin cennet olduğunu ve Hazreti Resûlüllah'ın böyle buyurduğunu naklederek başından geçen evliliği şöyle anlattı:
-Gençtim, artık evlenme zamanımın da geldiğini düşünmeye başlamıştım. Birgün Benî Mahzun kabilesinin çadırlarının önünden geçerken bir kız görüp, ona talip oldum. Kız babası kısa bir tetkikten hemen razı olup işi bitiriverelim dedi.
Kısa zamanda düğünler yapıldı, dualar edildi ve evlilik hayatına ilk adımımızı atmış olduk. Fakat çok geçmeden beni bir pişmanlıktır almıştı. Çünkü ben bu bir köylü kızıdır, üstelik tahsil de görmemiş, bununla ben nasıl geçinebilirim diye düşünüyor bu kararımdan dolayı son derece pişman oluyordum.
Çok geçmeden bizim hanım birgün bana şu sözleri söyledi:
- Efendi! Sen alim ve şöhret sahibi bir kimse imişsin. Ben ise yaylalarda gezen şehir hayatından anlamayan bir köylü kızıyım. Aslında cen kendine göre bir evlilik, ben de kendime göre bir hayat kurmalı idim, ama kader bizi birleştirdi. Cenabı Allah benim gibi bir köylü kızını senin gibi bir şöhretli alime nasip etti. Şimdi sen bana benim bilmediğim tarafları anlat ki, ben onlara dikkat edeyim, mesela; senin evine benim sülalemden kimler gelebilir, senin akrabalarından kimleri misafirliğe alayım, kimleri kabul etmeyip onlara karşı soğuk davranarak eve gelmemelerine mani olayım dedi.
Ben kadının bu anlayışı karşısında düşündüklerimden dolayı pişman olup:
- Hatun sen bana öyle şeyler söylüyorsun ki, eğer bunları hakkiyle yaparsan beni bahtiyar edeceksin, dedikten sonra:
- Dindar olmayan hiçbir kimseyi eve almayacaksın, dindar olanlardan da senin tarafın çok çok gelmesin, benim tarafımdan ise; şu, şu şahıslar gelmesinler, şunlar ise hiç gelmesinler diye gerekli talimatı verdim. Tam bir sene huzur içinde yaşadım. Bir sene sonra fetva dairesinden eve döndüğümde evde son derece mütesettire bir hanım görüp kim olduğunu sordum. Hanım annesi olduğunu söyledi. Kayın validem olduğunu öğrenince elimden gelen hürmeti esirgemedim. Bir müddet sonra kayın validem bana:
-Oğlum hanımından memnun musun? Diye sordu. Ben:
-Allah senden razı olsun, kızınızdan çok memnunum. Bu zamana kadar hiçbir şikayetim olmadı, diyerek memnuniyetimi izhar ettiğimde, kayın validem bana şunları söyledi:
- Oğlum kızımdan tabii ki memnun olacaksın. Çünkü biz onu cennette büyüttük. Evimiz Resulüllah'ın bildirdiği gibi bir cennetti. Kur'an ahlakından başka birşey öğretmedik ona... Yine de sen hanımın üzerindeki otoriteni eksik etme! Çünkü kadınlar iki sebepten hemen şımarıverirler: Birincisi ona olan sevgini yüzüne söylediğinde, ikincisi ise bir hayırlı evlat dünyaya getirdiklerinde. (1) | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:56 am | |
| Birgün Server-i Enbiyâ 's.a.v.' mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî 'r.a.' içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân 'r.a.' gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr 'r.a.' gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular. Buyurdular ki: - Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum. Dedi ki: - Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum, - Neden dolayı hocandır. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki: - Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı. Bana dedi ki, - Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuşdum. Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:57 am | |
| Hazret-i Süleymân (a.s.) bir gün, deniz kenârında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenârına ulaşdı. Sudan bir kurbağa çıkdı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü. Karıncadan sordular ki, - Bunun hikmeti nedir. Karınca cevâb verdi ki, -Bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmişdir. O taşın içinde bir böcek halk etmişdir. Beni onun rızkına sebeb etmişdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenârına ulaşdırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa sûretinde yaratdığı bir meleği o rızkı benden alır, o böceğe verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki; -Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme!
| |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:58 am | |
| Amr b. As r.a. anlatıyor: Hendek savaşından Mekke'ye döndüğümüzde, Kureyş'ten benim gibi düşünen bazı kimseleri bir araya getirdim. Onlar beni dinlerlerdi. Onlara: - Biliyorsunuz, Muhammed gittikçe kuvvetleniyor, hem de korkunç bir şekilde güçlenmektedir. Ben bu konuda birşey düşünüyorum. Acaba siz ne dersiniz? diye sordum. 'Görüşün nedir?' dediler. Ben de: - Beraberce gidelim Habeş Kralı Necaşi'ye sığınalım, onun yanında olalım. Eğer Muhammed bizim kavmimize galip gelirse, biz Necaşi'nin yanında kalırız. Onun elinin altında olmamız, Muhammed'in elinin altında olmaktan daha iyidir. Eğer bizimkiler galip gelirse, zaten bizi biliyorlar. Onlardan bize sadece iyilik gelebilir, dedim. Arkadaşlarım bunun tek yol olduğunu söylediler. Bunun üzerine ben: 'O halde, Necaşi'ye vereceğimiz hediyeleri hazırlayınız.' dedim. Necaşi'nin hoşuna gidecek hediyelerin başında tabaklanmış deri vardı. Biz de ona çokça deri topladık. Sonra Mekke'den yola çıkıp, Necaşi'ye vardık. Biz orada iken, Amr b. Ümeyye de geldi. Hz. Peygamber, Amr'ı Necaşi'ye Cafer ve arkadaşları için göndermişti. Amr, Necaşi'nin yanına girdi, sonra da çıktı. Arkadaşlarıma dedim ki: - Bu zat Amr b. Ümeyye'dir. Eğer Necaşi'nin yanına girip de onu bana teslim etmesini istesem, o da onu bana verse de onun boynunu vursam, Kureyşliler bunu bir mükâfat gibi kabul ederler. Çünkü böylece Muhammed'in elçisini öldürmüş olurum. Bu fikirle Necaşi'nin huzuruna girdim. Daha önce yaptığım gibi secde ettim. O da: - Dostum Amr'a merhaba, dedi. Bana memleketinden bir hediye getirdin mi? - Evet ey kral! Sana birçok deri getirdim. Sonra derileri Necaşi'ye takdim ettim, hoşuna gitti. Dedim ki: - Ey kral! Ben yanından çıkan bir kişi gördüm. O, bize düşman bir kişinin elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim. Çünkü o bizim ileri gelenlerimizden birçok genci öldürdü. Necaşi müthiş öfkelendi. Sonra eliyle burnuma vurdu. Zannettim ki burnum kırıldı. Eğer yer açılsaydı korkudan girerdim. Dedim ki: - Ey kral! Eğer hoşuna gitmeyeceğini bilseydim, bunu senden istemezdim. Necaşi: - Kendisine, Musa'ya gelen en büyük Namus'un (Cebrail'in) geldiği bir kişinin elçisini sana vermemi nasıl isteyebilirsin? - Ey kral! Gerçekten böyle midir? - Behey azaba uğrayasıca, beni dinle de ona tabi ol! Çünkü o, Allah'a yemin ediyorum, Hak üzeredir ve kendisine karşı gelenlere, tıpkı Hz. Musa'nın Firavun ordusuna galip geldiği gibi galip gelecektir. - O halde, onun namı hesabına İslâm üzerine benimle biat eder misin? dedim. Necaşi evet dedi ve elini uzattı. İslâm üzerine Necaşi'ye biat ettim. Sonra arkadaşlarımın yanına vardım. Müslüman olduğumu gizledim. Daha sonra Hz. Peygamber'e gitmek üzere yola çıktım. Yolda Halid b. Velid'e rastladım. Bu hadise Mekke'nin fethinin biraz öncesindeydi. O da Mekke'den geliyordu. Ona: - Ey Eba Süleyman, nereye gidiyorsun? dedim. - Andolsun, iş açığa çıkmış ve başarıya ulaşmıştır. Kesinlikle o kişi peygamberdir. Gideceğim ve müslüman olacağım. Sen daha ne zamana kadar inat edeceksin? dedi. Ben de ona: - Andolsun ki ben de müslüman olmak için geldim, dedim. Halid'le beraber Medine'ye, Peygamber s.a.v.'e vardık. Halid benden önce müslüman oldu, biat etti. Sonra ben: - Ey Allah'ın Rasulü! Ben geçmiş günahlarımın affedilmesi üzerine -ki gelecektekileri de bilmiyorum- seninle biat ediyorum, dedim. Hz. Peygamber s.a.v.: - Ey Amr! Biat et ki, İslâm, İslâm'dan önceki bütün günahları silip süpürür. Hicretten önceki herşeyi hicretin sildiği gibi, dedi. Rasulullah s.a.v.'e biat ettikten sonra geri döndüm | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 2:59 am | |
| Mansur'un emriyle, Beytülmalın kasasını açmışlardı ve herkese oradan, bir miktar veriyorlardı. Şakrani de Beytülmaldan payını almak için gelenlerden biriydi. Fakat kimse onu tanıyamadığı için, kendisine bir pay almaya, vesilesi yoktu. Cedlerinden birinin köle olup Resul-i Ekrem (s.a.a)'in onu azat etmiş olması itibariyle bu azatlık unvanı ister istemez Şakrani'ye de, oradan miras kalmıştı ve onun için kendisine, 'Mevla Resulallah' yani Resulullah'ın azatlısı diyorlardı. Kendisine gelen bu unvan, Şakrani için, bir nevi intisab ve iftihar sayılıyordu. Bu yüzden o da kendisini, risalet hanedanına mensup sayıyordu.
Bu arada, Şakrani'nin meraklı ve endişeli gözleri, Beytülmaldan kendisi için payını alacak bir, vesile aramaktaydı ki, İmam Sadık (a.s) 'ı gördü. Yanına giderek hacetini söyledi. İmam gitti uzun sürmedi. Şakrani için bir pay alıp bizzat getirdi onu Şakrani'nin eline verdiği zaman yumuşak bir dille ona, şu cümleyi söyledi: - İyi bir iş kimin tarafından yapılırsa yapılsın, iyidir fakat senin tarafından ve risalet hanedanına bağlı olduğun için daha iyi ve daha güzeldir. Kötü bir işe gelince, oda her kimse tarafından yapılırsa yapılsın, kötüdür fakat aynı intisabından dolayı, senin tarafından yapılırsa, daha çok kötü ve daha çok çirkindir.
İmam Sadık (a.s) bu cümleyi buyurunca, İmamdın onun sırrından yani, ayyaşlığından haberdar olduğunu anladı. İmam onun, ayyaş olduğunu bildiği halde, kendisine sevgi gösterdi ve sevgisinin arasında, kusurunu da söyledi. Şakrani bundan çok utandı ve kendisini kınadı. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Kıssadan Hisseler Çarş. Haz. 08, 2011 3:00 am | |
| Meşhur velilerden Habib-i Acemî k.s. zamanında, benzeri görülmemiş şöyle bir hadise yaşanmıştır:
Horasanlı bir adam, evini onbin dirheme satarak, ailesiyle Basra'ya geldi. Oradan hacca gidecekti. Habib-i Acemî'yi buldu ve ondan şöyle bir istekte bulundu:
- Ben eşimle hacca gidiyorum. Şu onbin dirhem parayı al da, Basra'da benim için uygun bir ev alıver.
Horasanlı ve eşi Mekke'ye doğru yola koyuldu. O günlerde ise Basra'da müthiş bir kıtlık ve açlık başgösterdi. Habib-i Acemî Hazretleri ise elindeki emanet parayla gıda maddeleri alıp, sahibinin hayrına muhtaçlara dağıtmak zorunda kaldı. Adamın rızası olmazsa, parasını geri verecekti.
Horasanlı, hac dönüşünde kendisine ev alınıp alınmadığını sordu. Habib-i Acemî dedi ki:
- Rabbimden sana Cennet'te bahçeli bir ev alıverdim!
Adam bu durumu eşine haber verdi. Kadın buna memnun oldu, fakat evin tapusunu da istedi. Horasanlı bu isteği iletince, Habib-i Acemî ona şöyle bir senet yazıp eline verdi:
'Bismillah.. Bu senet, Habib'in Horasanlı için Rabbinden aldığı evin tapusudur. Allahu Tealâ bu evi Horasanlı'ya verecek ve Habib'i de borcundan kurtaracaktır...'
Bu senedi aldıktan sonra adamcağız ancak kırk gün daha yaşadı. Ölmek üzereyken, bu tapu senedinin kefenine konulmasını vasiyet etti. Öyle yaptılar. Bir zaman sonra da kabrinin üzerinde, bir levhaya parlak bir yazıyla yazılmış şöyle bir yazı buldular:
'Habib Ebu Muhammed'in falan Horasanlı için onbin dirheme aldığı evin beratıdır. Rabbi, Habib'in istediği evi Horasanlı'ya verdi ve Habib'i de borcundan kurtardı.'
Habib Hazretleri bu yazıyı alıp okuyunca, levhayı öperek ve ağlayarak dostlarının yanına koştu: 'Bu Rabbimin bana olan beratıdır!' diye sevincini ifade etti. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: KISSADAN HİSSELER Çarş. Haz. 08, 2011 3:01 am | |
| Sokrat Ölüme mahkum edildiğinde, eşi: - Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat: - Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi öldürülseydim! ---------------- Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir... Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: - Ben çekilirim!! ---------------- Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Sheaksper'a gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: - Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.. ---------------- Meşhur bir filozofa: - Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz, diye sorulduğunda: - Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş. ---------------- Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui' ye: - Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder. Kral, alaylı alaylı gülerek: - Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık,sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum. ---------------- Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile' ye hasımlarından biri: - Efendim, demiş. Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi? Galile: - Doğru, demiş. Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı? ---------------- Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon' un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek: - Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zaptetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon: - Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım. ---------------- Bir toplantıda bir genç M. Akif küçük düşürmek için: - Affedersiniz, siz veteriner misiniz? demiş. M. Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: - Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu? ---------------- İdam edilmek üzere olan bir mahkuma: - Diyeceğin bir şey var mı? diye sorduklarında: - Bu bana iyi bir ders oldu!! ---------------- Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona: - Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. Vezir: - Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış: - Bende bilirim. ---------------- Sultan Alparslan 27 bin askeriyle bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla: - 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der. Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: -Bizde onlara yaklaşıyoruz. ---------------- Bir filozofa sormuşlar: Şansa inanır mısınız? Filozof: Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım | |
| | | | KISSADAN HİSSELER | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |