Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGüncel KonularGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
En son konular
»  Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN

» Bir Sarkisin Sen
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN

» MerHaba MerHaba :)
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN

» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan Mutfağı
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan Cocuklar
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip Var
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Benim Hayatım
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)
Gesi Bağları Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Istatistikler
Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke

Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
Similar topics
    Sosyal yer imi
    Sosyal yer imi reddit      

    www.ay-maral-can.yetkin-forum.com

    Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın
    En bakılan konular
    Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
    Türkmenistan (3) - Türkmen İsimleri
    Sinezenler..Sözleri
    Bir Sarkisin Sen
    Azərbaycan dili → Bəzi sait səslərin tələffüzü
    Radyo icin Tema Resimleri Resimler Resim
    MerHaba MerHaba :)
    ŞİİR DİNLETİSİ SUNU METNİ
    Çok Güzel Kalp Resimler,i Güller ve Kalpler,
    Azerbaycan Bayragi

     

     Gesi Bağları

    Aşağa gitmek 
    YazarMesaj
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Gesi Bağları Empty
    MesajKonu: Gesi Bağları   Gesi Bağları Icon_minitimePtsi Ara. 05, 2011 10:49 am

    Gesi Bağları
    Taşa ve ahşaba şekil veren hünerli eller yetişti bu bölgeden yüzyıllar boyu. Gesi beldesinden Ağırnas’a kadar uzanan bölgede Mimar Sinan’ın piri olduğu sanatçı ruh her zaman yaşadı. Koramaz dağının kayalarını taşa dönüştürürken camilerde, han, hamam ve medreselerde, kendi evlerinde, köprülerinde kullandılar. Ama taşı yontarak ona zevklerinin en ince ayrıntılarını vererek...
    Ünleri o derece artmıştı ki nihayet İstanbul’a gittiler, oradaki binlerce esere imza attılar. Kimisi taş ustasıydı, kimisi ahşap ustası... Kimisi nakkaştı. Bilgileri, görgüleri ile yüzlerce yıllık Anadolu mimarisinin en güzel örneklerini inşa edebiliyorlardı.
    İşte o zaman başladı “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun” diye başlayan türküler. Sılada kalanlar gurbete gönderdiklerine, gurbettekiler sılada bıraktıklarına hep hasret kaldılar, hasret yaşadılar ve hasretlik duygusu ile göçtüler bu fani dünyadan. Bizlere onlardan yanık türküler ve içli duygular kaldı.
    Gesi yöresi eskiden beri yeşille iç içe oldu. Yeşilin tonları sarıya ve turuncuya çalarken çeşit çeşit meyveler yetiştiren ağaçlar, türlü türlü sebzeler üretilen bostanlar, bağlar yorgun düştüler. Evler çoğaldı, tarihi doku bozulmaya başladı. Taş binaların yerini beton alırken ahşap sessiz sedasız ayrıldı aramızdan. Ceviz ağaçlarını bile keser oldu insanlar. Tepeler yavaş yavaş kararırken yeşilin yerini de simsiyah bir manzara alıyordu tepelerde. Yine de teselli bulacak ve eskiyi hatırlatacak kadar yeşil dahi insanı mutlu etmeye yetiyor.
    Daracık sokaklarda ahşap ile taşın kol kola olduğu evlerin çıkıntıları yollara sarkıyor. Evlerin camları birbirine bakıyor, ama asıl ortaklıkları evlerin kapılarının baktığı ortak avlularda başlıyor. Aynı avluda büyüdük diyen komşu çocukları eskileri anlatırken arkadaş mı, kardeş mi olduklarını unutuyorlar. “Evler yan yana, insanlar can cana idi” diye başlayan anıların lezzetine doyum olmaz besbelli.
    Şöyle bir iç çekip de efkarlanan gelinin bu daracık sokaklarda kendini kafese konmuş gibi hissetmesiyle yürekler yakan sesi adeta bu sokaklarda geziniyor gibi.
    Gesi bağlarında bir top gülüm var
    Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var
    Bu dünyada ölüm varsa zulüm de var
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    Türlü türlü bitkilerin kökünden boya elde eden insanlar ceviz ağacına ve cehri adı verilen bitkiye özel bir önem veriyorlardı. Çünkü binalara süsleme yapmak, çeşit çeşit dokumalara iplik iplik renk vermek de onların işi idi.
    Tarih bu sokaklardan süzülür gelir
    Sanat buralarda hayat bulur
    Türkün öz kültüründen gelen türküler
    Haber verir geçmişte olup bitenleri
    “Ceviz oynamaya gelmiş odama” diye başlayan bir türkü, küçük bir çocukla evlendirilmek zorunda kalan genç bir kızın umutsuz türküsüdür.
    Ceviz oynamaya gelmiş odama
    Nişanlın da bu mu derler adama
    Dayanamam senin kara sevdana
    Aman aman olmuyor,
    Eş eşini bulmuyor
    Kara yağız genç oğlan
    Niye gönlün olmuyor
    ******
    Gesi Bağları diye bir türkü, Kayseri’de yediden yetmişe ağızlarda, gönüllerde dolanır durur. Kayseri’nin milli marşı gibidir.
    -Ah bir hoş sesli birisi olsa da Gesi Bağları’nı söylese...
    Yılların biriktirdiği bir hasretlik duygusu bu.
    Gesi Bağları bir kişinin değil, bir toplumun malı. Herkes kendince bir şeyler katmış ona. Belki bir gelinin ağzından ilk defa iki beşliği çıkmış ama, sonradan her bağrı yanan bir bölüm eklemiş, kendi derdini de katmış arasına. Böylece 100 beşlikten bir destansı türkü çıkmış ortaya.
    Gesi bağları türküsünün bir hikayesi var mı? Var, hem de bir değil onlarca hikayesi var. Bir temel hikayenin üzerine herkes kendi hikayesini de katmış tabii ki... Bir gelin, kaynanasından çekmiş çekeceği kadar, o da katmıştır iki beşlik. Bir başkası nişanlısını askere yollamış, geceleri gizli gizli ağlarken mırıldanmış kendi duygularını türkünün devamına. Hatta zaman zaman erkek sesleri bile karışmış türküye.
    Gesi Bağları türküsünün hikayesi mi? Asıl tema gurbet... Uzak diyarlardan Kayseri’ye gelin gelen bir gencin hikayesi. İnce ruhlu bir gelin. Kelime dağarcığı geniş... Aslında onun bir köy veya bir kasaba kızı olması zor. O şehir görmüş, konaklarda büyümüş bir kız. Alımlı, giyimi kuşamı ile gözler onun üstünde... Anası onu gözü gibi sakınmış hep. Bir gün karşıki konaktan yahut ötedeki yalıdan birilerinin, kızının kısmeti olacağını düşünmüş.
    Bir de ağabeyi var. Askeri okulda okuyan uzun boylu, kara saçlı, parlak yüzlü bir delikanlı. İstikbali var, belki de ilerde bir Osmanlı paşası olacak. Lakin şimdi çok çalışması lazım. Hayatın bin bir türlü meşakkati, askerlik sanatının incelikleri onu bekliyor. İradesi sağlam, gözünü ufuklara dikmiş, sabırlara bekliyor her şeyi.
    Aslen bu aile, hafızam beni yanıltmıyorsa, Kastamonu Daday’dan İstanbul’a yıllar önce göçmüşler. Kızın babası bile İstanbul’da doğmuş, düşünün ötesini artık... Onlar İstanbullu olmuşlar olmasına ama Daday’daki akrabaları da unutmuş değiller. Kırk yılın bir başı akrabalardan birileri çıkıp gelir Daday’dan ama o kadar...
    Baba, tecrübeli bir insan... En verimli çağında ve bir devlet görevlisi olarak Sadarette önemli bir mevkide. Oğlundan yana bir kaygısı yok babanın. Lakin bir parçacık kızını düşünmekte... Anasının dizinin dibindeki kızı için baht açıklığı dilerken, onu şöyle istakbali açık bir köklü ailenin çocuğu ile başgöz etmenin hayalini de kurmuyor değil. Gerçi kızı ile ilgilenecek vakti yok. Oturup da şöyle baba kızın bu konuları konuşmaları mümkün değil ama eşine zaman zaman üstü kapalı da olsa imalarda bulunuyor.
    Anne, bir İstanbul hanımı. Zerafet ehli. Eviyle, aile fertleri ile son derece ilgili. Zamanın gereği musiki dersleri almış, görgüsü beyinin rahat etmesini sağlıyor. Bir konağı çekip çevirmesi bir tarafa, eş-dost ziyaretlerinde de konuşmasıyla, kültürüyle takdirlere mazhar oluyor. Modayı da takip ediyor karınca kararınca ama oturaklı bir yapısı var. Kendisine uymayanları, kendi ağırlığına uydurmayı başarıyor.
    Annenin tek kaygısı ise kızı. Biricik kızı onun baş tacı ama son yıllarda zaman zaman kızının başında kavak yelleri estiğini düşünüyor. Anlamakta zorlandığı anlar çoğalıyor, bazan sesini ciddileştirerek “Leylaaa!” diye seslendiği zamanlar artıyor. Ama yine de dizginlerin kendi elinde olduğundan emin. Leyla, daha küçük... Boyu posu yerinde ama... Güzelliğine diyecek yok ama... Yine de bazen bir şeyler oluveriyor. İpin ucu kaçıveriyor. Olsun. Gelip geçer bunlar diye düşünüyor. Bahtı açık olsun, aileye layık bir kısmeti çıkınca her şey düzelecek, bunu gayet iyi biliyor.
    Günün birinde bahar mevsimi artık kendini iyice hissettirmeye başladığı bir zamanda, bahçeden türlü türlü kokuların yayıldığı, iğde kokularının rüzgarla birlikte, leylak kokularına karıştığı bir zamanda konağın yaz için boyanması ve tamiratının yapılması gerektiği için baba İbrahim Paşa, bu işle ilgili olarak yaverine görev veriyor. O yıllarda Anadolu’nun sanatkarları İstanbul yolunu boylamışlar bile. Kışı memleketlerinde geçirip İstanbul’a geliyorlar yavaş yavaş.
    O yıllarda Kayserili ustalar çok meşhur. Hepsi de işinin ehli. Kimi nakkaş, kimi hattat, kimi taş ustası, kimisi bina ustası, kimisi ahşap ustası. Ağırnas’tan, Bürüngüz’den, Gesi’den, Germir’den, Endürlük’ten, İstefana’dan, Dimitri’den kalkıp İstanbul’a gitmek yüzyılların alışkanlığı... İşleri sağlam, yürekleri pek. Sözleri senet. Kazanacaklar ve kış bastırmadan köylerine dönecekler. Lakin İstanbul’a yerleşenleri de var. Uzun ayrılıklar, hep o ayrılıklar ne ederse ediyor. Kimisi bir sevda uğrunda kalıyor İstanbul’da, kimisi devlet kapısına kapılanıp kalıyor payitahtta. Sinan gibi bir büyük ustanın ayak izlerinden giden bu insanlara hürmet de büyük.
    -Kayserili ustalar yaptı bu şadırvanı.
    -Bizim konağı da onlar tamir etti.
    -Bu sandık tıknaz bir Kayserili ustanın elinden çıktı.
    Daha neler söyleniyor neler... İşler iyi... Kazançları evlerine rızık oluyor. Vuslat günü gelmek bilmiyor ama elden ne gelir. Analar, babalar, yavuklular, arkadaşlar özleniyor, yad ediliyor. Mektuplar yazılıyor varaklara, sevda türküleri söyleniyor inceden ince. Kayseri bir uzun yol, mektuplar üç ayda buluyor sılanın yollarını. Ama türküler her zaman dillerde.

    Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun,
    Gördün güzelleri beni unuttun,
    Sılaya gelmeye yemin mi ettin.
    Gayrı dayanacak özüm kalmadı,
    Mektuba yazacak sözüm kalmadı.
    Yarim sen gideli yedi yıl oldu,
    Diktiğin fidanlar meyveye geldi,
    Seninle gidenler sılaya döndü.
    Gayrı dayanacak özüm kalmadı,
    Gençlik elden uçtu gitti,
    Gelmene lüzum kalmadı.
    Gesi’den tüyü daha yeni yeni biten Ali’nin de sevdası hep İstanbul olmuş. O boya ustası. Üç yıldır İstanbul yollarını aşındırıyor. İyi ustaların yanında yetişiyor. Ailenin gururu bir evlat. İstanbul’da kazanıp anasına babasına, kardeşlerine rızık taşıyor. Yaşı küçük ama boyu uzun, adaleleri kuvvetli, kara saçlarının altında pırıl pırıl beyaz bir yüzü var. Bakanın bir daha baktığı bir Allah vergisi parlaklık... İnceden inceye bir delikanlı...
    Yaver, işini sağlam yapmanın telaşıyla en iyi ustaları bulup getiriyor konağa. Hepsi de Kayserili. Paşaya rapor ediyor durumu ki paşanın memnuniyeti artsın. Nihayet beklediği gibi seviniyor İbrahim paşa.
    -Aferin yaver, iyi etmişin, aferin!
    *****
    Bir sevda türküsü böyle başlıyor. Ali ile Leyla’nın türküsü...
    Ne oluyorsa daha ilk günden oluyor. Yazgıya bozgu olmaz derler. Daha ilk günden karşılaştırıyor kader onları konağın bahçesinde. Bir yürek yangısı başlıyor, bir kıvılcım çakıyor. O günden sonradır ki Leyla’nın konağı onaran ustalara ilgisi, sevgisi çoğalıyor. Ali’yi görmeden duramaz oluyor. Ustalar da durumu çok geçmeden anlayıp çekiyorlar Ali’yi karşılarına başlıyorlar anlatmaya:
    -Ali, yiğit Ali, can Ali, iyisin, hoşsun, mertsin, yiğitsin... Sözümüz yok arkadaşlığına, dostluğuna, yiğitliğine. Lakin davul bile dengi dengine. Sen ekmeğinin peşinde İstanbullardasın. O bir İstanbul kızı. Yaşı küçük anlamaz daha hayattan. Hoş sen de küçüksün amma... Ateşle oynamak doğru değil. Bu iş akıl işi değil. Bak bize söz getirirsin. Bırak şu kızın peşini, dellenme.
    Bir kulağından girer Ali’nin öbüründen çıkar. He der, haklısın ustam der usulca, lakin, Leyla’yı görmeden duramaz yine. Uzaktan uzağa bakışmalar, gizli gizli buluşmalara karışır gider. Ve bir gün olan olur. Leyla bir mektup bırakır yatağına, Ali ile bir gece ansızın kaçıp gider. Kader böyle yazılmıştır, elden bir şey gelmez.
    Konakta sabah ustalar daha Ali’nin yitik olduğunu anlayamadan bir figan feryat kopar. Leyla’nın anası, hizmetçiler ağlar dururlar. Paşababa kızgın, öfkeli öfkeli döner durur odada. Bir mektuba bakar delirir, bir hanımına bakar köpürür. Yaverini paylar durur durmadan. Yaver bir ara dili ile dişi arasında “buluruz paşam, uzaklara gidememişlerdir” diyecek olur ama bu sefer kükrer Paşababa:
    -Hayır, benim böyle bir kızım yok, bir daha o bu eve adımını atamaz. Sakın ola peşine düşme, nerede olduğunu dahi bilmeyeceksiniz. Benim böyle bir kızım yok artık.
    ****
    Gesi’de daha güzün başlangıcındayız. Bağ bozumu yeni bitmiş. Ali’nin gelmesine iki ay var.
    Yolcular, uzun bir yoldan geliyorlar. Ali, eski dönüşlerini hatırlayıp dudakları gevşiyor, gülümsüyor. Ne büyük mutluluktur sılaya kavuşmak, bağrına basması insanın anasını, babasını, kardeşlerini. Koca bedestenli koca Kayseri’ye geliyorlar, kümbetler dizi dizi, ulu ulu camiler, medreseler, hamamlar, çarşılar, İstanbul havası koklatan Kurşunlu Camii, neler neler... Ve gök kubbeyi yırtarcasına bir doruk, koskoca bir şehri kucağına oturtmuş gibi ak saçlı Erciyes.
    Yapraklar sararmış, yerler gazellerle örtülmüş. Hışır hışır yürüyor iki can, iki nefes, kaderin onlara ne getirdiğini bilmeden. Bir akşam alacasında Ali’nin eli tahta kapının tokmağına sarılıyor, nefes nefese...
    -Ah ana sen bilmezsin neler oldu, gurbet elde Ali oğlun kendine bir suna buldu, Leyla senin gelinin ana, ver elini öpeyim hakkını helal et bana!
    İki şaşkın bakış, oğluna sarılmayı unutmuş, yanındaki süslü püslü kıza bakıp durur. Ali, anasının elini öper ama anası hala kendinde değildir. Bu da nereden çıktı başımıza der durur düşünceden düşünceden. Akşam babası namazdan gelir amma al birini vur ötekine. Ne bir bayram sevinci, ne bir hoşnutluk... El vermezler, dil vermezler. Ağaları yan bakar dururlar Ali’ye.
    -Yenlicek Ali, sırası mıydı şimdi bunun. İstanbul’a gidip de şehir kızı getirmenin alemi nedir? Yarın koyup gideceksin bu şehir süsünü köy yerine, anamızın babamızın başına. Demezler, ah keşke deseler, hatta Ali’nin suratına iki yumruk dahi vursalar Ali’ye iyi gelecek. Gesi bağlarının tılsımı işte o zaman bozulur.
    Ali ile Leyla’nın nikahını bir imam kıyar. Ne telli duvaklı gelin olur Leyla, ne de damat tıraşı olur Ali. Davullar çalmaz, zurnalar ötmez. Halaya durulmaz boylu boyunca.
    Karanfilsin kararın yok
    Gonca gülsün derenin yok
    Güzel senin saranın yok
    Eli karanfilli gelin
    Başı deste güllü gelin
    Ali’nin yüreği yanar durur, yanar durur... İçindeki ateşi bastıramaz olur. Çıkar yücelerden Erciyes’e bakmaya... Lakin, mevsim kış, yücelerin yücesi Erciyes görünmez olur.
    -Ah Leyla ah Leyla, bak neler oldu. Seni sevmedilerse beni de mi sevmezler. Benim sevdiğimi niçin bilmezler. Ben onların Alisi değil miyim? Genç yaşımda gurbetlerde kazanıp onlara taşımaz mıyım? Ağalarımın bunca umarını görmüşüm. Çocuklarına kendi çocuğum gibi bakmışım, yengelerime ne hediyeler almışım, şimdi ne oldu bunlara böyle? Seni sevmezlerse beni de mi sevmezler? Seni bilmezlerse beni de mi bilmezler?
    Kış günleri çok zor geçer. Konakta büyümüş İstanbul kızı Leyla, Gesi’de evin hizmetkarı olur ama yine de yaranamaz. Yaptığı kusur olur, yapmadığı kusur. Tek tesellisi vardır Alisi. Alisi yanı başında ya katlanırım her şeye der. Der ama iki sevgili yemekten içmekten kesilirler bir süre. Ali de kabuğuna bürünür durur. Az yer, az konuşur, gülmez olur al yanakları. İşte o gün bir şeyler kıpırdar Leyla’nın içinden. Bir sevinç midir, bir çığlık mıdır, bir korku mudur, bir duygu ki anlatılmaz. Yavrusunun ayak sesleri gelir gecenin bir yarısı uyku arasında... Dinler ki Leyla, ne olduğunu anlamadan. Dinler ki ürpermeyle dolar yüreği. İlk başta söyleyemez Alisine. Bir gün cesaretini toplayıp çıtlatır usulca.
    -Hey Ali hey! Niye gönlünce sevinemedin? Şu karşıki dağlara çıkıp da haykıramadın doya doya. Sana yakışır mıydı Balagesi’nin inlerine girip de gizli gizli ağlamak. Sen sevda nedir bilir misin Ali? Söyle bana bilir misin? Hani yiğittin, cesurdun sen? Seni erittiler mi, bitirdiler mi hemen. Duvarı nem, insanı gam yıkarmış ha! Leyla’nın sevgisi yetmedi mi sana? Niye büküldün Ali, niye? Niye doğrulmadın babayiğitçe. Sana yakışır mı, ezilmek, bükülmek, yiğitliğine, mertliğine.
    -Ben seni sevdim Ali, sevgimin meyvesini kucaklasana. Niye değişiyorsun Ali, niye? Gurbette cefayı öğrenmedin mi? Leyla’nım ben, unuttun mu? Beni buralarda bırakma Ali. Beni buralarda bırakırsan ben ölürüm. İstanbul’a gitme Ali, buralarda çalış. Beni kimsesiz gibi anana babana bırakma!
    -Niye kaçıyorsun Ali, niye. Benim vebalimi alma. Beni düşün, yavrumuzu düşün. Beni susuz bırakma, öksüz bırakma.
    Değişirmiş insan değişirmiş. Bükülürmüş insan bükülürmüş.
    Yine iş mevsimi gelir. Ali, hıçkıra hıçkıra ağlayan Leyla’sını ve daha kundağını dolduramayan yavrusunu bırakıp İstanbul’a çalışmaya gider. Ali için bir kaçıştır aslında. Gönül Leyla’sına sahip çıkamamıştır. Leyla’yı bırakıp gitmenin ne demek olduğunu bilir Ali. Ama yine de gider. Giderken dönüp bakmaz ardına. Bu gidiş, gidiş değildir onun için. Bir çırpıda silmiştir herkesi gönül defterinden, Leyla’yı bile.
    Birer birer saydım da yedi yıl oldu
    Diktiğin fidanlar meyveye durdu
    Seninle gidenler sılaya döndü
    İstanbul yoluna diktim gözümü
    ****
    Leyla’nın hayatı bir işkenceden farksızdır. Ali’nin dönüşü hiç olmamıştır. Mevsimler geçer, yıllar peşi sıra gelir. Dikilen fidanlar büyür, Leyla’nın biricik yavrusu Mehmet büyür, dillenir, koşar. Artık göz pınarlarından akan yaşlar kurur, kör kuyular gibi dipsiz, uçsuz bucaksız olur.
    Herkes Leyla’nın derdine ortak olur zamanla. Leyla’nın dertli dertli söylediği türkülere onlar da kendi dertlerini katarlar. Hatta erkekler bile bu türküleri söyler olurlar. Onlar bile birkaç dörtlük söyleyip kendi dertlerini dillendirirler.
    Kimisi Ali’yi İstanbul’da gördüğünden dem vurur. Kimisi orada evlenmiş, çocukları bile olmuş der. Bazıları Ali’nin ince hastalıktan öldüğünü anlatırlar. Kimisi ise çalıştığı inşaattan düşüp öldüğünü söyler. Kesin olan bir şey var ki o da Ali’nin dönmediğidir. Leyla’nın göz pınarlarından akan yaşlarla boğulup gittiğidir.
    *****
    Yıllar sonra bir gün bir Osmanlı paşası Gesi taraflarından geçerken çeşme başında oturan insanlara yaklaşmış ve :
    -Buralarda Emir oğlu sülalesi diye bir sülale varmış, tanır mısınız, diye sormuş.
    Hepsi de tanırız demişler. İçlerinden birisi:
    -Buyur paşam, kimi sorarsan söyleyelim, demiş.
    -Emir Oğulları sülalesinden Leyla Hanım’ı soracaktım, durumu nasıl merak ettim, sağ mı, çocukları var mı?
    -Vallahi paşam, Leyla çok çekti. İstanbul’dan buraya gelin geldi, gelmez olsaydı. Oğlanın anası babası yüzüne bakmadılar, oğlanın ağabeyi, yengeleri etmediğini bırakmadılar. Leyla çok çekti çooook! İstanbul’a hep dönmek istedi ama dönemedi. Kırkına varmadan öldü paşam. İstersen akrabaları ile görüştürelim seni.
    -Yok hayır, hayır! Çocuğu var mıydı?
    -Paşam, bir Mehmet’i oldu, başka da yok.
    -Mehmet, nerede, ne yapıyor şimdi?
    -Valla Ali’nin ağabeyi Mustafa’nın yanında ırgatlık yapıyor, yüzü gülmüyor delikanlının.
    -Bana Mehmet’i bulup getirir misiniz?
    -Hayrola paşam, siz Leyla Hanımı nerden tanıyorsunuz?
    -Ben onun ağabeyi olurum.
    Koşarlar Mehmet’i bulup getirirler. Ali’nin ağabeyi Mustafa da koşar gelir paşayı duyunca. Paşa, Mustafa’nın yüzüne bakmaz bile. Mehmet’i basar bağrına, çeker bir köşeye bir şeyler anlatır ona. Mehmet’i bindirdiği gibi arabasına ver elini İstanbul.
    Derler ki Leyla’nın ölümünden sonra Gesi Bağları’nın tılsımı bozulmuştur. O günden sonra asmalar üzüm vermez olur, karanfiller, nevruzlar, çiğdemler solar. Ceviz ağaçları, kayısılar, elmalar, armutlar, vişneler, kirazlar uzun zaman meyve vermez olur. Kimisi soğuk algınlığına verir, kimisi bir başka şeye. Şimdi artık meyve verse de insanlar eski lezzetini bulamazlarmış. Eskiler hep hayıflanır dururlarmış, göz baka baka heder ettik Leyla’yı da Ali’yi de derlermiş.
    O günden sonra Kayserili ustalar İstanbul’da rağbet görmez olmuş. Konaklarda, yalılarda, köşklerde, saraylarda konuşulmuş Leyla’nın hikayesi. Konuşulmuş ama elden ne gelir demekten öte bir şeyler olmamış.
    Doğru ya...
    Güneşe yazı yazılmaz imiş,
    Yazgıya yazılan bozulmaz imiş.
    Yazan: S.Burhanettin Akbaş, Gesi Bağları Türküsü, Kayseri, 2001 adlı kitaptan alınmıştır.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Gesi Bağları Empty
    MesajKonu: Geri: Gesi Bağları   Gesi Bağları Icon_minitimePtsi Ara. 05, 2011 10:50 am

    İşte bu müthiş türkünün 100 dörtlüğü:

    GESİ BAĞLARI
    I
    Gesi Bağları’ndan gelsin geçilsin
    Kurulsun masalar rakı konyak içilsin
    Herkes sevdiğini alsın seçilsin
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

    2
    Gesi Bağları’nda dolanıyorum
    Yitirdim yarimi (anam) aranıyorum
    Bir çift selamına güveniyorum
    Atma garip anam beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansım derdime

    3
    Gesi bağlarında bülbüller öter
    Ateşim yanmadan (anam) tütünüm tüter
    Bana bir hal olmuş ölümden beter
    Atma garip anam beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    4
    Gesi Bağları’nda üç ırgat işler
    Sıladan geliyor (anam) şu uçan kuşlar
    Anneler doğurur ele bağışlar
    Örtün pencereleri (anam) esmesin yeller
    Dertli olduğumu (anam) bilmesin eller

    5
    Gesi Bağları’nın gülleri mavi
    Ayrıldım yarimden (anam) gülemem gayri
    Yardan ayrılanın böyle olur hali
    Yas tutsun ellerim (anam) kına yakmayım
    Kör olsun gözlerim (anam) sürme çekmeyim

    6
    Gesi Bağları’nda tokaştım taşa
    Kardeş ekmeğini (anam) hakarlar başa
    Girip çalıştığım emeğim boşa
    Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    7
    Gesi’ye giderken yolum ayrıldı
    Bindim arabaya (anam) başım çevrildi
    Siyah saçım sağ yanıma devrildi
    Atma garip anam beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime
    8
    Tıkır tıkır merdivenden inmedim
    Güle güle anam yar koynuna girmedim
    Cahil idim kıymetini bilmedim
    Atma anam atma , beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime.

    9
    Kuruldu kazanım harenim yoktur
    Söküldü sim saçım anam örenim yoktur
    Kapıdan içeri girenim yoktur
    Örtün pencereler anam esmesin yeller
    Dertli olduğumu anam bilmesin eller.

    10
    Bana gül diyorlar neme güleyim
    Ayrılık üzerimdeki, kime neyleyim
    Bir mektup gönder gönlüm eyleyim
    Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş bu dünyada, anamın kuzusu.
    11
    Bulamadım kır atımın gemini
    Süremedim anam gençliğimin demini
    Ben sürmedim eller sürsün demini
    Neyleyim dünyada anam yar olmayınca
    Domurcuk gül iken anam koklamayınca.
    12
    Çattım ocağıma hürmetim yoktur
    Döktüm zülfü saçı anam örenim yoktur
    Anamdan babamdan gelenim yoktur
    Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.

    13
    Enginli yüksekli kayalarımız
    Gam ile yoğrulu anam mayalarımız
    Doğurmaz olsaydı analarımız
    Neyleyim neyleyim hep alınım yazısı
    Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.

    14
    Urganım atmadık dallar mı kaldı
    Başıma gelmedik anam haller mi kaldı
    Beni söymedik diller mi kaldı
    Ne deyip ağlayım, anam alın yazgısı
    Kader böyle imiş anam onmaz bazısı.
    15
    Şu görünen bahçe m’ola bağ m’ola
    Şu dağın ardında yarim var m’ola
    Oturup da beni yad eder m’ola
    Atma anam atma beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime.
    16
    Sac üstünde fısır fısır bazlama
    Küçük iken ciğerlerim gözleme
    Ben diyorum gelir diye gözleme
    Örtün pencereler, anam esmesin yeller
    Dertli olduğumu anam bilmesin eller.

    17
    Gesi bağlarında şıvga dalım yok
    Derdimi söylesem anam dinler yarim yok
    Herkes güler oynar sorgu sual yok
    Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
    Yarını elinden anam alsak diyorlar.

    18
    Gesi’ye giderken yolum ayrıldı
    Bindim arabaya başım çevrildi
    Selvi saçım sol yanıma devrildi
    Ölüm olmasın da anam ayrılık olsun
    Bize sebep olan anam içten vurulsun
    19
    Mezarımı geniş açın dar olsun
    Etrafı mor sümbüllü bağ olsun
    Ben ölüyom ahbaplarım sağ olsun
    El kadar alınımda türlü yazım var
    Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var
    20
    Ateş alıp ısınmadım korunda
    Güle güle anam yar gezmedim kolunda
    Methim gezer elalemin dilinde
    Atma anam atma, beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    21
    Bülbül gelmiş gül dalına konuyor
    Hangi dala yuva yapsa kuruyor
    Herkesin yari yanında duruyor
    Atma garip anam beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    22
    Bülbülüm uçtu da kafesi durur
    Ne güzel ellerin (anam) babası durur
    Babasız yuvada evlat mı büyür
    Örtün pencereleri (anam) esmesin yeller
    Dertli olduğumu (anam) bilmesin eller
    23
    Yazmam gül yaprağı düremem gayri
    Yalnızım evlere (anam) giremem gayri
    Bana bir hal oldu diyemem gayri
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    24
    Gesi bağlarında kılarım namaz
    Kılarım kılarım halka yaramaz
    Haktan geldi bize bir ulu niyaz
    Örtün pencereleri değmesin yeller
    Bugün efkarlıyım gelmesin eller

    25
    Gesi Bağları’nın gülü olayım
    Arayı arayı yari bulayım
    Gül bülbülden başkasına sorayım
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmeyen ben o yari neyleyim

    26
    Gesi Bağları’nda kamber tay olur
    Anam andıkça aklım zay olur
    Ayrılık dediğin birkaç ay olur
    Örtün pencereleri esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller
    27
    Şu dereden akan bulanık seller
    Derdim içimdeki ne bilsin eller
    Oturup ağlasam divane derler
    Ne deyim ne ağlayım hep alnımın yazısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı
    28
    Sandıktan basmamı giyesim geldi
    Ciğerim anamı göresim geldi
    Varıp iki elini öpesim geldi
    Örtün pencereleri esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller

    29
    Tandıra et vurdum yiyesim geldi
    Ciğerim anamı göresim geldi
    Açıp mezarına giresim geldi
    Ne deyim ağlayım hep alnımın yazısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı

    30
    Gesi Bağları’nda bir top gülüm var
    Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var
    Ölüm varsa bu dünyada zulüm var
    Atma garip anam beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime
    31
    Gesi Bağları’nda geçilmez yastan
    Dört yanım ıslandı yağmurdan yaştan
    Sağ yanım ağrıdı soluma yaslan
    Hep yalan mı oldu o geçen günler
    Bahçede ötmez oldu bülbüller
    32
    Gesi Bağları’nda açılmış güller
    Derdimi söylesem deli olmuş derler
    Seni sevdiğimi bilmesin eller
    Gel otur yanıma boyu posu güzelim
    Gülemem ağlarım ah çekerim gezerim

    33
    Gesi bağlarında kaynar karınca
    İçim kan ağlar anam yaşıtım görünce
    Ben bu dertten iflah olmam ölünce
    Hep yalan mı oldu anam o geçen günler
    Bahçedeki ötmez oldu anam bülbüller.

    34
    Gesi bağlarında yiğitler gezer
    Eller ne bilsin anam yüreğimi ezer
    Yarim gitti hasreti beni üzer
    Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
    Varını elinden anam alsak diyorlar.
    35
    Gesi bağlarının köpeği olsam
    Koklayı koklayı anam anamı bulsam
    Bulduğum yerde öpsem koklasam
    Atma garip anam yazılara yabanlara
    Keşke verseydin köyümüzdeki çobana.
    36
    Gesi bağlarında bülbüller öter
    Anamın ekmeği burnuma tüter
    El kadar verseler o bana yeter
    El kadar alnımda türlü türlü yazım var
    Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var.

    37
    Gesi Bağları’nda bir oylum kaya
    Düşmüşüm sevdana ne diyon bana
    Bir yüzük yaptırdım yadigar sana
    Takın parmağına dar mı geliyor
    Gurbete gitmesi zor mu geliyor

    38
    Gesi Bağlarında yolun sağında
    Güller çiçek mi açar yavru bağrında
    Yavrusu koynunda elin yanında
    Yas tutsun ellerim kına yakmayım
    Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim
    39
    Gesi Bağlarında attım urganı
    Üstüme örttüler gurbet yorganı
    Benim anam çifte kessin kurbanı
    Ne deyip ağlayım hep alnımın yazgısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı
    40
    Gesi Bağlarında dikili taşlar
    Benden selam söylen hey uçan kuşlar
    Memlekette kaldı yaren yoldaşlar
    Örtün pencereleri esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller

    41
    Her boyadan bir boyalı taşım var
    Yaşım küçük ne belalı başım var
    Feleğinen döğüşecek işim var
    El kadar alnımda türlü türlü yazım var
    Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var

    42
    Anam kirmenini alsın eline
    Tarasın yününü taksın beline
    Gelsin baksın yavrusunun haline
    Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
    Varını elinden alsak diyorlar
    43
    Başına bürünmüş el kadar astar
    Asker babasını yavrular ister
    Benim yarim diye yolunu gözler
    Neyleyim dünyada yar olmayınca
    Domurcuk gül iken koklanmayınca
    44
    Gesi bağlarında ötüşen kuşlar
    Hayıra çıkmadı gördüğüm düşler
    Yıldan yıla meyva veren ağaçlar
    Devşirdim çiçeği dalda ne kaldı
    Gidiyom gurbete burda nem kaldı

    45
    Gesi bağlarında salkım söğütler
    Anam yok ki versin bana öğütler
    Gün görüp gidiyor benden kötüler
    Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

    46
    Ocağımı çattım herenim yoktur
    Söküldü sim saçım örenim yoktur
    Kapıdan içeri girenim yoktur
    Gel otur yanıma başımın tacı
    Ayrılık ekmeği zehirden acı
    47
    Gesi bağlarında açıldı güller
    Sevdiği yanımda sefada eller
    Hep bize tokandı yaramaz diller
    Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
    Varını elinden alsak diyorlar
    48
    Arı olsam her çiçeğe konarım
    Yar yitirdim yana yana ararım
    Var mı benim şu Gesi’ye zararım
    Atma anam atma beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    49
    Gesi dedikleri bir çatal dere
    Ahbaplar içinde yüreğim yara
    Çok emekler verdim vefasız yere
    Örtün pencereler esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller

    50
    Yine kalaylandı sofanın taşı
    Silerim silerim gitmez gözümün yaşı
    Benim çektiklerim bir soysuz yası
    Meğer taşa biber ekilmez imiş
    Kötülerin kahrı çekilmez imiş
    51
    Anam beni ne hal ile doğurdu
    El kapısı hamur etti yoğurdu
    Gücüm yeter yetmez işler buyurdu
    Gurbet elde neler geldi başıma
    Anam yok ki şu derdime katıla
    52
    Anam mendilimi düremiyorum
    Yalnızım evlere giremiyorum
    Anasız babasız duramıyorum
    Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

    53
    Anam yok ki ağıdımı dinlesin
    Babam yok ki şikayetim dinlesin
    Şu cahil gönlümü kimler eylesin
    El kadar alnımda türlü türlü yazım var
    Evvel bir başımdı,şimdi körpe kuzum var

    54
    Gesi bağlarında gülüm duruyor
    Hangi dala yuva yapsam kuruyor
    Bülbül bile kadersizi biliyor
    Ne deyip ağlayım hep alnımın yazısı
    Onmaz imiş güzellerin bazısı
    55
    Yazmam gül yaprağı düremiyorum
    Yalnızım evlere giremiyorum
    Söktüm sim saçımı öremiyorum
    Devşirdim çiçeği benim dalda ne kaldı
    Gidiyom gurbete benim burda nem kaldı
    56
    Bellettim bağımı yemedim üzüm
    Kaynattım pekmezi gelirim güzün
    Garibe vermezler bir salkım üzüm
    Neydeyim ağlayım alın yazısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı

    57
    Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez
    Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
    Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez
    Eğil dağlar eğil yari göresim geldi
    Siyah zülfümü yüzüne süresim geldi

    58
    Yüceden kaldırın gelin ölüsü
    Elmalar donatın söğüt dolusu
    Bana derler kadersizin birisi
    Dertli diye çağırsınlar adımı
    Yazmamınan bağlasınlar başımı
    59
    Yazmam gül yaprağı karanfil irenk
    Aksine vuruyor devran-ı felek
    Gesi bağlarında Leyla diyerek
    Ah neyleyim şu alnımın yazısı
    Onmaz imiş güzellerin bazısı
    60
    Bana gül diyorlar neme güleyim
    Ayrılık serime düştü neyleyim
    Anamdan doğalı ben de böyleyim
    Gel otur yanıma boyu posu güzelim
    Gülemem ağlarım ah çekerim gezerim

    61
    Çırpını çırpını yuvadan uçtum
    Ağlayı ağlayı bu hale düştüm
    Getirin anamı babamdan geçtim
    Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş dünyada, anamın kuzusu

    62
    Çıra yanmayınca ceviz mi kavlar
    Ciğer yanmayınca gözler mi ağlar
    Oturum ağlasam divane derler
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    63
    Gesi bağlarının yılanı olsam
    Dolanı dolanı yanına varsam
    Uyusam uyansam derdime yansam
    Hep yalan oldu o geçen günler
    Bahçede ötmez oldu bülbüller
    64
    Gesi bağlarını gördün mü bilmem
    Toprağına bağdaş kurdun mu bilmem
    Gizli sırlarıma erdin mi bilmem
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmeyen ben o yari neyleyim

    65
    Gesi bağlarından geçemiyorum
    Az doldur kadehi içemiyorum
    Anamdan babamdan geçemiyorum
    Ölüm olmasın da ayrılık olsun
    Bize sebep olan içten vurulsun

    66
    Gesi’ye giderken yolun sağında
    Güller açmış nazlı yarin bağında
    Yeni değmiş on üç on dört çağında
    Gel otur yanıma boyu posu güzelim
    Dost düşman yanında güler oynar gezerim
    67
    Gesi’ye giderken yolum ayrıldı
    Bindim arabaya başım çevrildi
    Siyah saçım sağ yanıma devrildi
    Eğil dağlar eğil yari göresim geldi
    Siyah zülfünü yüzüme süresim geldi
    68
    Eşik arasında fenerim yitti
    Feleğin ettiği gücüme gitti
    Bana ettiğini kimlere etti
    Atma garip anam beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    69
    Ellerin mektubu gelir okunur
    Benim yüreğime hançer sokulur
    Bugün posta günü canım sıkılır
    Atma garip anam yazılara yabana
    Keşke verseydin köyümüzdeki çobana

    70
    Evereğin bayırına düzüne
    Döndüm baktım karlar yağmış izime
    Uyma dedim uydun eller sözüne
    Sağ olanlar bir gün olur kavuşur
    Küs olanlar bir gün gelir barışır
    71
    Gesi’nin etrafı tozlu yol m’ola
    Salını salını gelen yar m’ola
    Urgan atsam ölsem ölüm zor m’ola
    Şimdi ben anladım onmadığımı
    Daha çilelerimin dolmadığını
    72
    Gesi’nin evleri kemer kemerdir
    Derdim içimde küme kümedir
    Ağlamak dururken gülmek nemedir
    Örtün pencereleri esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller

    73
    Söktüm sim saçımı örenim yoktur
    Kapıdan içeri girenim yoktur
    Ağlasam sızlasam görenim yoktur
    Doğurmaz olsaydın anam başım belalı
    Bir murat almadım anamdan doğalı

    74
    Salkım söğüt gibi dallarım yerde
    Gözlerim gözlerim gözlerim yolda
    Götürün anama evleri nerde
    Gurbet elde neler geldi başıma
    Anam yok ki şu derdime katlana
    75
    Şu dağlara çıksam yolu arasam
    Mendilim elimde döne döne ağlasam
    Anam yok ki ben derdimi söylesem
    Ne deyim ağlayım alın yazısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı
    76
    Tel tel olur Kayseri’nin ovası
    Yüzüne bakmadım karın doyası
    Taze olur evlilerin boyası
    Ne deyip ağlayım alın yazısı
    Gülüp oynamıyor gelinlerin bazısı

    77
    Yüce dağ başına gelmesin eller
    Bu gün efkarlıyım açmasın güller
    Diz dize gelip de döktüğüm diller
    Ne deyip ağlayım bu böyle olmaz
    Kulların başına gelmedik kalmaz

    78
    Gesi bağlarından indi bir firek
    Bu mektubu yazan dertli bir yürek
    Gönderin anamı o bana gerek
    Yaz yaz mektubu postaya bırak
    Varamam yanına yollar pek ırak
    79
    Gesi’ye gidenin bağrı taş gerek
    Atı saltanatlı bir kardeş gerek
    Ağlamak dururken gülmek ne gerek
    Yas tutsun ellerim kına yakmayım
    Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim
    80
    Sofraya oturdum gelin kız gibi
    Gözüme bakarlar imkansız gibi
    Ortadaki yemek acı tuz gibi
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

    81
    Güğümlere su doldurdum ılımış
    Benim kader ilk akşamdan uyumuş
    Ne yapayım dostlar yazım bu imiş
    Örtün pencereleri esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller

    82
    Gesi bağlarını belleyen olsa
    Şu cahil gönlümü eğleyen olsa
    Beni de anama yollayan olsa
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    83
    Gesi bağlarında kaynar kum idim
    Ben eller içinde yanan mum idim
    Ibdı Allah, sonra senden umudum
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    84
    Merdivenden tıkır tıkır inerken
    Yazması boynuma dolanır severken
    Uyumuşum ak gerdandan emerken
    Örtün pencereler değmesin yeller
    Bu gün efkarlıyım gelmesin eller

    85
    Gesi bağlarında has nane biter
    Bana bir hal oldu ölümden beter
    Sevdiğim ettiğin canıma yeter
    Yaz yaz mektubunu postaya bırak
    Varamam yanına, yollar çok ırak

    86
    Gül koymuşlar menekşenin adını
    Almadım dünyadan ben muradımı
    Ben ölürsem dertli koyun adımı
    Atma garip anam yazılara yabana
    Keşke verseydin beni köyümüzdeki çobana
    87
    Bu nasıl tecelli bu nasıl kader
    Derdim içimdedir ne bilsin eller
    Oturup ağlasam deli mi derler
    Neyleyim, neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
    88
    Gesi bağlarında gül ile çayır
    Ana ben ölüyom başını çevir
    Kaynanam imansız, güveyin gavur
    Ne diyeyim ağlayayım alın yazısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı

    89
    Elimi atmadık dallar mı kaldı
    Başıma gelmedik haller mi kaldı
    Beni söylemedik diller mi kaldı
    El kadar alnımda türlü türlü yazım var
    Evvel bir başımdı şimdi körpe kuzum var

    90
    Gesi bağlarında gül ile susam
    Tecellisi olmaz yerine küsen
    Candan kimsem yok derdimi desem
    El kadar alnımda türlü yazım var
    Evvel yalnızdım şimdi kuzum var
    91
    Anam yok ki diye diye ağlasın
    Babam yok ki kuşağımı bağlasın
    Kardeş yok ki salacamda baş tutsun
    Atma garip anam yazılara yabana
    Keşke verseydin köyümüzdeki çobana
    92
    Bülbüle su verdim altın tasınan
    Yolunu beklerim bir hevesinen
    Günlerim geçiyor ah u zarınan
    Örtün pencereler esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller

    93
    Gesi bağlarında gül ile nergis
    Sabahlar olmuyor sevdiğim sensiz
    Cennetin köşkünde duramam sensiz
    Ölüm olmasın da ayrılık olsun
    Bize sebep olan Allah’tan bulsun

    94
    Gesi bağlarında bir tarla nohut
    Anam ben ölüyom bir yasin okut
    Küçük kardeşimi yarime büyüt
    Örtün pencereler esmesin yeller
    Dertli olduğumu bilmesin eller
    95
    Dağdan yuvarlandı kayalarımız
    Gam ile yoğruldu mayalarımız
    N’ola taş doğuraydı analarımız
    Ne deyim ağlayım hep alın yazısı
    Kader böyle imiş onmaz bazısı
    96
    Kuruldu kanadım kefenim yoktur
    Kapıdan içeri girenim yoktur
    Gurbette anamın haberi yoktur
    Beklerim yolunu gelene kadar
    Çekerim derdini ölene kadar

    97
    Kütür kütür kırdın felek dalımı
    Kimselere diyemiyom halimi
    Ben sana ne yaptım Allah’ın zalimi
    Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
    Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

    98
    Gesi bağlarında dolanıyorum
    Yitirdim yarimi aranıyorum
    Bir çift selamına güveniyorum
    Eğil dağlar eğil gülleriniz açtı mı
    Benim sevdiceğim burdan geçti mi
    99
    Yağmur yağar ince elek tülbentten
    Kurtar Allah beni gayri gurbetten
    Ölmeyince kurtuluş yok bu dertten
    Yol ver dağlar ben gideyim sılama
    Sılam zümrüt yeşili buna nasıl dayana
    100
    Gesi bağlarında bir top gül idim
    Yağmur yağdı güneş vurdu eridim
    Evvel yarin sevdiceği ben idim
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

    Gesi Bağları Türküsü, S.Burhanettin Akbaş-Mehmet Özet, Kayseri, 2001
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Gesi Bağları Empty
    MesajKonu: Geri: Gesi Bağları   Gesi Bağları Icon_minitimePtsi Ara. 05, 2011 10:51 am

    Gesi Bağları türküsünü kim söyledi?
    Aslında 100 ya da 104 bentten meydana geldiği varsayılan, hatta mukayeseli bir çalışma yapıldığında dörtlük sayısı daha da artan bu türkü için “Gesi Bağları türküsünü kim söyledi?” diye sorduğumuz soruya verilebilecek en güzel cevap şudur: Bu türkü sayılamayacak kadar insanın katkılarıyla meydana geldi. Çünkü, türkünün içerisinde bir ana motif etrafında o kadar farklı sesler birbirine karışmış ki... Sanki ortaya çıkan ilk hikayenin etrafında herkes derdini söylüyor.
    “Kurulsun masalar rakı konyak içilsin” diye temennide bulunan ses, bu türküye karışmış erkek seslerinden biri gibi geliyor bana. Anlaşılan o ki bu duygulu türkü, uzun zamandan beri erkeklerin oluşturduğu rakı sofralarının efkarlı türkülerinden biri de olmuştur.
    Bir gelinin dilinden dökülen ve birkaç dörtlükten oluşan türkü, halkın dilinde öylesine çoğaltılmış ki türkünün mısraları inanılmayacak oranda artmış ve adeta destanlaşmıştır.

    Gesi Bağları türküsünün bir hikayesi var mı?
    Gesi Bağları türkülerinin hikayeleri arasında inanılmayacak oranda farklılıklar vardır.
    Türkünün birinci derlemesinde yer alan “iki asker kaçağı tarafından kaçırılan Molla Fadime’nin başına gelenlerin kendi ağzından dert dökmesi, yakınması” olarak bu türküyü düşünemiyorum bile. Çünkü, bu türkü, böyle bir hikayeye dayansa, bu hikayeyi destekleyecek kıtaların olması gerekmez miydi? Yok. Belki Kazım Yedekçioğlu’nun ifadesiyle bir veya iki kıta biraz yorumlama yeteneğiyle bu hikayeye bağlanabilir ama açık ve net bir destek sayılamaz bu.
    Hal böyle olunca Gesi bağları türküsünün hikayesi olarak ortaya atılan hikayelerden birini esas almak imkansız bir haldedir. Yine en mantıklısı ne kadar kişi tarafından söylenmiş olursa olsun, türkünün uzun metnine sığınmak ve türküden belli bir hikaye çıkarmaya çalışmak daha mantıklı gözükmektedir.

    Halk bu türküyü neden bu kadar çok seviyor?
    Türküde hem gurbet teması, hem ayrılık konusu işlendiği için halkın yıllarca gözdesi olan bu türkü, içerisinde bir çok insanın hikayesini de taşıdığı için bu günlere kadar sevilmiş ve adeta bu yörenin milli marşı gibi olmuştur. Bu türkünün Ürgüp yöresinden Develi’ye, Gesi’den Bünyan’a, Hacılar’a kadar birçok yörede bu kadar çeşitlenmesi, halkın sahiplenmesinde önemli bir rol üstlenmiş olmalı. Tabii ki türkünün ezgisindeki zarafet de bunda etkilidir.
    Gesi Bağları türküsü ne zaman söylendi?
    Gesi Bağları türküsünün söyleniş tarihi hakkındaki görüş değerli büyüğümüz Kazım Yedekçioğlu tarafından ortaya atıldı. Kayseri Akın Günlük gazetesinde (7-8-9 Ocak 2002, Kayseri Akın Günlük Gazetesi) konuyla ilgili bir yazı kaleme alan Yedekçioğlu yazısında bu türkünün 1890-92 yılları arasında söylenmiş olabileceğini ifade ediyor ve şu görüşlere yer veriyordu: “Rahmetli Büyanam (Büyükannem) geçmişlerden söz edildiği bir gün : “Gessi bağları türküsü yeni çıkmıştı, benim düğünümde ilk kez söylendiydi” demişti. Gelin olduğunda on beşinde var yokmuş. Tevellütünü bilmezdi rahmetli. Rahmetli Annem, ilk çocuğu imiş. Onun kafa kağıdı çekmecemdeydi, bilirim 1312 idi. Gelin olduktan bir yıl, bilemedin iki yıl sonra annemi doğurmuş olsa, (Büyanam) on yedisinde anne olmuş demektir. 1312’den iki yıl geriye gidilince miladi 1892 senesi çıkar ortaya. Demek ki Gesi Bağları türküsü 1890-92 tevellütlü , yani yüz yılı on fazlasıyla doldurmuş.”

    Türküde Kayseri Ağzı’nın özellikleri görülür mü?
    Türküde Orta Anadolu Ağızlarının ve Kayseri Ağzının özellikleri kısmen görülür. Çünkü, türkünün ana temasını oluşturan dörtlüklerin büyük bölümünde belli bir yöre ağzının özelliklerini görmek mümkün değildir.
    Türkünün ikinci varyantında tespit ettiğimiz bir kısım dil özellikleri vardır. Mesela tokaştım taşa (6.bent), hakarlar başa (6.bent), tokandı (47.bent), feleğinen (41.bent), ölüyom (19.bent), ne diyon bana (37. bent), Ibdı Allah (83.bent) vs. gibi.
    Bu sözlerin büyük bir bölümü Orta Anadolu ağızlarında vardır. Tokaşmak, takılmak anlamındadır. Kakmak eylemi, yöre ağızlarında haharlar/ hakarlar şeklinde söylenir. Tokandı sözü ise yöre ağızlarında kullanılır ve Türkiye Türkçesi’ndeki “dokundu” sözünün karşılığıdır. Yine yörede, ile edatının yerine kullanılan bir “nen” eki vardır ki türküde “feleğinen” örneğinde karşımıza çıkar. Yörede “-yor” ekinin çekiminde “r” sesinin düştüğü örneklere rastlanır. Türküde de “ölüyom”, “diyon” örnekleri görülmektedir. “Ibdı” sözcüğü de Orta Anadolu Ağızlarında görülen ve “önce” anlamına gelen bir zaman zarfıdır.
    Bütün bu örneklerde Orta Anadolu ve Kayseri Ağzı’nın örneklerini bulmamıza rağmen, yine de eldeki metnin bir türkü olduğu unutulmamalıdır. Yani bir yörenin dil özelliklerini kesin olarak tespit edebilmek için bir türkü metni yeterli bir malzeme kabul edilemez.

    “Beni söylemedik diller mi kaldı?”
    Türkünün 14. dörtlüğünde böyle bir mısra vardır. Benim derdimi söylemeyen diller mi kaldı diyor. Hal böyle olunca türküde genel manada Orta Anadolu yöresinin söyleyiş biçiminin bulunduğu söylense de yine de daha ince seslerden kurulu bir sesin varlığını görmemek imkansızdır. Bu da türkünün ilk söyleyicisinin yani Gesi’ye gelin gelen kızın farklı bir yöreden olma ihtimalini ortadan kaldırmaz. Hatta bu sesin sahibinin İstanbul Türkçesini kullandığını düşünmemiz daha doğru olur. Türküde yöresel sesler bulunmasına rağmen İstanbul Türkçesinin ağırlığı bütün metinde hissedilmektedir.

    Gesi Bağları’ndaki gelin kim?
    Aslında türkünün baş kahramanı kesin olarak bilinmiyor. Türkünün hikayelerinde de açık bir şekilde şu denilmiyor ama biz yine türkü metnini esas alarak bazı şeyler söyleyebiliriz.

    Evleri Gesi’ye giderken yolun sağında imiş.
    Türkünün metnine göre kızın evi Gesi’ye giderken yolun sağında imiş, yani kız, bağların içindeki bu eve gelin gelmiş. O sırada yaşı da on üç on dört imiş. Türkünün 70. dörtlüğünde bu konulara değinen bir bölüm bulunmaktadır ve bent şöyledir:
    Gesi’ye giderken yolun sağında
    Güller açmış nazlı yarin bağında
    Yeni değmiş on üç on dört çağında (70.bent)
    Yine de bu bentlere karşı da ihtiyatlı davranmak gerektiğini hatırlatmak uygun olur. Kesin yargıda bulunmak yerine sadece metne göre hareket ettiğimiz unutulmamalıdır.

    Kızın adı Leyla mı? Leyla nasıl biri?
    Türkü metni 59. bentte kızın adını açıklıyor. Bu dörtlüğe göre kızın adı Leyla’dır. Bakın bent şöyle diyor:
    Yazmam gül yaprağı karanfil irenk
    Aksine vuruyor devran-ı felek
    Gesi bağlarında Leyla diyerek
    Sadece bir bentte kızın adının Leyla olarak geçmesi ihtiyatla yaklaşılacak bir durumdur. Ancak, yine de alınmış bir mesafedir bana göre. Yani hiç yoktan iyidir.
    Leyla nasıl biridir, sorusunda Leyla’nın görüntüsünü anlatan birkaç mısra aradık durduk ama maalesef yeterli bilgilere ulaşamadık. Türküde birkaç yerde Leyla, saçlarının siyah olduğundan bahsediyor, o kadar...
    Siyah zülfümü yüzüne süresim geldi (57. bent)
    Siyah saçım sağ yanıma devrildi (7. bent)

    Gesi bağları türküsünde mekan neresidir?
    Türküde çok miktarda Gesi ve Gesi Bağları adı geçer. Bunlardan bir kısmı doldurma mısra olarak sadece kafiyeye uysun diye verilirken, bazı mısralarda gerçekten karşımıza bir Gesi görüntüsü gelir. Mesela:
    Gesi Bağlarında dikili taşlar
    Benden selam söyleyin uçan kuşlar (40. bent)
    Bizde bir Gesi manzarası uyandırmakta ve yörede bulunan 600 civarındaki tarihi güvercinliği ve yine yörede bir zamanlar çok miktarda olan ve sürü sürü gezen güvercinleri hatırlatmaktadır.
    70. bentte ise Gesi’deki tarihi evlerin türkünün içerisinde bir motif teşkil ettiği ve taş işçiliğinin güzel örneklerini teşkil eden bu evlerde çok miktarda kemer bulunduğunun anlatıldığı göze çarpar:
    Gesi’nin evleri kemer kemerdir

    Everek ve Kayseri Ovası adları da geçiyor.
    Türkünün bir yerinde Everek adı bir yerinde de Kayseri Ovası’nın adı geçiyor.
    Evereğin bayırına düzüne (70.bent)
    Tel tel olur Kayseri’nin Ovası (76. bent)

    Burada geçen Everek kelimesinin Develi ilçesini anlattığı sanılabilir ama bana göre bu uzak bir ihtimaldir. Şöyle ki, eski zamanlarda Gesi bölgesine çok daha yakın olan Everek isimli bir mezranın adı geçmektedir. Malya nahiyesine bağlı olan bu Everek mezrasının bugün yeri tam olarak bilememekle beraber, Osmanlı kayıtlarında adı yeterli miktarda geçmektedir. Malya nahiyesi Kayseri’nin Tomarza ilçesine yakın olan bölümlerini içine almakta idi. Hal böyle olunca Gesi’ye çok daha yakın bir Everek mezraının bulunduğunu göz önüne aldığımızda sandığımız şeyin doğruluğu akla daha yakın gözüküyor.Gesi halkı bugün bu yere “Evlek” adını veriyor.

    “Üstüme örttüler gurbet yorganı”
    Gesi Bağları türküsü gurbet (ayrılık) ve hasretlik duygusunu öne çıkardığı için çok sevilmektedir. Türküde bu duyguları öne çıkaran sözler vardır. Mesela türkünün kahramanı olan kızın Gesili olmadığını “Üstüme örttüler gurbet yorganı” (39.bent) mısraından ve diğer bazı mısralardan anlayabiliyoruz.
    Türkünün metninden anlaşıldığına göre, Gesi’ye gelin gelen kızın eşi, uzaklara çalışmaya gitmiş, muhtemel ki İstanbul’dur, bir daha da geri dönmemiştir.
    “Ayrılık dediğin birkaç ay olur” (26.bent) feryadı bu durumun getirdiği bir mısra olarak değerlendirilebilir. Lakin, kızın bu evlilikten bir de çocuğu dünyaya gelmiştir.
    “Babasız yuvada evlat mı büyür”
    “Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var” mısraları bu durumu belgeleyen mısralardır.
    Leyla’nın gurbette bulunuşu, annesinden babasından, kardeşinden uzak oluşu, evlendiği delikanlının bir daha geri dönmeyişi, oğlanın ailesi ile yaşadığı değişik sorunlar türkü boyunca dile getirilir.
    Anam yok ki diye diye ağlasın
    Babam yok ki kuşağımı bağlasın
    Kardeş yok ki salacamda baş tutsun
    Mısraları genelde anne, baba ve kardeş özlemini dile getirirken, Leyla’nın özellikle annesine düşkünlüğünü gösteren o kadar çok mısra vardır.
    Ciğerim anamı göresim geldi
    Açıp da mezarına giresim geldi (29. bent)
    ...
    Gesi Bağlarının köpeği olsam
    Koklayı koklayı anamı bulsam (35. bent)
    ...
    Anamın ekmeği burnumda tüter (36.bent)
    ...
    Leyla’nın evlendiği gence olan sevgisini dile getiren pek fazla bir mısra yoktur türküde. Şüphesiz ki terk edilmenin getirdiği duygular ağır basmakta, çevredeki insanların bu olay karşısındaki tutumları daha ağırlık kazanmaktadır. Bu orada oğlanın ailesi ile çeşitli sorunlar da yaşanmaktadır. Mesela “Varını elinden alsak diyorlar” (34.mısra) mısraı bu durumun açık bir delilidir. Yine bir başka yerde “Kardeş ekmeğini kakarlar başa” diyor. (6.bent) Oğlanın ailesi ile yaşadığı bu dertlerin yanı sıra çevreden de yeterli desteği gördüğü söylenemez. Bu durum türküde sitem halinde belirtilir:
    Kaynattım pekmezi gelirim güzün
    Garibe vermezler bir salkım üzüm (56. bent)
    Leyla’nın hayatı türküde yöre halkının hayat tarzına uygun bir şekilde açıklanır. O da diğer yöre kadınları gibi halı dokur, güz gelince pekmez kaynatır, yöre halkının olduğu gibi büyük kazanı yani herenisi vardır, o da güz gelince herkes gibi ceviz toplar ve kabuğunu çıkarmak için çıra yakar vs. Yunus Emre Özulu’nun derlediği metinde Leyla’nın halı dokuduğunu belirten mısralar vardır.
    Halımı dokuyup bağımı tutayım
    Issız gecelerde ben nasıl yatayım
    Kendimi ben ırmağa mı atayım
    Leyla’nın yöre geleneklerini aynen yansıttığı mısralar da vardır. Mesela: “Yas tutsun ellerim kına yakmayım” diyor. Yörede kına yakmak, büyük sevinçlere işarettir ve kadınlar, kızlar düğünlerde, bayramlarda kına yakarlar. Leyla, eşinin kendisini terk edişinden sonra adeta bir yas hayatı yaşadığını bu mısra ile dile getirmiş oluyor.

    Gesi Bağları türküsü, başka türkülerle karıştı mı, yoksa Gesi Bağları türküsünün içerisinden farklı türküler mi çıktı?
    Kadir Özdamarlar, 1978 yılında Erciyes dergisinde (sayı:10) “Gesi Bağları” isimli yazısında Yunus Emre Özulu’nun 1973 yılında yazdığı “Kayserim” kitabındaki metinle kendi derlediği metni karşılaştırdığı kısa incelemesinde Gesi Bağları türküsünün içerisinden çıkan farklı türkülere dikkat çekmiştir. Özdamarlar’ın verdiği Gesi Bağları türküsünün metninde geçen

    Ellerin mektubu gelmiş okunur
    Benim yüreğime hançer sokulur
    Bugün posta günü canım sıkılır
    Atma anam atma beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    Mısralarının bulunduğu dörtlüğün bir bent ilavesiyle farklı bir Kayseri türküsü haline geldiğini belirtir. Ahmet Gürlek’in 1975’te Ankara’da yayınladığı “Memleketim Develi” isimli eserde bu türkü şöyle verilmiştir:
    Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır
    Bugün posta günü canım sıkılır
    Ellerin mektubu gelmiş okunur
    Benim ciğerime hançer sokulur
    Sebebim aman aman

    Şu karşıki dağda bir top kar idim
    Yağmur yağdı güneş vurdu eridim
    Evvel yarin sevgilisi ben idim
    Şimdi uzaklarda bakan ben oldum
    Sebebim aman aman
    Yine aynı yazıda Kadir Özdamarlar, Gesi Bağları türküsünde geçen aşağıdaki bendi vererek:
    Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez
    Bağlar diken olmuş kervan konmaz
    Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez
    Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
    Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
    Bu bendin de ayrı bir türkü haline geldiğini ve Develili Yaşar Deniz’den derlenerek TRT repertuarına kazandırıldığını haber veriyor. Cahit Öztelli’nin “Evlerinin Önü” (İstanbul-1972) isimli eserinde yer alan bu türkünün metnini de şu şekilde vermektedir:
    Bu yıl meyva çoktur dallar götürmez
    Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
    Buna sevda derler sitem götürmez
    Ya sen buraya ya ben varayım
    Elmas kadehleri ben doldurayım
    Çubuğum yok yol üstüne uzatam
    Takatim yok yar yolunu gözetem
    Menendin yok seni kime benzetem
    Ya sen buraya ya ben varayım
    Elmas kadehleri ben doldurayım
    Bizim tespit ettiğimiz bir başka karışma da şöyledir. Rahmetli Adnan Türköz’ün Bünyan yöresinden derlediği bir türkü vardı.
    Dağdan yuvarlandı kayalarımız
    Gam ilen yoğrulmuş mayalarımız
    N’ola doğurmaz olaydı analarımız
    Mektupların elime de zülüflerin yüzüme
    Ne dedim de darıldın hiç bakmıyon yüzüme
    ...
    Üç dörtlükten meydana gelen bu türkünün dörtlüklerinin Gesi Bağları türküsünün içerisinde aynen tekrar edildiğini görmekteyiz.
    Enginli yüksekli kayalarımız
    Gam ile yoğruldu mayalarımız
    Doğurmaz olaydı analarımız (13.bent)

    Başına bürümüş el kadar astar
    Asker babasını yavrular ister
    Benim yarim diye yolunu gözler (43.bent)

    Dağdan yuvarlandı kayalarımız
    Gam ile yoğruldu mayalarımız
    N’ola taş doğuraydı analarımız (95.dörtlük)
    Seyrani’nin bir deyişindeki mısra dahi şiire karışmış
    Seyrani’nin bir deyişinde geçen şu dörtlüğe Kazım Yedekçioğlu dikkat çekiyor:
    Seyrani’nin gözü gamla yaş imiş
    Aşk u sevda cümle derde baş imiş
    Ben bağrımı toprak sandım taş imiş
    Meğer taşa tohum ekilmez imiş
    Gesi Bağları türküsünün Yunus Emre Özulu derlemesinin 19. bendinde Serani’nin “Meğer taşa tohum ekilmez imiş” mısraı küçük bir değişikle yer almış. 19. bent şöyledir:
    19
    Gesi bağlarına bir bağ dikeyim
    İçerisine gül ü reyhan dökeyim
    Ben bu derdin hangisini çekeyim
    Meğer taşa biber ekilmez imiş
    Kötülerin kahrı çekilmez imiş
    Bu örneklerden çıkacak sonuç, Gesi Bağları türküsünün birçok türküye kaynaklık ettiği şeklinde olmamalıdır. Çünkü, bu türkülerin Gesi Bağları türküsünün ana motifleriyle hiçbir alakası yoktur. Asker türküleri olarak adlandırılabilecek olan bu türküler gurbet ve ayrılık konusunu ağırlıklı işlemektedirler. Hatta Seyrani gibi 19. yüzyılın sevilen bir ozanının mısraları dahi türküde yer bulmuştur. Anlaşılan o ki, Gesi Bağları Türküsü çok beğenildiği için bu türküler zamanla halk tarafından Gesi Bağları türküsüne dahil edilmişlerdir.

    BARIŞ MANÇO VE GESİ BAĞLARI
    Gesi Bağları türküsünü Türkiye’ye duyuran büyük saz üstadı Ahmet Gazi Ayhan olmuştu. Eşi Yıldız Ayhan da bu türküyü TRT’de en iyi seslendiren sanatçıların başında geliyordu.
    Lakin genç kuşaklara bu türküyü modern çalgılarla düzenleyerek seslendiren Barış Manço sevdirmişti. İskender Pala, Barış Manço ile Gesi Bağları türküsünün beraber anılışını bir yazısında şöyle belirliyor:

    İskender Pala 4 Subat 1999, Persembe Zaman Gazetesi

    ....
    Giydiği kaftanlar, parmaklarını dolduran yüzükler hep bir amaç için vardı. Batı enstrümanlarını kullanarak doğunun en gizemli şarkılarını besteledi. "Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade" derken Yunuslayın konuşuyor; "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi" derken, kılıca olduğu kadar söze de hükmeden Muhteşem Süleyman'ın görkemiyle haykırıyordu. Hele “Gesi Bağları'nda bir top gülüm var" derken tam bir Türkmen kocası idi.
    ......
    Şair Mustafa Dermanlı ise Barış Manço’nun ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirdiği şiirinde Barış Manço’ya “Gesi Bağlarından üç top gül” getireceğini ifade ediyor.

    BARIŞ’A
    .
    Yağmur yağıyordu sessizce
    Bugün sessizdim,gülemiyordum
    Cama vuruyordu damlalar ince ince
    Niye o kötü olay bugün olmuştu
    Soruyordum kendime.
    .
    Şubatın biriydi
    Soğukta,ağlıyordu gökyüzü
    Ölmüştü o
    O çok sevdiğim,sevdiğimiz kişi ölmüştü.
    .
    Radyoda çalan müzikler
    O'nu hatırlatıyordu
    Ama inan Çelebi seni hep özleyeceğiz
    "işte biz o gün tükeneceğiz."
    .
    Görüşeceğiz cenette seninle,eğer gelebilirsem
    ”Gesi Bağları'ndan üç top gül getireceğim" sana
    "Dağlar dağlar" diyeceğiz dostlarla sen yokken
    Ve;
    Sevgilimi ilk gördüğümde O'na "GÜLPEMBEM" diyeceğim seni anmak için...
    Mustafa Dermanlı



    2 Şubat 1999 tarihinde yitirdiğimiz büyük sanatçı Barış Manço’nun cenazesinde tabutunun üzerine Gesi’den getirilen toprak konmuştu. Bu olay Hürriyet Gazetesi’nin haberlerine de yansıdı. Gazetenin haberi şöyle:
    4 Şubat 1999 Hürriyet Gazetesi
    “...Binlerce kişi, kadın erkek karışık olarak Manço'nun cenaze namazını sokaklarda kıldı. Kalabalık nedeniyle saf tutulmasının zaman alması yüzünden namaza geç başlandı. Manço'nun tabutunun başına üzerinde Cumhurbaşkanlığı Forsu'nun yer aldığı çelenk konuldu. Kayseri'nin Gesi Beldesi'nden getirilen toprak da bir torbayla sanatçının tabutunun üzerine konuldu. Cenaze mezarlığa götürülürken, binlerce kişi tekbir getirdi, Manço'nun şarkılarını söyledi.”
    Bu türküyü Kayseri’den göç eden gayrimüslimler de çok seviyor
    2000 yılının Ağustos ayında Ağırnas Kasabasına festival dolayısıyla gelen ve 1925 yılında Ağırnas’tan Yunanistan’a giden Rumlar, Neslihan Parkında enteresan bir jest yaparak “Gesi Bağları” türküsünü söylediler.
    Gelen topluluk içerisinde yer alan 93 yaşındaki Stavros Farasapulos, Ağırnas’ta geçen çocukluk yıllarını anlatırken müzik zevklerinin ortak olduğunu belirtiyor ve yörede Müslüman ve gayrimüslimlerin hepsinin bu türküyü bildiklerini ve söylediklerini, ayrıca türkünün 120 dörtlük civarında uzun bir türkü olduğunu ifade ediyordu.
    Dernek Başkanı Vasili Mavridis ise, bugün Yunanistan’ın Gümülcine şehrinde oturduklarını ve Kayseri’yi unutmamak için bu türküyü sürekli söylediklerini anlatıyor bizlere. Ağırnas Belediye Başkanı Mehmet Osmanbaşoğlu’nu Gümülcine’nin Arkides köyünde karşılayan Ağırnas Rumları da başkana “Gesi Bağları”nı söyleyerek dostluklarını göstermişler.
    Prof.Dr. Orhan Okay da 06.05.2001 tarihinde Zaman Gazetesinde yazdığı “Kırk yıl önceki Paris'te eski vatandaşlarımız” isimli yazıda Paris’te karşılaştığı bir Kayserili gayrimüslimin udundan “Gesi Bağları” türküsünü dinlediğini anlatıyor:

    Kırk yıl önceki Paris'te eski vatandaşlarımız

    “...........
    Başka bir arkadaşımızın, daha sonra Hacettepe’de tarih profesörü olan Abdurrahman Çaycı’nın ev sahibi ise Tabibyan Efendi idi. Galiba tanıdığımız Ermenilerin en yaşlısı idi, o yıllarda yetmişin üzerindeydi. Kayserili olan Tabibyan Efendi Belville bulvarında bir evde oturuyor ve o civardaki dükkânında saat tamirciliği yapıyordu. Ama asıl önemli tarafı ut çalmasıydı. O Türkiye’nin ve doğduğu Kayseri’nin bütün nostaljisini yaşıyordu. Evinde o yaşına rağmen pratik yiyecekler değil, kendi imal ettiği pastırmayı, hatta baklava gibi hazırlanması güç tatlıları, içkiye meraklı olduğu için de Fransız şaraplarını değil, bu tip insanların çoğunda olduğu gibi Türk rakısını ve mezelerini tercih ediyordu. Ut repertuarında son yüzyılın pek çok piyasa şarkıları vardı. Başta “Gesi Bağları" olmak üzere Kayseri türkülerini de artık kısılmış olan sesiyle söylüyor ve çalıyordu. Küçük bir not defterinde kendi el yazısıyla bir yığın şarkı yazılıydı. Tabii hepsi eski harflerle. Türkiye’ye gelip gidenlerden de hep Türkçe plak istiyordu.”
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
     
    Gesi Bağları
    Sayfa başına dön 
    1 sayfadaki 1 sayfası
     Similar topics
    -

    Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
     :: Türkülerin Hikayeleri-
    Buraya geçin: