En son konular | » Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- ByeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN» Bir Sarkisin Sen Cuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN» MerHaba MerHaba :)Cuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan MutfağıCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan CocuklarCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip VarCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)Cuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Benim HayatımCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)Cuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN |
Istatistikler | Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke
Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
|
Sosyal yer imi |
www.ay-maral-can.yetkin-forum.com
Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın |
|
akısı | |
| | Gesi Bağları | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Gesi Bağları Ptsi Ara. 05, 2011 10:49 am | |
| Gesi Bağları Taşa ve ahşaba şekil veren hünerli eller yetişti bu bölgeden yüzyıllar boyu. Gesi beldesinden Ağırnas’a kadar uzanan bölgede Mimar Sinan’ın piri olduğu sanatçı ruh her zaman yaşadı. Koramaz dağının kayalarını taşa dönüştürürken camilerde, han, hamam ve medreselerde, kendi evlerinde, köprülerinde kullandılar. Ama taşı yontarak ona zevklerinin en ince ayrıntılarını vererek... Ünleri o derece artmıştı ki nihayet İstanbul’a gittiler, oradaki binlerce esere imza attılar. Kimisi taş ustasıydı, kimisi ahşap ustası... Kimisi nakkaştı. Bilgileri, görgüleri ile yüzlerce yıllık Anadolu mimarisinin en güzel örneklerini inşa edebiliyorlardı. İşte o zaman başladı “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun” diye başlayan türküler. Sılada kalanlar gurbete gönderdiklerine, gurbettekiler sılada bıraktıklarına hep hasret kaldılar, hasret yaşadılar ve hasretlik duygusu ile göçtüler bu fani dünyadan. Bizlere onlardan yanık türküler ve içli duygular kaldı. Gesi yöresi eskiden beri yeşille iç içe oldu. Yeşilin tonları sarıya ve turuncuya çalarken çeşit çeşit meyveler yetiştiren ağaçlar, türlü türlü sebzeler üretilen bostanlar, bağlar yorgun düştüler. Evler çoğaldı, tarihi doku bozulmaya başladı. Taş binaların yerini beton alırken ahşap sessiz sedasız ayrıldı aramızdan. Ceviz ağaçlarını bile keser oldu insanlar. Tepeler yavaş yavaş kararırken yeşilin yerini de simsiyah bir manzara alıyordu tepelerde. Yine de teselli bulacak ve eskiyi hatırlatacak kadar yeşil dahi insanı mutlu etmeye yetiyor. Daracık sokaklarda ahşap ile taşın kol kola olduğu evlerin çıkıntıları yollara sarkıyor. Evlerin camları birbirine bakıyor, ama asıl ortaklıkları evlerin kapılarının baktığı ortak avlularda başlıyor. Aynı avluda büyüdük diyen komşu çocukları eskileri anlatırken arkadaş mı, kardeş mi olduklarını unutuyorlar. “Evler yan yana, insanlar can cana idi” diye başlayan anıların lezzetine doyum olmaz besbelli. Şöyle bir iç çekip de efkarlanan gelinin bu daracık sokaklarda kendini kafese konmuş gibi hissetmesiyle yürekler yakan sesi adeta bu sokaklarda geziniyor gibi. Gesi bağlarında bir top gülüm var Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var Bu dünyada ölüm varsa zulüm de var Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim Türlü türlü bitkilerin kökünden boya elde eden insanlar ceviz ağacına ve cehri adı verilen bitkiye özel bir önem veriyorlardı. Çünkü binalara süsleme yapmak, çeşit çeşit dokumalara iplik iplik renk vermek de onların işi idi. Tarih bu sokaklardan süzülür gelir Sanat buralarda hayat bulur Türkün öz kültüründen gelen türküler Haber verir geçmişte olup bitenleri “Ceviz oynamaya gelmiş odama” diye başlayan bir türkü, küçük bir çocukla evlendirilmek zorunda kalan genç bir kızın umutsuz türküsüdür. Ceviz oynamaya gelmiş odama Nişanlın da bu mu derler adama Dayanamam senin kara sevdana Aman aman olmuyor, Eş eşini bulmuyor Kara yağız genç oğlan Niye gönlün olmuyor ****** Gesi Bağları diye bir türkü, Kayseri’de yediden yetmişe ağızlarda, gönüllerde dolanır durur. Kayseri’nin milli marşı gibidir. -Ah bir hoş sesli birisi olsa da Gesi Bağları’nı söylese... Yılların biriktirdiği bir hasretlik duygusu bu. Gesi Bağları bir kişinin değil, bir toplumun malı. Herkes kendince bir şeyler katmış ona. Belki bir gelinin ağzından ilk defa iki beşliği çıkmış ama, sonradan her bağrı yanan bir bölüm eklemiş, kendi derdini de katmış arasına. Böylece 100 beşlikten bir destansı türkü çıkmış ortaya. Gesi bağları türküsünün bir hikayesi var mı? Var, hem de bir değil onlarca hikayesi var. Bir temel hikayenin üzerine herkes kendi hikayesini de katmış tabii ki... Bir gelin, kaynanasından çekmiş çekeceği kadar, o da katmıştır iki beşlik. Bir başkası nişanlısını askere yollamış, geceleri gizli gizli ağlarken mırıldanmış kendi duygularını türkünün devamına. Hatta zaman zaman erkek sesleri bile karışmış türküye. Gesi Bağları türküsünün hikayesi mi? Asıl tema gurbet... Uzak diyarlardan Kayseri’ye gelin gelen bir gencin hikayesi. İnce ruhlu bir gelin. Kelime dağarcığı geniş... Aslında onun bir köy veya bir kasaba kızı olması zor. O şehir görmüş, konaklarda büyümüş bir kız. Alımlı, giyimi kuşamı ile gözler onun üstünde... Anası onu gözü gibi sakınmış hep. Bir gün karşıki konaktan yahut ötedeki yalıdan birilerinin, kızının kısmeti olacağını düşünmüş. Bir de ağabeyi var. Askeri okulda okuyan uzun boylu, kara saçlı, parlak yüzlü bir delikanlı. İstikbali var, belki de ilerde bir Osmanlı paşası olacak. Lakin şimdi çok çalışması lazım. Hayatın bin bir türlü meşakkati, askerlik sanatının incelikleri onu bekliyor. İradesi sağlam, gözünü ufuklara dikmiş, sabırlara bekliyor her şeyi. Aslen bu aile, hafızam beni yanıltmıyorsa, Kastamonu Daday’dan İstanbul’a yıllar önce göçmüşler. Kızın babası bile İstanbul’da doğmuş, düşünün ötesini artık... Onlar İstanbullu olmuşlar olmasına ama Daday’daki akrabaları da unutmuş değiller. Kırk yılın bir başı akrabalardan birileri çıkıp gelir Daday’dan ama o kadar... Baba, tecrübeli bir insan... En verimli çağında ve bir devlet görevlisi olarak Sadarette önemli bir mevkide. Oğlundan yana bir kaygısı yok babanın. Lakin bir parçacık kızını düşünmekte... Anasının dizinin dibindeki kızı için baht açıklığı dilerken, onu şöyle istakbali açık bir köklü ailenin çocuğu ile başgöz etmenin hayalini de kurmuyor değil. Gerçi kızı ile ilgilenecek vakti yok. Oturup da şöyle baba kızın bu konuları konuşmaları mümkün değil ama eşine zaman zaman üstü kapalı da olsa imalarda bulunuyor. Anne, bir İstanbul hanımı. Zerafet ehli. Eviyle, aile fertleri ile son derece ilgili. Zamanın gereği musiki dersleri almış, görgüsü beyinin rahat etmesini sağlıyor. Bir konağı çekip çevirmesi bir tarafa, eş-dost ziyaretlerinde de konuşmasıyla, kültürüyle takdirlere mazhar oluyor. Modayı da takip ediyor karınca kararınca ama oturaklı bir yapısı var. Kendisine uymayanları, kendi ağırlığına uydurmayı başarıyor. Annenin tek kaygısı ise kızı. Biricik kızı onun baş tacı ama son yıllarda zaman zaman kızının başında kavak yelleri estiğini düşünüyor. Anlamakta zorlandığı anlar çoğalıyor, bazan sesini ciddileştirerek “Leylaaa!” diye seslendiği zamanlar artıyor. Ama yine de dizginlerin kendi elinde olduğundan emin. Leyla, daha küçük... Boyu posu yerinde ama... Güzelliğine diyecek yok ama... Yine de bazen bir şeyler oluveriyor. İpin ucu kaçıveriyor. Olsun. Gelip geçer bunlar diye düşünüyor. Bahtı açık olsun, aileye layık bir kısmeti çıkınca her şey düzelecek, bunu gayet iyi biliyor. Günün birinde bahar mevsimi artık kendini iyice hissettirmeye başladığı bir zamanda, bahçeden türlü türlü kokuların yayıldığı, iğde kokularının rüzgarla birlikte, leylak kokularına karıştığı bir zamanda konağın yaz için boyanması ve tamiratının yapılması gerektiği için baba İbrahim Paşa, bu işle ilgili olarak yaverine görev veriyor. O yıllarda Anadolu’nun sanatkarları İstanbul yolunu boylamışlar bile. Kışı memleketlerinde geçirip İstanbul’a geliyorlar yavaş yavaş. O yıllarda Kayserili ustalar çok meşhur. Hepsi de işinin ehli. Kimi nakkaş, kimi hattat, kimi taş ustası, kimisi bina ustası, kimisi ahşap ustası. Ağırnas’tan, Bürüngüz’den, Gesi’den, Germir’den, Endürlük’ten, İstefana’dan, Dimitri’den kalkıp İstanbul’a gitmek yüzyılların alışkanlığı... İşleri sağlam, yürekleri pek. Sözleri senet. Kazanacaklar ve kış bastırmadan köylerine dönecekler. Lakin İstanbul’a yerleşenleri de var. Uzun ayrılıklar, hep o ayrılıklar ne ederse ediyor. Kimisi bir sevda uğrunda kalıyor İstanbul’da, kimisi devlet kapısına kapılanıp kalıyor payitahtta. Sinan gibi bir büyük ustanın ayak izlerinden giden bu insanlara hürmet de büyük. -Kayserili ustalar yaptı bu şadırvanı. -Bizim konağı da onlar tamir etti. -Bu sandık tıknaz bir Kayserili ustanın elinden çıktı. Daha neler söyleniyor neler... İşler iyi... Kazançları evlerine rızık oluyor. Vuslat günü gelmek bilmiyor ama elden ne gelir. Analar, babalar, yavuklular, arkadaşlar özleniyor, yad ediliyor. Mektuplar yazılıyor varaklara, sevda türküleri söyleniyor inceden ince. Kayseri bir uzun yol, mektuplar üç ayda buluyor sılanın yollarını. Ama türküler her zaman dillerde.
Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun, Gördün güzelleri beni unuttun, Sılaya gelmeye yemin mi ettin. Gayrı dayanacak özüm kalmadı, Mektuba yazacak sözüm kalmadı. Yarim sen gideli yedi yıl oldu, Diktiğin fidanlar meyveye geldi, Seninle gidenler sılaya döndü. Gayrı dayanacak özüm kalmadı, Gençlik elden uçtu gitti, Gelmene lüzum kalmadı. Gesi’den tüyü daha yeni yeni biten Ali’nin de sevdası hep İstanbul olmuş. O boya ustası. Üç yıldır İstanbul yollarını aşındırıyor. İyi ustaların yanında yetişiyor. Ailenin gururu bir evlat. İstanbul’da kazanıp anasına babasına, kardeşlerine rızık taşıyor. Yaşı küçük ama boyu uzun, adaleleri kuvvetli, kara saçlarının altında pırıl pırıl beyaz bir yüzü var. Bakanın bir daha baktığı bir Allah vergisi parlaklık... İnceden inceye bir delikanlı... Yaver, işini sağlam yapmanın telaşıyla en iyi ustaları bulup getiriyor konağa. Hepsi de Kayserili. Paşaya rapor ediyor durumu ki paşanın memnuniyeti artsın. Nihayet beklediği gibi seviniyor İbrahim paşa. -Aferin yaver, iyi etmişin, aferin! ***** Bir sevda türküsü böyle başlıyor. Ali ile Leyla’nın türküsü... Ne oluyorsa daha ilk günden oluyor. Yazgıya bozgu olmaz derler. Daha ilk günden karşılaştırıyor kader onları konağın bahçesinde. Bir yürek yangısı başlıyor, bir kıvılcım çakıyor. O günden sonradır ki Leyla’nın konağı onaran ustalara ilgisi, sevgisi çoğalıyor. Ali’yi görmeden duramaz oluyor. Ustalar da durumu çok geçmeden anlayıp çekiyorlar Ali’yi karşılarına başlıyorlar anlatmaya: -Ali, yiğit Ali, can Ali, iyisin, hoşsun, mertsin, yiğitsin... Sözümüz yok arkadaşlığına, dostluğuna, yiğitliğine. Lakin davul bile dengi dengine. Sen ekmeğinin peşinde İstanbullardasın. O bir İstanbul kızı. Yaşı küçük anlamaz daha hayattan. Hoş sen de küçüksün amma... Ateşle oynamak doğru değil. Bu iş akıl işi değil. Bak bize söz getirirsin. Bırak şu kızın peşini, dellenme. Bir kulağından girer Ali’nin öbüründen çıkar. He der, haklısın ustam der usulca, lakin, Leyla’yı görmeden duramaz yine. Uzaktan uzağa bakışmalar, gizli gizli buluşmalara karışır gider. Ve bir gün olan olur. Leyla bir mektup bırakır yatağına, Ali ile bir gece ansızın kaçıp gider. Kader böyle yazılmıştır, elden bir şey gelmez. Konakta sabah ustalar daha Ali’nin yitik olduğunu anlayamadan bir figan feryat kopar. Leyla’nın anası, hizmetçiler ağlar dururlar. Paşababa kızgın, öfkeli öfkeli döner durur odada. Bir mektuba bakar delirir, bir hanımına bakar köpürür. Yaverini paylar durur durmadan. Yaver bir ara dili ile dişi arasında “buluruz paşam, uzaklara gidememişlerdir” diyecek olur ama bu sefer kükrer Paşababa: -Hayır, benim böyle bir kızım yok, bir daha o bu eve adımını atamaz. Sakın ola peşine düşme, nerede olduğunu dahi bilmeyeceksiniz. Benim böyle bir kızım yok artık. **** Gesi’de daha güzün başlangıcındayız. Bağ bozumu yeni bitmiş. Ali’nin gelmesine iki ay var. Yolcular, uzun bir yoldan geliyorlar. Ali, eski dönüşlerini hatırlayıp dudakları gevşiyor, gülümsüyor. Ne büyük mutluluktur sılaya kavuşmak, bağrına basması insanın anasını, babasını, kardeşlerini. Koca bedestenli koca Kayseri’ye geliyorlar, kümbetler dizi dizi, ulu ulu camiler, medreseler, hamamlar, çarşılar, İstanbul havası koklatan Kurşunlu Camii, neler neler... Ve gök kubbeyi yırtarcasına bir doruk, koskoca bir şehri kucağına oturtmuş gibi ak saçlı Erciyes. Yapraklar sararmış, yerler gazellerle örtülmüş. Hışır hışır yürüyor iki can, iki nefes, kaderin onlara ne getirdiğini bilmeden. Bir akşam alacasında Ali’nin eli tahta kapının tokmağına sarılıyor, nefes nefese... -Ah ana sen bilmezsin neler oldu, gurbet elde Ali oğlun kendine bir suna buldu, Leyla senin gelinin ana, ver elini öpeyim hakkını helal et bana! İki şaşkın bakış, oğluna sarılmayı unutmuş, yanındaki süslü püslü kıza bakıp durur. Ali, anasının elini öper ama anası hala kendinde değildir. Bu da nereden çıktı başımıza der durur düşünceden düşünceden. Akşam babası namazdan gelir amma al birini vur ötekine. Ne bir bayram sevinci, ne bir hoşnutluk... El vermezler, dil vermezler. Ağaları yan bakar dururlar Ali’ye. -Yenlicek Ali, sırası mıydı şimdi bunun. İstanbul’a gidip de şehir kızı getirmenin alemi nedir? Yarın koyup gideceksin bu şehir süsünü köy yerine, anamızın babamızın başına. Demezler, ah keşke deseler, hatta Ali’nin suratına iki yumruk dahi vursalar Ali’ye iyi gelecek. Gesi bağlarının tılsımı işte o zaman bozulur. Ali ile Leyla’nın nikahını bir imam kıyar. Ne telli duvaklı gelin olur Leyla, ne de damat tıraşı olur Ali. Davullar çalmaz, zurnalar ötmez. Halaya durulmaz boylu boyunca. Karanfilsin kararın yok Gonca gülsün derenin yok Güzel senin saranın yok Eli karanfilli gelin Başı deste güllü gelin Ali’nin yüreği yanar durur, yanar durur... İçindeki ateşi bastıramaz olur. Çıkar yücelerden Erciyes’e bakmaya... Lakin, mevsim kış, yücelerin yücesi Erciyes görünmez olur. -Ah Leyla ah Leyla, bak neler oldu. Seni sevmedilerse beni de mi sevmezler. Benim sevdiğimi niçin bilmezler. Ben onların Alisi değil miyim? Genç yaşımda gurbetlerde kazanıp onlara taşımaz mıyım? Ağalarımın bunca umarını görmüşüm. Çocuklarına kendi çocuğum gibi bakmışım, yengelerime ne hediyeler almışım, şimdi ne oldu bunlara böyle? Seni sevmezlerse beni de mi sevmezler? Seni bilmezlerse beni de mi bilmezler? Kış günleri çok zor geçer. Konakta büyümüş İstanbul kızı Leyla, Gesi’de evin hizmetkarı olur ama yine de yaranamaz. Yaptığı kusur olur, yapmadığı kusur. Tek tesellisi vardır Alisi. Alisi yanı başında ya katlanırım her şeye der. Der ama iki sevgili yemekten içmekten kesilirler bir süre. Ali de kabuğuna bürünür durur. Az yer, az konuşur, gülmez olur al yanakları. İşte o gün bir şeyler kıpırdar Leyla’nın içinden. Bir sevinç midir, bir çığlık mıdır, bir korku mudur, bir duygu ki anlatılmaz. Yavrusunun ayak sesleri gelir gecenin bir yarısı uyku arasında... Dinler ki Leyla, ne olduğunu anlamadan. Dinler ki ürpermeyle dolar yüreği. İlk başta söyleyemez Alisine. Bir gün cesaretini toplayıp çıtlatır usulca. -Hey Ali hey! Niye gönlünce sevinemedin? Şu karşıki dağlara çıkıp da haykıramadın doya doya. Sana yakışır mıydı Balagesi’nin inlerine girip de gizli gizli ağlamak. Sen sevda nedir bilir misin Ali? Söyle bana bilir misin? Hani yiğittin, cesurdun sen? Seni erittiler mi, bitirdiler mi hemen. Duvarı nem, insanı gam yıkarmış ha! Leyla’nın sevgisi yetmedi mi sana? Niye büküldün Ali, niye? Niye doğrulmadın babayiğitçe. Sana yakışır mı, ezilmek, bükülmek, yiğitliğine, mertliğine. -Ben seni sevdim Ali, sevgimin meyvesini kucaklasana. Niye değişiyorsun Ali, niye? Gurbette cefayı öğrenmedin mi? Leyla’nım ben, unuttun mu? Beni buralarda bırakma Ali. Beni buralarda bırakırsan ben ölürüm. İstanbul’a gitme Ali, buralarda çalış. Beni kimsesiz gibi anana babana bırakma! -Niye kaçıyorsun Ali, niye. Benim vebalimi alma. Beni düşün, yavrumuzu düşün. Beni susuz bırakma, öksüz bırakma. Değişirmiş insan değişirmiş. Bükülürmüş insan bükülürmüş. Yine iş mevsimi gelir. Ali, hıçkıra hıçkıra ağlayan Leyla’sını ve daha kundağını dolduramayan yavrusunu bırakıp İstanbul’a çalışmaya gider. Ali için bir kaçıştır aslında. Gönül Leyla’sına sahip çıkamamıştır. Leyla’yı bırakıp gitmenin ne demek olduğunu bilir Ali. Ama yine de gider. Giderken dönüp bakmaz ardına. Bu gidiş, gidiş değildir onun için. Bir çırpıda silmiştir herkesi gönül defterinden, Leyla’yı bile. Birer birer saydım da yedi yıl oldu Diktiğin fidanlar meyveye durdu Seninle gidenler sılaya döndü İstanbul yoluna diktim gözümü **** Leyla’nın hayatı bir işkenceden farksızdır. Ali’nin dönüşü hiç olmamıştır. Mevsimler geçer, yıllar peşi sıra gelir. Dikilen fidanlar büyür, Leyla’nın biricik yavrusu Mehmet büyür, dillenir, koşar. Artık göz pınarlarından akan yaşlar kurur, kör kuyular gibi dipsiz, uçsuz bucaksız olur. Herkes Leyla’nın derdine ortak olur zamanla. Leyla’nın dertli dertli söylediği türkülere onlar da kendi dertlerini katarlar. Hatta erkekler bile bu türküleri söyler olurlar. Onlar bile birkaç dörtlük söyleyip kendi dertlerini dillendirirler. Kimisi Ali’yi İstanbul’da gördüğünden dem vurur. Kimisi orada evlenmiş, çocukları bile olmuş der. Bazıları Ali’nin ince hastalıktan öldüğünü anlatırlar. Kimisi ise çalıştığı inşaattan düşüp öldüğünü söyler. Kesin olan bir şey var ki o da Ali’nin dönmediğidir. Leyla’nın göz pınarlarından akan yaşlarla boğulup gittiğidir. ***** Yıllar sonra bir gün bir Osmanlı paşası Gesi taraflarından geçerken çeşme başında oturan insanlara yaklaşmış ve : -Buralarda Emir oğlu sülalesi diye bir sülale varmış, tanır mısınız, diye sormuş. Hepsi de tanırız demişler. İçlerinden birisi: -Buyur paşam, kimi sorarsan söyleyelim, demiş. -Emir Oğulları sülalesinden Leyla Hanım’ı soracaktım, durumu nasıl merak ettim, sağ mı, çocukları var mı? -Vallahi paşam, Leyla çok çekti. İstanbul’dan buraya gelin geldi, gelmez olsaydı. Oğlanın anası babası yüzüne bakmadılar, oğlanın ağabeyi, yengeleri etmediğini bırakmadılar. Leyla çok çekti çooook! İstanbul’a hep dönmek istedi ama dönemedi. Kırkına varmadan öldü paşam. İstersen akrabaları ile görüştürelim seni. -Yok hayır, hayır! Çocuğu var mıydı? -Paşam, bir Mehmet’i oldu, başka da yok. -Mehmet, nerede, ne yapıyor şimdi? -Valla Ali’nin ağabeyi Mustafa’nın yanında ırgatlık yapıyor, yüzü gülmüyor delikanlının. -Bana Mehmet’i bulup getirir misiniz? -Hayrola paşam, siz Leyla Hanımı nerden tanıyorsunuz? -Ben onun ağabeyi olurum. Koşarlar Mehmet’i bulup getirirler. Ali’nin ağabeyi Mustafa da koşar gelir paşayı duyunca. Paşa, Mustafa’nın yüzüne bakmaz bile. Mehmet’i basar bağrına, çeker bir köşeye bir şeyler anlatır ona. Mehmet’i bindirdiği gibi arabasına ver elini İstanbul. Derler ki Leyla’nın ölümünden sonra Gesi Bağları’nın tılsımı bozulmuştur. O günden sonra asmalar üzüm vermez olur, karanfiller, nevruzlar, çiğdemler solar. Ceviz ağaçları, kayısılar, elmalar, armutlar, vişneler, kirazlar uzun zaman meyve vermez olur. Kimisi soğuk algınlığına verir, kimisi bir başka şeye. Şimdi artık meyve verse de insanlar eski lezzetini bulamazlarmış. Eskiler hep hayıflanır dururlarmış, göz baka baka heder ettik Leyla’yı da Ali’yi de derlermiş. O günden sonra Kayserili ustalar İstanbul’da rağbet görmez olmuş. Konaklarda, yalılarda, köşklerde, saraylarda konuşulmuş Leyla’nın hikayesi. Konuşulmuş ama elden ne gelir demekten öte bir şeyler olmamış. Doğru ya... Güneşe yazı yazılmaz imiş, Yazgıya yazılan bozulmaz imiş. Yazan: S.Burhanettin Akbaş, Gesi Bağları Türküsü, Kayseri, 2001 adlı kitaptan alınmıştır. | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Geri: Gesi Bağları Ptsi Ara. 05, 2011 10:50 am | |
| İşte bu müthiş türkünün 100 dörtlüğü:
GESİ BAĞLARI I Gesi Bağları’ndan gelsin geçilsin Kurulsun masalar rakı konyak içilsin Herkes sevdiğini alsın seçilsin Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
2 Gesi Bağları’nda dolanıyorum Yitirdim yarimi (anam) aranıyorum Bir çift selamına güveniyorum Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansım derdime
3 Gesi bağlarında bülbüller öter Ateşim yanmadan (anam) tütünüm tüter Bana bir hal olmuş ölümden beter Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime
4 Gesi Bağları’nda üç ırgat işler Sıladan geliyor (anam) şu uçan kuşlar Anneler doğurur ele bağışlar Örtün pencereleri (anam) esmesin yeller Dertli olduğumu (anam) bilmesin eller
5 Gesi Bağları’nın gülleri mavi Ayrıldım yarimden (anam) gülemem gayri Yardan ayrılanın böyle olur hali Yas tutsun ellerim (anam) kına yakmayım Kör olsun gözlerim (anam) sürme çekmeyim
6 Gesi Bağları’nda tokaştım taşa Kardeş ekmeğini (anam) hakarlar başa Girip çalıştığım emeğim boşa Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim 7 Gesi’ye giderken yolum ayrıldı Bindim arabaya (anam) başım çevrildi Siyah saçım sağ yanıma devrildi Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime 8 Tıkır tıkır merdivenden inmedim Güle güle anam yar koynuna girmedim Cahil idim kıymetini bilmedim Atma anam atma , beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime.
9 Kuruldu kazanım harenim yoktur Söküldü sim saçım anam örenim yoktur Kapıdan içeri girenim yoktur Örtün pencereler anam esmesin yeller Dertli olduğumu anam bilmesin eller.
10 Bana gül diyorlar neme güleyim Ayrılık üzerimdeki, kime neyleyim Bir mektup gönder gönlüm eyleyim Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş bu dünyada, anamın kuzusu. 11 Bulamadım kır atımın gemini Süremedim anam gençliğimin demini Ben sürmedim eller sürsün demini Neyleyim dünyada anam yar olmayınca Domurcuk gül iken anam koklamayınca. 12 Çattım ocağıma hürmetim yoktur Döktüm zülfü saçı anam örenim yoktur Anamdan babamdan gelenim yoktur Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.
13 Enginli yüksekli kayalarımız Gam ile yoğrulu anam mayalarımız Doğurmaz olsaydı analarımız Neyleyim neyleyim hep alınım yazısı Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.
14 Urganım atmadık dallar mı kaldı Başıma gelmedik anam haller mi kaldı Beni söymedik diller mi kaldı Ne deyip ağlayım, anam alın yazgısı Kader böyle imiş anam onmaz bazısı. 15 Şu görünen bahçe m’ola bağ m’ola Şu dağın ardında yarim var m’ola Oturup da beni yad eder m’ola Atma anam atma beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime. 16 Sac üstünde fısır fısır bazlama Küçük iken ciğerlerim gözleme Ben diyorum gelir diye gözleme Örtün pencereler, anam esmesin yeller Dertli olduğumu anam bilmesin eller.
17 Gesi bağlarında şıvga dalım yok Derdimi söylesem anam dinler yarim yok Herkes güler oynar sorgu sual yok Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar Yarını elinden anam alsak diyorlar.
18 Gesi’ye giderken yolum ayrıldı Bindim arabaya başım çevrildi Selvi saçım sol yanıma devrildi Ölüm olmasın da anam ayrılık olsun Bize sebep olan anam içten vurulsun 19 Mezarımı geniş açın dar olsun Etrafı mor sümbüllü bağ olsun Ben ölüyom ahbaplarım sağ olsun El kadar alınımda türlü yazım var Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var 20 Ateş alıp ısınmadım korunda Güle güle anam yar gezmedim kolunda Methim gezer elalemin dilinde Atma anam atma, beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime
21 Bülbül gelmiş gül dalına konuyor Hangi dala yuva yapsa kuruyor Herkesin yari yanında duruyor Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime
22 Bülbülüm uçtu da kafesi durur Ne güzel ellerin (anam) babası durur Babasız yuvada evlat mı büyür Örtün pencereleri (anam) esmesin yeller Dertli olduğumu (anam) bilmesin eller 23 Yazmam gül yaprağı düremem gayri Yalnızım evlere (anam) giremem gayri Bana bir hal oldu diyemem gayri Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim 24 Gesi bağlarında kılarım namaz Kılarım kılarım halka yaramaz Haktan geldi bize bir ulu niyaz Örtün pencereleri değmesin yeller Bugün efkarlıyım gelmesin eller
25 Gesi Bağları’nın gülü olayım Arayı arayı yari bulayım Gül bülbülden başkasına sorayım Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmeyen ben o yari neyleyim
26 Gesi Bağları’nda kamber tay olur Anam andıkça aklım zay olur Ayrılık dediğin birkaç ay olur Örtün pencereleri esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller 27 Şu dereden akan bulanık seller Derdim içimdeki ne bilsin eller Oturup ağlasam divane derler Ne deyim ne ağlayım hep alnımın yazısı Kader böyle imiş onmaz bazısı 28 Sandıktan basmamı giyesim geldi Ciğerim anamı göresim geldi Varıp iki elini öpesim geldi Örtün pencereleri esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller
29 Tandıra et vurdum yiyesim geldi Ciğerim anamı göresim geldi Açıp mezarına giresim geldi Ne deyim ağlayım hep alnımın yazısı Kader böyle imiş onmaz bazısı
30 Gesi Bağları’nda bir top gülüm var Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var Ölüm varsa bu dünyada zulüm var Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime 31 Gesi Bağları’nda geçilmez yastan Dört yanım ıslandı yağmurdan yaştan Sağ yanım ağrıdı soluma yaslan Hep yalan mı oldu o geçen günler Bahçede ötmez oldu bülbüller 32 Gesi Bağları’nda açılmış güller Derdimi söylesem deli olmuş derler Seni sevdiğimi bilmesin eller Gel otur yanıma boyu posu güzelim Gülemem ağlarım ah çekerim gezerim
33 Gesi bağlarında kaynar karınca İçim kan ağlar anam yaşıtım görünce Ben bu dertten iflah olmam ölünce Hep yalan mı oldu anam o geçen günler Bahçedeki ötmez oldu anam bülbüller.
34 Gesi bağlarında yiğitler gezer Eller ne bilsin anam yüreğimi ezer Yarim gitti hasreti beni üzer Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar Varını elinden anam alsak diyorlar. 35 Gesi bağlarının köpeği olsam Koklayı koklayı anam anamı bulsam Bulduğum yerde öpsem koklasam Atma garip anam yazılara yabanlara Keşke verseydin köyümüzdeki çobana. 36 Gesi bağlarında bülbüller öter Anamın ekmeği burnuma tüter El kadar verseler o bana yeter El kadar alnımda türlü türlü yazım var Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var.
37 Gesi Bağları’nda bir oylum kaya Düşmüşüm sevdana ne diyon bana Bir yüzük yaptırdım yadigar sana Takın parmağına dar mı geliyor Gurbete gitmesi zor mu geliyor
38 Gesi Bağlarında yolun sağında Güller çiçek mi açar yavru bağrında Yavrusu koynunda elin yanında Yas tutsun ellerim kına yakmayım Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim 39 Gesi Bağlarında attım urganı Üstüme örttüler gurbet yorganı Benim anam çifte kessin kurbanı Ne deyip ağlayım hep alnımın yazgısı Kader böyle imiş onmaz bazısı 40 Gesi Bağlarında dikili taşlar Benden selam söylen hey uçan kuşlar Memlekette kaldı yaren yoldaşlar Örtün pencereleri esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller
41 Her boyadan bir boyalı taşım var Yaşım küçük ne belalı başım var Feleğinen döğüşecek işim var El kadar alnımda türlü türlü yazım var Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var
42 Anam kirmenini alsın eline Tarasın yününü taksın beline Gelsin baksın yavrusunun haline Ben gülsem oynasam yasak diyorlar Varını elinden alsak diyorlar 43 Başına bürünmüş el kadar astar Asker babasını yavrular ister Benim yarim diye yolunu gözler Neyleyim dünyada yar olmayınca Domurcuk gül iken koklanmayınca 44 Gesi bağlarında ötüşen kuşlar Hayıra çıkmadı gördüğüm düşler Yıldan yıla meyva veren ağaçlar Devşirdim çiçeği dalda ne kaldı Gidiyom gurbete burda nem kaldı
45 Gesi bağlarında salkım söğütler Anam yok ki versin bana öğütler Gün görüp gidiyor benden kötüler Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
46 Ocağımı çattım herenim yoktur Söküldü sim saçım örenim yoktur Kapıdan içeri girenim yoktur Gel otur yanıma başımın tacı Ayrılık ekmeği zehirden acı 47 Gesi bağlarında açıldı güller Sevdiği yanımda sefada eller Hep bize tokandı yaramaz diller Ben gülsem oynasam yasak diyorlar Varını elinden alsak diyorlar 48 Arı olsam her çiçeğe konarım Yar yitirdim yana yana ararım Var mı benim şu Gesi’ye zararım Atma anam atma beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime
49 Gesi dedikleri bir çatal dere Ahbaplar içinde yüreğim yara Çok emekler verdim vefasız yere Örtün pencereler esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller
50 Yine kalaylandı sofanın taşı Silerim silerim gitmez gözümün yaşı Benim çektiklerim bir soysuz yası Meğer taşa biber ekilmez imiş Kötülerin kahrı çekilmez imiş 51 Anam beni ne hal ile doğurdu El kapısı hamur etti yoğurdu Gücüm yeter yetmez işler buyurdu Gurbet elde neler geldi başıma Anam yok ki şu derdime katıla 52 Anam mendilimi düremiyorum Yalnızım evlere giremiyorum Anasız babasız duramıyorum Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
53 Anam yok ki ağıdımı dinlesin Babam yok ki şikayetim dinlesin Şu cahil gönlümü kimler eylesin El kadar alnımda türlü türlü yazım var Evvel bir başımdı,şimdi körpe kuzum var
54 Gesi bağlarında gülüm duruyor Hangi dala yuva yapsam kuruyor Bülbül bile kadersizi biliyor Ne deyip ağlayım hep alnımın yazısı Onmaz imiş güzellerin bazısı 55 Yazmam gül yaprağı düremiyorum Yalnızım evlere giremiyorum Söktüm sim saçımı öremiyorum Devşirdim çiçeği benim dalda ne kaldı Gidiyom gurbete benim burda nem kaldı 56 Bellettim bağımı yemedim üzüm Kaynattım pekmezi gelirim güzün Garibe vermezler bir salkım üzüm Neydeyim ağlayım alın yazısı Kader böyle imiş onmaz bazısı
57 Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez Dağlar diken olmuş kervan oturmaz Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez Eğil dağlar eğil yari göresim geldi Siyah zülfümü yüzüne süresim geldi
58 Yüceden kaldırın gelin ölüsü Elmalar donatın söğüt dolusu Bana derler kadersizin birisi Dertli diye çağırsınlar adımı Yazmamınan bağlasınlar başımı 59 Yazmam gül yaprağı karanfil irenk Aksine vuruyor devran-ı felek Gesi bağlarında Leyla diyerek Ah neyleyim şu alnımın yazısı Onmaz imiş güzellerin bazısı 60 Bana gül diyorlar neme güleyim Ayrılık serime düştü neyleyim Anamdan doğalı ben de böyleyim Gel otur yanıma boyu posu güzelim Gülemem ağlarım ah çekerim gezerim
61 Çırpını çırpını yuvadan uçtum Ağlayı ağlayı bu hale düştüm Getirin anamı babamdan geçtim Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş dünyada, anamın kuzusu
62 Çıra yanmayınca ceviz mi kavlar Ciğer yanmayınca gözler mi ağlar Oturum ağlasam divane derler Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim 63 Gesi bağlarının yılanı olsam Dolanı dolanı yanına varsam Uyusam uyansam derdime yansam Hep yalan oldu o geçen günler Bahçede ötmez oldu bülbüller 64 Gesi bağlarını gördün mü bilmem Toprağına bağdaş kurdun mu bilmem Gizli sırlarıma erdin mi bilmem Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmeyen ben o yari neyleyim
65 Gesi bağlarından geçemiyorum Az doldur kadehi içemiyorum Anamdan babamdan geçemiyorum Ölüm olmasın da ayrılık olsun Bize sebep olan içten vurulsun
66 Gesi’ye giderken yolun sağında Güller açmış nazlı yarin bağında Yeni değmiş on üç on dört çağında Gel otur yanıma boyu posu güzelim Dost düşman yanında güler oynar gezerim 67 Gesi’ye giderken yolum ayrıldı Bindim arabaya başım çevrildi Siyah saçım sağ yanıma devrildi Eğil dağlar eğil yari göresim geldi Siyah zülfünü yüzüme süresim geldi 68 Eşik arasında fenerim yitti Feleğin ettiği gücüme gitti Bana ettiğini kimlere etti Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime
69 Ellerin mektubu gelir okunur Benim yüreğime hançer sokulur Bugün posta günü canım sıkılır Atma garip anam yazılara yabana Keşke verseydin köyümüzdeki çobana
70 Evereğin bayırına düzüne Döndüm baktım karlar yağmış izime Uyma dedim uydun eller sözüne Sağ olanlar bir gün olur kavuşur Küs olanlar bir gün gelir barışır 71 Gesi’nin etrafı tozlu yol m’ola Salını salını gelen yar m’ola Urgan atsam ölsem ölüm zor m’ola Şimdi ben anladım onmadığımı Daha çilelerimin dolmadığını 72 Gesi’nin evleri kemer kemerdir Derdim içimde küme kümedir Ağlamak dururken gülmek nemedir Örtün pencereleri esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller
73 Söktüm sim saçımı örenim yoktur Kapıdan içeri girenim yoktur Ağlasam sızlasam görenim yoktur Doğurmaz olsaydın anam başım belalı Bir murat almadım anamdan doğalı
74 Salkım söğüt gibi dallarım yerde Gözlerim gözlerim gözlerim yolda Götürün anama evleri nerde Gurbet elde neler geldi başıma Anam yok ki şu derdime katlana 75 Şu dağlara çıksam yolu arasam Mendilim elimde döne döne ağlasam Anam yok ki ben derdimi söylesem Ne deyim ağlayım alın yazısı Kader böyle imiş onmaz bazısı 76 Tel tel olur Kayseri’nin ovası Yüzüne bakmadım karın doyası Taze olur evlilerin boyası Ne deyip ağlayım alın yazısı Gülüp oynamıyor gelinlerin bazısı
77 Yüce dağ başına gelmesin eller Bu gün efkarlıyım açmasın güller Diz dize gelip de döktüğüm diller Ne deyip ağlayım bu böyle olmaz Kulların başına gelmedik kalmaz
78 Gesi bağlarından indi bir firek Bu mektubu yazan dertli bir yürek Gönderin anamı o bana gerek Yaz yaz mektubu postaya bırak Varamam yanına yollar pek ırak 79 Gesi’ye gidenin bağrı taş gerek Atı saltanatlı bir kardeş gerek Ağlamak dururken gülmek ne gerek Yas tutsun ellerim kına yakmayım Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim 80 Sofraya oturdum gelin kız gibi Gözüme bakarlar imkansız gibi Ortadaki yemek acı tuz gibi Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
81 Güğümlere su doldurdum ılımış Benim kader ilk akşamdan uyumuş Ne yapayım dostlar yazım bu imiş Örtün pencereleri esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller
82 Gesi bağlarını belleyen olsa Şu cahil gönlümü eğleyen olsa Beni de anama yollayan olsa Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim 83 Gesi bağlarında kaynar kum idim Ben eller içinde yanan mum idim Ibdı Allah, sonra senden umudum Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim 84 Merdivenden tıkır tıkır inerken Yazması boynuma dolanır severken Uyumuşum ak gerdandan emerken Örtün pencereler değmesin yeller Bu gün efkarlıyım gelmesin eller
85 Gesi bağlarında has nane biter Bana bir hal oldu ölümden beter Sevdiğim ettiğin canıma yeter Yaz yaz mektubunu postaya bırak Varamam yanına, yollar çok ırak
86 Gül koymuşlar menekşenin adını Almadım dünyadan ben muradımı Ben ölürsem dertli koyun adımı Atma garip anam yazılara yabana Keşke verseydin beni köyümüzdeki çobana 87 Bu nasıl tecelli bu nasıl kader Derdim içimdedir ne bilsin eller Oturup ağlasam deli mi derler Neyleyim, neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu 88 Gesi bağlarında gül ile çayır Ana ben ölüyom başını çevir Kaynanam imansız, güveyin gavur Ne diyeyim ağlayayım alın yazısı Kader böyle imiş onmaz bazısı
89 Elimi atmadık dallar mı kaldı Başıma gelmedik haller mi kaldı Beni söylemedik diller mi kaldı El kadar alnımda türlü türlü yazım var Evvel bir başımdı şimdi körpe kuzum var
90 Gesi bağlarında gül ile susam Tecellisi olmaz yerine küsen Candan kimsem yok derdimi desem El kadar alnımda türlü yazım var Evvel yalnızdım şimdi kuzum var 91 Anam yok ki diye diye ağlasın Babam yok ki kuşağımı bağlasın Kardeş yok ki salacamda baş tutsun Atma garip anam yazılara yabana Keşke verseydin köyümüzdeki çobana 92 Bülbüle su verdim altın tasınan Yolunu beklerim bir hevesinen Günlerim geçiyor ah u zarınan Örtün pencereler esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller
93 Gesi bağlarında gül ile nergis Sabahlar olmuyor sevdiğim sensiz Cennetin köşkünde duramam sensiz Ölüm olmasın da ayrılık olsun Bize sebep olan Allah’tan bulsun
94 Gesi bağlarında bir tarla nohut Anam ben ölüyom bir yasin okut Küçük kardeşimi yarime büyüt Örtün pencereler esmesin yeller Dertli olduğumu bilmesin eller 95 Dağdan yuvarlandı kayalarımız Gam ile yoğruldu mayalarımız N’ola taş doğuraydı analarımız Ne deyim ağlayım hep alın yazısı Kader böyle imiş onmaz bazısı 96 Kuruldu kanadım kefenim yoktur Kapıdan içeri girenim yoktur Gurbette anamın haberi yoktur Beklerim yolunu gelene kadar Çekerim derdini ölene kadar
97 Kütür kütür kırdın felek dalımı Kimselere diyemiyom halimi Ben sana ne yaptım Allah’ın zalimi Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
98 Gesi bağlarında dolanıyorum Yitirdim yarimi aranıyorum Bir çift selamına güveniyorum Eğil dağlar eğil gülleriniz açtı mı Benim sevdiceğim burdan geçti mi 99 Yağmur yağar ince elek tülbentten Kurtar Allah beni gayri gurbetten Ölmeyince kurtuluş yok bu dertten Yol ver dağlar ben gideyim sılama Sılam zümrüt yeşili buna nasıl dayana 100 Gesi bağlarında bir top gül idim Yağmur yağdı güneş vurdu eridim Evvel yarin sevdiceği ben idim Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
Gesi Bağları Türküsü, S.Burhanettin Akbaş-Mehmet Özet, Kayseri, 2001 | |
| | | AyMaRaLCaN Admin
Üyelik tarihi : 11/06/08
Mesaj Sayısı : 12267
Rep Gücü : 29249
Rep Puani : 235
| Konu: Geri: Gesi Bağları Ptsi Ara. 05, 2011 10:51 am | |
| Gesi Bağları türküsünü kim söyledi? Aslında 100 ya da 104 bentten meydana geldiği varsayılan, hatta mukayeseli bir çalışma yapıldığında dörtlük sayısı daha da artan bu türkü için “Gesi Bağları türküsünü kim söyledi?” diye sorduğumuz soruya verilebilecek en güzel cevap şudur: Bu türkü sayılamayacak kadar insanın katkılarıyla meydana geldi. Çünkü, türkünün içerisinde bir ana motif etrafında o kadar farklı sesler birbirine karışmış ki... Sanki ortaya çıkan ilk hikayenin etrafında herkes derdini söylüyor. “Kurulsun masalar rakı konyak içilsin” diye temennide bulunan ses, bu türküye karışmış erkek seslerinden biri gibi geliyor bana. Anlaşılan o ki bu duygulu türkü, uzun zamandan beri erkeklerin oluşturduğu rakı sofralarının efkarlı türkülerinden biri de olmuştur. Bir gelinin dilinden dökülen ve birkaç dörtlükten oluşan türkü, halkın dilinde öylesine çoğaltılmış ki türkünün mısraları inanılmayacak oranda artmış ve adeta destanlaşmıştır.
Gesi Bağları türküsünün bir hikayesi var mı? Gesi Bağları türkülerinin hikayeleri arasında inanılmayacak oranda farklılıklar vardır. Türkünün birinci derlemesinde yer alan “iki asker kaçağı tarafından kaçırılan Molla Fadime’nin başına gelenlerin kendi ağzından dert dökmesi, yakınması” olarak bu türküyü düşünemiyorum bile. Çünkü, bu türkü, böyle bir hikayeye dayansa, bu hikayeyi destekleyecek kıtaların olması gerekmez miydi? Yok. Belki Kazım Yedekçioğlu’nun ifadesiyle bir veya iki kıta biraz yorumlama yeteneğiyle bu hikayeye bağlanabilir ama açık ve net bir destek sayılamaz bu. Hal böyle olunca Gesi bağları türküsünün hikayesi olarak ortaya atılan hikayelerden birini esas almak imkansız bir haldedir. Yine en mantıklısı ne kadar kişi tarafından söylenmiş olursa olsun, türkünün uzun metnine sığınmak ve türküden belli bir hikaye çıkarmaya çalışmak daha mantıklı gözükmektedir.
Halk bu türküyü neden bu kadar çok seviyor? Türküde hem gurbet teması, hem ayrılık konusu işlendiği için halkın yıllarca gözdesi olan bu türkü, içerisinde bir çok insanın hikayesini de taşıdığı için bu günlere kadar sevilmiş ve adeta bu yörenin milli marşı gibi olmuştur. Bu türkünün Ürgüp yöresinden Develi’ye, Gesi’den Bünyan’a, Hacılar’a kadar birçok yörede bu kadar çeşitlenmesi, halkın sahiplenmesinde önemli bir rol üstlenmiş olmalı. Tabii ki türkünün ezgisindeki zarafet de bunda etkilidir. Gesi Bağları türküsü ne zaman söylendi? Gesi Bağları türküsünün söyleniş tarihi hakkındaki görüş değerli büyüğümüz Kazım Yedekçioğlu tarafından ortaya atıldı. Kayseri Akın Günlük gazetesinde (7-8-9 Ocak 2002, Kayseri Akın Günlük Gazetesi) konuyla ilgili bir yazı kaleme alan Yedekçioğlu yazısında bu türkünün 1890-92 yılları arasında söylenmiş olabileceğini ifade ediyor ve şu görüşlere yer veriyordu: “Rahmetli Büyanam (Büyükannem) geçmişlerden söz edildiği bir gün : “Gessi bağları türküsü yeni çıkmıştı, benim düğünümde ilk kez söylendiydi” demişti. Gelin olduğunda on beşinde var yokmuş. Tevellütünü bilmezdi rahmetli. Rahmetli Annem, ilk çocuğu imiş. Onun kafa kağıdı çekmecemdeydi, bilirim 1312 idi. Gelin olduktan bir yıl, bilemedin iki yıl sonra annemi doğurmuş olsa, (Büyanam) on yedisinde anne olmuş demektir. 1312’den iki yıl geriye gidilince miladi 1892 senesi çıkar ortaya. Demek ki Gesi Bağları türküsü 1890-92 tevellütlü , yani yüz yılı on fazlasıyla doldurmuş.”
Türküde Kayseri Ağzı’nın özellikleri görülür mü? Türküde Orta Anadolu Ağızlarının ve Kayseri Ağzının özellikleri kısmen görülür. Çünkü, türkünün ana temasını oluşturan dörtlüklerin büyük bölümünde belli bir yöre ağzının özelliklerini görmek mümkün değildir. Türkünün ikinci varyantında tespit ettiğimiz bir kısım dil özellikleri vardır. Mesela tokaştım taşa (6.bent), hakarlar başa (6.bent), tokandı (47.bent), feleğinen (41.bent), ölüyom (19.bent), ne diyon bana (37. bent), Ibdı Allah (83.bent) vs. gibi. Bu sözlerin büyük bir bölümü Orta Anadolu ağızlarında vardır. Tokaşmak, takılmak anlamındadır. Kakmak eylemi, yöre ağızlarında haharlar/ hakarlar şeklinde söylenir. Tokandı sözü ise yöre ağızlarında kullanılır ve Türkiye Türkçesi’ndeki “dokundu” sözünün karşılığıdır. Yine yörede, ile edatının yerine kullanılan bir “nen” eki vardır ki türküde “feleğinen” örneğinde karşımıza çıkar. Yörede “-yor” ekinin çekiminde “r” sesinin düştüğü örneklere rastlanır. Türküde de “ölüyom”, “diyon” örnekleri görülmektedir. “Ibdı” sözcüğü de Orta Anadolu Ağızlarında görülen ve “önce” anlamına gelen bir zaman zarfıdır. Bütün bu örneklerde Orta Anadolu ve Kayseri Ağzı’nın örneklerini bulmamıza rağmen, yine de eldeki metnin bir türkü olduğu unutulmamalıdır. Yani bir yörenin dil özelliklerini kesin olarak tespit edebilmek için bir türkü metni yeterli bir malzeme kabul edilemez.
“Beni söylemedik diller mi kaldı?” Türkünün 14. dörtlüğünde böyle bir mısra vardır. Benim derdimi söylemeyen diller mi kaldı diyor. Hal böyle olunca türküde genel manada Orta Anadolu yöresinin söyleyiş biçiminin bulunduğu söylense de yine de daha ince seslerden kurulu bir sesin varlığını görmemek imkansızdır. Bu da türkünün ilk söyleyicisinin yani Gesi’ye gelin gelen kızın farklı bir yöreden olma ihtimalini ortadan kaldırmaz. Hatta bu sesin sahibinin İstanbul Türkçesini kullandığını düşünmemiz daha doğru olur. Türküde yöresel sesler bulunmasına rağmen İstanbul Türkçesinin ağırlığı bütün metinde hissedilmektedir.
Gesi Bağları’ndaki gelin kim? Aslında türkünün baş kahramanı kesin olarak bilinmiyor. Türkünün hikayelerinde de açık bir şekilde şu denilmiyor ama biz yine türkü metnini esas alarak bazı şeyler söyleyebiliriz.
Evleri Gesi’ye giderken yolun sağında imiş. Türkünün metnine göre kızın evi Gesi’ye giderken yolun sağında imiş, yani kız, bağların içindeki bu eve gelin gelmiş. O sırada yaşı da on üç on dört imiş. Türkünün 70. dörtlüğünde bu konulara değinen bir bölüm bulunmaktadır ve bent şöyledir: Gesi’ye giderken yolun sağında Güller açmış nazlı yarin bağında Yeni değmiş on üç on dört çağında (70.bent) Yine de bu bentlere karşı da ihtiyatlı davranmak gerektiğini hatırlatmak uygun olur. Kesin yargıda bulunmak yerine sadece metne göre hareket ettiğimiz unutulmamalıdır.
Kızın adı Leyla mı? Leyla nasıl biri? Türkü metni 59. bentte kızın adını açıklıyor. Bu dörtlüğe göre kızın adı Leyla’dır. Bakın bent şöyle diyor: Yazmam gül yaprağı karanfil irenk Aksine vuruyor devran-ı felek Gesi bağlarında Leyla diyerek Sadece bir bentte kızın adının Leyla olarak geçmesi ihtiyatla yaklaşılacak bir durumdur. Ancak, yine de alınmış bir mesafedir bana göre. Yani hiç yoktan iyidir. Leyla nasıl biridir, sorusunda Leyla’nın görüntüsünü anlatan birkaç mısra aradık durduk ama maalesef yeterli bilgilere ulaşamadık. Türküde birkaç yerde Leyla, saçlarının siyah olduğundan bahsediyor, o kadar... Siyah zülfümü yüzüne süresim geldi (57. bent) Siyah saçım sağ yanıma devrildi (7. bent)
Gesi bağları türküsünde mekan neresidir? Türküde çok miktarda Gesi ve Gesi Bağları adı geçer. Bunlardan bir kısmı doldurma mısra olarak sadece kafiyeye uysun diye verilirken, bazı mısralarda gerçekten karşımıza bir Gesi görüntüsü gelir. Mesela: Gesi Bağlarında dikili taşlar Benden selam söyleyin uçan kuşlar (40. bent) Bizde bir Gesi manzarası uyandırmakta ve yörede bulunan 600 civarındaki tarihi güvercinliği ve yine yörede bir zamanlar çok miktarda olan ve sürü sürü gezen güvercinleri hatırlatmaktadır. 70. bentte ise Gesi’deki tarihi evlerin türkünün içerisinde bir motif teşkil ettiği ve taş işçiliğinin güzel örneklerini teşkil eden bu evlerde çok miktarda kemer bulunduğunun anlatıldığı göze çarpar: Gesi’nin evleri kemer kemerdir
Everek ve Kayseri Ovası adları da geçiyor. Türkünün bir yerinde Everek adı bir yerinde de Kayseri Ovası’nın adı geçiyor. Evereğin bayırına düzüne (70.bent) Tel tel olur Kayseri’nin Ovası (76. bent)
Burada geçen Everek kelimesinin Develi ilçesini anlattığı sanılabilir ama bana göre bu uzak bir ihtimaldir. Şöyle ki, eski zamanlarda Gesi bölgesine çok daha yakın olan Everek isimli bir mezranın adı geçmektedir. Malya nahiyesine bağlı olan bu Everek mezrasının bugün yeri tam olarak bilememekle beraber, Osmanlı kayıtlarında adı yeterli miktarda geçmektedir. Malya nahiyesi Kayseri’nin Tomarza ilçesine yakın olan bölümlerini içine almakta idi. Hal böyle olunca Gesi’ye çok daha yakın bir Everek mezraının bulunduğunu göz önüne aldığımızda sandığımız şeyin doğruluğu akla daha yakın gözüküyor.Gesi halkı bugün bu yere “Evlek” adını veriyor.
“Üstüme örttüler gurbet yorganı” Gesi Bağları türküsü gurbet (ayrılık) ve hasretlik duygusunu öne çıkardığı için çok sevilmektedir. Türküde bu duyguları öne çıkaran sözler vardır. Mesela türkünün kahramanı olan kızın Gesili olmadığını “Üstüme örttüler gurbet yorganı” (39.bent) mısraından ve diğer bazı mısralardan anlayabiliyoruz. Türkünün metninden anlaşıldığına göre, Gesi’ye gelin gelen kızın eşi, uzaklara çalışmaya gitmiş, muhtemel ki İstanbul’dur, bir daha da geri dönmemiştir. “Ayrılık dediğin birkaç ay olur” (26.bent) feryadı bu durumun getirdiği bir mısra olarak değerlendirilebilir. Lakin, kızın bu evlilikten bir de çocuğu dünyaya gelmiştir. “Babasız yuvada evlat mı büyür” “Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var” mısraları bu durumu belgeleyen mısralardır. Leyla’nın gurbette bulunuşu, annesinden babasından, kardeşinden uzak oluşu, evlendiği delikanlının bir daha geri dönmeyişi, oğlanın ailesi ile yaşadığı değişik sorunlar türkü boyunca dile getirilir. Anam yok ki diye diye ağlasın Babam yok ki kuşağımı bağlasın Kardeş yok ki salacamda baş tutsun Mısraları genelde anne, baba ve kardeş özlemini dile getirirken, Leyla’nın özellikle annesine düşkünlüğünü gösteren o kadar çok mısra vardır. Ciğerim anamı göresim geldi Açıp da mezarına giresim geldi (29. bent) ... Gesi Bağlarının köpeği olsam Koklayı koklayı anamı bulsam (35. bent) ... Anamın ekmeği burnumda tüter (36.bent) ... Leyla’nın evlendiği gence olan sevgisini dile getiren pek fazla bir mısra yoktur türküde. Şüphesiz ki terk edilmenin getirdiği duygular ağır basmakta, çevredeki insanların bu olay karşısındaki tutumları daha ağırlık kazanmaktadır. Bu orada oğlanın ailesi ile çeşitli sorunlar da yaşanmaktadır. Mesela “Varını elinden alsak diyorlar” (34.mısra) mısraı bu durumun açık bir delilidir. Yine bir başka yerde “Kardeş ekmeğini kakarlar başa” diyor. (6.bent) Oğlanın ailesi ile yaşadığı bu dertlerin yanı sıra çevreden de yeterli desteği gördüğü söylenemez. Bu durum türküde sitem halinde belirtilir: Kaynattım pekmezi gelirim güzün Garibe vermezler bir salkım üzüm (56. bent) Leyla’nın hayatı türküde yöre halkının hayat tarzına uygun bir şekilde açıklanır. O da diğer yöre kadınları gibi halı dokur, güz gelince pekmez kaynatır, yöre halkının olduğu gibi büyük kazanı yani herenisi vardır, o da güz gelince herkes gibi ceviz toplar ve kabuğunu çıkarmak için çıra yakar vs. Yunus Emre Özulu’nun derlediği metinde Leyla’nın halı dokuduğunu belirten mısralar vardır. Halımı dokuyup bağımı tutayım Issız gecelerde ben nasıl yatayım Kendimi ben ırmağa mı atayım Leyla’nın yöre geleneklerini aynen yansıttığı mısralar da vardır. Mesela: “Yas tutsun ellerim kına yakmayım” diyor. Yörede kına yakmak, büyük sevinçlere işarettir ve kadınlar, kızlar düğünlerde, bayramlarda kına yakarlar. Leyla, eşinin kendisini terk edişinden sonra adeta bir yas hayatı yaşadığını bu mısra ile dile getirmiş oluyor.
Gesi Bağları türküsü, başka türkülerle karıştı mı, yoksa Gesi Bağları türküsünün içerisinden farklı türküler mi çıktı? Kadir Özdamarlar, 1978 yılında Erciyes dergisinde (sayı:10) “Gesi Bağları” isimli yazısında Yunus Emre Özulu’nun 1973 yılında yazdığı “Kayserim” kitabındaki metinle kendi derlediği metni karşılaştırdığı kısa incelemesinde Gesi Bağları türküsünün içerisinden çıkan farklı türkülere dikkat çekmiştir. Özdamarlar’ın verdiği Gesi Bağları türküsünün metninde geçen
Ellerin mektubu gelmiş okunur Benim yüreğime hançer sokulur Bugün posta günü canım sıkılır Atma anam atma beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime
Mısralarının bulunduğu dörtlüğün bir bent ilavesiyle farklı bir Kayseri türküsü haline geldiğini belirtir. Ahmet Gürlek’in 1975’te Ankara’da yayınladığı “Memleketim Develi” isimli eserde bu türkü şöyle verilmiştir: Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır Bugün posta günü canım sıkılır Ellerin mektubu gelmiş okunur Benim ciğerime hançer sokulur Sebebim aman aman
Şu karşıki dağda bir top kar idim Yağmur yağdı güneş vurdu eridim Evvel yarin sevgilisi ben idim Şimdi uzaklarda bakan ben oldum Sebebim aman aman Yine aynı yazıda Kadir Özdamarlar, Gesi Bağları türküsünde geçen aşağıdaki bendi vererek: Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez Bağlar diken olmuş kervan konmaz Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez Gel otur yanıma hallerimi söyleyim Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim Bu bendin de ayrı bir türkü haline geldiğini ve Develili Yaşar Deniz’den derlenerek TRT repertuarına kazandırıldığını haber veriyor. Cahit Öztelli’nin “Evlerinin Önü” (İstanbul-1972) isimli eserinde yer alan bu türkünün metnini de şu şekilde vermektedir: Bu yıl meyva çoktur dallar götürmez Dağlar diken olmuş kervan oturmaz Buna sevda derler sitem götürmez Ya sen buraya ya ben varayım Elmas kadehleri ben doldurayım Çubuğum yok yol üstüne uzatam Takatim yok yar yolunu gözetem Menendin yok seni kime benzetem Ya sen buraya ya ben varayım Elmas kadehleri ben doldurayım Bizim tespit ettiğimiz bir başka karışma da şöyledir. Rahmetli Adnan Türköz’ün Bünyan yöresinden derlediği bir türkü vardı. Dağdan yuvarlandı kayalarımız Gam ilen yoğrulmuş mayalarımız N’ola doğurmaz olaydı analarımız Mektupların elime de zülüflerin yüzüme Ne dedim de darıldın hiç bakmıyon yüzüme ... Üç dörtlükten meydana gelen bu türkünün dörtlüklerinin Gesi Bağları türküsünün içerisinde aynen tekrar edildiğini görmekteyiz. Enginli yüksekli kayalarımız Gam ile yoğruldu mayalarımız Doğurmaz olaydı analarımız (13.bent)
Başına bürümüş el kadar astar Asker babasını yavrular ister Benim yarim diye yolunu gözler (43.bent)
Dağdan yuvarlandı kayalarımız Gam ile yoğruldu mayalarımız N’ola taş doğuraydı analarımız (95.dörtlük) Seyrani’nin bir deyişindeki mısra dahi şiire karışmış Seyrani’nin bir deyişinde geçen şu dörtlüğe Kazım Yedekçioğlu dikkat çekiyor: Seyrani’nin gözü gamla yaş imiş Aşk u sevda cümle derde baş imiş Ben bağrımı toprak sandım taş imiş Meğer taşa tohum ekilmez imiş Gesi Bağları türküsünün Yunus Emre Özulu derlemesinin 19. bendinde Serani’nin “Meğer taşa tohum ekilmez imiş” mısraı küçük bir değişikle yer almış. 19. bent şöyledir: 19 Gesi bağlarına bir bağ dikeyim İçerisine gül ü reyhan dökeyim Ben bu derdin hangisini çekeyim Meğer taşa biber ekilmez imiş Kötülerin kahrı çekilmez imiş Bu örneklerden çıkacak sonuç, Gesi Bağları türküsünün birçok türküye kaynaklık ettiği şeklinde olmamalıdır. Çünkü, bu türkülerin Gesi Bağları türküsünün ana motifleriyle hiçbir alakası yoktur. Asker türküleri olarak adlandırılabilecek olan bu türküler gurbet ve ayrılık konusunu ağırlıklı işlemektedirler. Hatta Seyrani gibi 19. yüzyılın sevilen bir ozanının mısraları dahi türküde yer bulmuştur. Anlaşılan o ki, Gesi Bağları Türküsü çok beğenildiği için bu türküler zamanla halk tarafından Gesi Bağları türküsüne dahil edilmişlerdir.
BARIŞ MANÇO VE GESİ BAĞLARI Gesi Bağları türküsünü Türkiye’ye duyuran büyük saz üstadı Ahmet Gazi Ayhan olmuştu. Eşi Yıldız Ayhan da bu türküyü TRT’de en iyi seslendiren sanatçıların başında geliyordu. Lakin genç kuşaklara bu türküyü modern çalgılarla düzenleyerek seslendiren Barış Manço sevdirmişti. İskender Pala, Barış Manço ile Gesi Bağları türküsünün beraber anılışını bir yazısında şöyle belirliyor:
İskender Pala 4 Subat 1999, Persembe Zaman Gazetesi
.... Giydiği kaftanlar, parmaklarını dolduran yüzükler hep bir amaç için vardı. Batı enstrümanlarını kullanarak doğunun en gizemli şarkılarını besteledi. "Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade" derken Yunuslayın konuşuyor; "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi" derken, kılıca olduğu kadar söze de hükmeden Muhteşem Süleyman'ın görkemiyle haykırıyordu. Hele “Gesi Bağları'nda bir top gülüm var" derken tam bir Türkmen kocası idi. ...... Şair Mustafa Dermanlı ise Barış Manço’nun ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirdiği şiirinde Barış Manço’ya “Gesi Bağlarından üç top gül” getireceğini ifade ediyor.
BARIŞ’A . Yağmur yağıyordu sessizce Bugün sessizdim,gülemiyordum Cama vuruyordu damlalar ince ince Niye o kötü olay bugün olmuştu Soruyordum kendime. . Şubatın biriydi Soğukta,ağlıyordu gökyüzü Ölmüştü o O çok sevdiğim,sevdiğimiz kişi ölmüştü. . Radyoda çalan müzikler O'nu hatırlatıyordu Ama inan Çelebi seni hep özleyeceğiz "işte biz o gün tükeneceğiz." . Görüşeceğiz cenette seninle,eğer gelebilirsem ”Gesi Bağları'ndan üç top gül getireceğim" sana "Dağlar dağlar" diyeceğiz dostlarla sen yokken Ve; Sevgilimi ilk gördüğümde O'na "GÜLPEMBEM" diyeceğim seni anmak için... Mustafa Dermanlı
2 Şubat 1999 tarihinde yitirdiğimiz büyük sanatçı Barış Manço’nun cenazesinde tabutunun üzerine Gesi’den getirilen toprak konmuştu. Bu olay Hürriyet Gazetesi’nin haberlerine de yansıdı. Gazetenin haberi şöyle: 4 Şubat 1999 Hürriyet Gazetesi “...Binlerce kişi, kadın erkek karışık olarak Manço'nun cenaze namazını sokaklarda kıldı. Kalabalık nedeniyle saf tutulmasının zaman alması yüzünden namaza geç başlandı. Manço'nun tabutunun başına üzerinde Cumhurbaşkanlığı Forsu'nun yer aldığı çelenk konuldu. Kayseri'nin Gesi Beldesi'nden getirilen toprak da bir torbayla sanatçının tabutunun üzerine konuldu. Cenaze mezarlığa götürülürken, binlerce kişi tekbir getirdi, Manço'nun şarkılarını söyledi.” Bu türküyü Kayseri’den göç eden gayrimüslimler de çok seviyor 2000 yılının Ağustos ayında Ağırnas Kasabasına festival dolayısıyla gelen ve 1925 yılında Ağırnas’tan Yunanistan’a giden Rumlar, Neslihan Parkında enteresan bir jest yaparak “Gesi Bağları” türküsünü söylediler. Gelen topluluk içerisinde yer alan 93 yaşındaki Stavros Farasapulos, Ağırnas’ta geçen çocukluk yıllarını anlatırken müzik zevklerinin ortak olduğunu belirtiyor ve yörede Müslüman ve gayrimüslimlerin hepsinin bu türküyü bildiklerini ve söylediklerini, ayrıca türkünün 120 dörtlük civarında uzun bir türkü olduğunu ifade ediyordu. Dernek Başkanı Vasili Mavridis ise, bugün Yunanistan’ın Gümülcine şehrinde oturduklarını ve Kayseri’yi unutmamak için bu türküyü sürekli söylediklerini anlatıyor bizlere. Ağırnas Belediye Başkanı Mehmet Osmanbaşoğlu’nu Gümülcine’nin Arkides köyünde karşılayan Ağırnas Rumları da başkana “Gesi Bağları”nı söyleyerek dostluklarını göstermişler. Prof.Dr. Orhan Okay da 06.05.2001 tarihinde Zaman Gazetesinde yazdığı “Kırk yıl önceki Paris'te eski vatandaşlarımız” isimli yazıda Paris’te karşılaştığı bir Kayserili gayrimüslimin udundan “Gesi Bağları” türküsünü dinlediğini anlatıyor:
Kırk yıl önceki Paris'te eski vatandaşlarımız
“........... Başka bir arkadaşımızın, daha sonra Hacettepe’de tarih profesörü olan Abdurrahman Çaycı’nın ev sahibi ise Tabibyan Efendi idi. Galiba tanıdığımız Ermenilerin en yaşlısı idi, o yıllarda yetmişin üzerindeydi. Kayserili olan Tabibyan Efendi Belville bulvarında bir evde oturuyor ve o civardaki dükkânında saat tamirciliği yapıyordu. Ama asıl önemli tarafı ut çalmasıydı. O Türkiye’nin ve doğduğu Kayseri’nin bütün nostaljisini yaşıyordu. Evinde o yaşına rağmen pratik yiyecekler değil, kendi imal ettiği pastırmayı, hatta baklava gibi hazırlanması güç tatlıları, içkiye meraklı olduğu için de Fransız şaraplarını değil, bu tip insanların çoğunda olduğu gibi Türk rakısını ve mezelerini tercih ediyordu. Ut repertuarında son yüzyılın pek çok piyasa şarkıları vardı. Başta “Gesi Bağları" olmak üzere Kayseri türkülerini de artık kısılmış olan sesiyle söylüyor ve çalıyordu. Küçük bir not defterinde kendi el yazısıyla bir yığın şarkı yazılıydı. Tabii hepsi eski harflerle. Türkiye’ye gelip gidenlerden de hep Türkçe plak istiyordu.” | |
| | | | Gesi Bağları | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |