Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Hosgeldiniz.... AyMaRaLCaN Bilgi Paylasim Platformuna..... Cay Isterseniz ( Hayali Büfe ) Smile Sagda Büfemiz Var Buyurun Bir Bardak Alin Afiyetle Icin Seker Bitmis ise Lütfen Zile Tiklayin Servisimiz Yardimci Olacaktir..... ..Keyifli Seyirler Dilerim Smile Bye ...
Yazar ---- > Wink AyMaRaLCaN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGüncel KonularGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
En son konular
»  Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:05 am tarafından AyMaRaLCaN

» Bir Sarkisin Sen
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 7:03 am tarafından AyMaRaLCaN

» MerHaba MerHaba :)
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:58 am tarafından AyMaRaLCaN

» Azerbaycan Yemekleri,Azerbaycan Yemek Kültürü,Azerbaycan Mutfağı
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Ara. 14, 2012 6:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» ORHAN AFACAN SIIRLERI Tas Atan Cocuklar
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 7:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bu Mezarda Bir Garip Var
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:51 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Bizden Geriler (Gam Kasavet)
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:49 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Benim Hayatım
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:48 am tarafından AyMaRaLCaN

» Aşık Mahzuni Şerif - Babasını (Bir Fakirin Hatırını)
Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeCuma Kas. 30, 2012 3:46 am tarafından AyMaRaLCaN

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Istatistikler
Toplam 7 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: AyBüke

Kullanıcılarımız toplam 28063 mesaj attılar bunda 19753 konu
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
Similar topics
    Sosyal yer imi
    Sosyal yer imi reddit      

    www.ay-maral-can.yetkin-forum.com

    Sosyal bookmarking sitesinde adresi saklayın ve paylaşın
    En bakılan konular
    Acilinden Kaciyorum ...Görüsmek Umudu Ile <---- Bye
    Türkmenistan (3) - Türkmen İsimleri
    Sinezenler..Sözleri
    Bir Sarkisin Sen
    Azərbaycan dili → Bəzi sait səslərin tələffüzü
    Radyo icin Tema Resimleri Resimler Resim
    MerHaba MerHaba :)
    ŞİİR DİNLETİSİ SUNU METNİ
    Çok Güzel Kalp Resimler,i Güller ve Kalpler,
    Azerbaycan Bayragi

     

     Osmanlı Türkçe Sözlüğü

    Aşağa gitmek 
    YazarMesaj
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 1:59 pm

    Bu sayfamızda alfabetik sıralamaya göre bazı Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılıklarına yer verdik. Türk tarihinin büyük bir kısmının Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmış olması bile, günümüzde Osmanlı Türkçesini öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu göstermekte. Gerek Osmanlı tarihine ilgi duyanlar için, gerekse bilgilerini geliştirmek isteyenler için faydalı olmasını umuyoruz…






    A Harfi Ile Baslayan Kelimeler..


    ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi.
    ÂBÂ VÜ ECDAD: Babalar, dedeler, atalar.
    ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.
    ABD-İ MEMLUK: Kul, köle.
    ABES: Boş, saçma.
    ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su.
    ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu.
    ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf.
    ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.
    A’CEMÎ: Arap olmayan.
    ACÎB: Şaşılacak ve hayret edilecek şey.
    ACÛZ: Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.
    ACZ-I BEŞERÎ: İnsanın acizliği, güçsüzlüğü.
    ACZ-I KÜLLÎ: Tam güçsüzlük.
    A’DÂ: 1. Adüvv’ün çoğulu. Düşmanlar. 2. Pek zâlim, pek gaddar.
    A’DÂD: Adedin çoğulu. Sayılar.
    ÂDÂT-I CARİYE: Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.
    ADÂVET: Düşmanlık, husumet.
    ADEM: Yokluk.
    ADEM-İ KÜLLÎ: Tam yokluk.
    ADEM-İ MÜSÂVÂT: Eşitsizlik.
    ADEMÎ: Yokluğa ait.
    ÂDET-İ CÂHİLİYYE: İslâm’dan önceki putperestlik ve müşriklik devrine ait âdet.
    ÂDETULLAH: Allah’ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.
    ÂDİL: Adalet sahibi, doğru adaletli.
    ADÎL: Benzer, eş, akran.
    ADL: Adalet, çok adaletli.
    ÂFÂK: Ufukun çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
    ÂFÂKÎ: Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke’ye mikat sınırları dışından gelenler.
    ÂFÂT: Âfetin çoğulu, musibetler, büyük felaketler.
    ÂFÎF: İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih.
    AFV Ü GUFRÂN: Bağışlama ve yarlığama.
    AFV: Affetme, suçu bağışlama.
    ÂGÂH: Uyanık, basiretli haberdar.
    AĞNAM: Ganemin çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler.
    AĞNİYÂ: Ganînin çoğulu. Zenginler.
    AĞRAZ: Maksatlar, arzular, amaçlar.
    AĞRAZ-I DÜNYEVİYYE: Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar.
    AĞRÂZ-I FÂSİDE: Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler.
    AĞRAZ-I NEFSÂNİYYE: Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.
    AĞRAZ-I ŞAHSİYYE: Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.
    ÂĞÛŞ: Kucak, sığınılacak yer.
    AĞYÂR: Başkaları, düşmanlar, yabancılar.
    ÂHAD HABER: Bir kişi tarafından rivayet edilen hadis veya rivayetler.
    ÂHÂD: Ehad’in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar.
    ÂHAR: Başkası, diğeri, yabancı.
    AHBÂR: Haberin çoğulu. Haberler.
    AHBÂR-I SADIKA: Doğru haberler.
    AHD U EMÂN: And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.
    AHD U MÎSÂK: Yemin ve anlaşma, kesin söz.
    AHD: 1. Söz verme. 2. Yemin, and. 3. Devir, zaman, gün.
    AHD-İ HARİCÎ: Daha önceden ismi bilinen kişilere veya şeylere işaret eden Lâm-ı tarif.
    ÂHENG: Uygunluk ve düzen.
    AHFÂ: Çok gizli, en gizli.
    AHFÂD: "Hafîd"in çoğulu. Torunlar.
    AHİD: (Bak: AHD).
    ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİ: Son zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.).
    ÂHİR ZAMAN: Son zaman, dünyamızın son çağı.
    AHİZ: (Bak: AHZ) .
    AHKÂM: Hükümler, kanunlar.
    AHKÂM-I AMELİYYE: Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
    AHKÂM-I EZELİYYE: Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler.
    AHKÂM-I FER’İYYE: Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
    AHKÂM-I ULUHİYYET: Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.
    AHKÂM-I UMÛMİYYE: Umûmî hükümler.
    AHKEMU’L-HÂKİMİN: Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
    AHLÂK-I ZEMÎME: Kötü huylar, çirkin davranışlar.
    AHLÂM: "Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar.
    AHRÂR: Hürler, esir ve köle olmayanlar.
    AHSEN: "Husn"den. En güzel, pek güzel, daha güzel.
    AHSEN-İ TAKVÎM: En güzel ve en iyi kıvamda en güzel biçimde.
    AHSENÜ’L-KASAS: 1. Kıssaların, hikâyelerin en güzeli. 2. Yusuf Sûresi.
    AHZ: 1. Alma, tutma, kabzetme, 2. Kabul etme. 3. Tessellüm. 4. Sorgulama.
    AKABE: 1. Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire. 2. Tehlike. 3. Tehlikeli geçit. 4. Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
    AKÂİD: Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
    AKAR: Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller.
    AKD: 1. Anlaşma, sözleşme. 2. Bağlama, düğümleme.
    ÂKIBET: Nihayet, sonuç.
    ÂKIDEYN: Anlaşma veya sözleşme.
    ÂKIL BÂLİĞ: Ergenlik, olgunluk çağına gelen.
    ÂKILÂNE: Akıllıca.
    AKÎDE: İtikad, iman.
    ÂKİF: 1. İbadette devamlı olan kimse. 2. Sebat eden.
    AKİKA: Yeni doğan çocuk için Allah’a şükür maksadıyla kesilen kurban.
    AKÎM: 1. Beyhude, boş yere. 2. Kısır erkek veya kadın.
    AKL-I SELÎM: Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.
    AKLÎ: Akla ait, akla uygun.
    AKRÂN: Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
    AKRİBA: Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.
    AKSÂ: En uzak, en son.
    AKSÜ’L-AMEL: Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
    AKTAR: Baharatçı.
    AKTÂR: Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.
    AKVÂ ve AHZAR: Daha kuvvetli ve daha açık.
    AKVÂ: Daha kuvvetli, en kuvvetli.
    AKVÂL: Kavlin çoğulu. Kaviller, sözler.
    AKVÂM: Kavimler, milletler.
    AKVÂM-I SÂİRE: Diğer kavimler.
    A’LÂ: En yüce.
    ALADDERECÂT: Derecelere göre.
    ALÂK SÛRESİ: Kur’ân-ı Kerim’in 96. sûresi.
    ALAKA: Alakdan yapışkan sıvı, embriyo.
    ÂLÂM: Elemler, kederler, acılar.
    ALÂMET: İşaret, nişan.
    ALÂMET-İ FARİKA: Bir şeyi diğerinden ayırıcı işaret. Belirgin özellik.
    ÂLÂT: Âletler, vasıtalar.
    ÂLÂT-I CİSMANİYYE: Maddî âletler.
    A’LÂ-YI İLLİYYÎN: Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri.
    ALE’L-HUSÛS: Hususiyetle, özellikle.
    ALE’L-USÛL: Usûl üzere. Usûle göre, usulen.
    ÂLEM: Kâinat, dünya.
    ALEMDÂR: Bayraktar, sancaktar.
    ÂLEM-İ CİSMANİYYE: Maddî âlem, kâinat, dünya.
    ÂLEM-İ EŞBÂH: "Şebah"tan: 1. Cisimler âlemi, varlıklar âlemi. 2. Hayaller âlemi."Şibh ve şebih"den: Misaller âlemi.
    ÂLEM-İ KABİR: Kabir âlemi.
    ALESSEVİYYE: Aynı seviyede, eşit olarak.
    ÂL-İ FİRAVUN: Firavun ailesi. Firavun soyu.
    ÂLİŞÂN: Şan ve şerefi yüksek olan.
    ALİYYU’L-A’LÂ: Pek iyi. Fevkalâ-de.
    ALLAH BES BÂKÎ HEVES: Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.
    ALLÂME: Bilginlerin en bilgilisi.
    ALLÂMÜ’L-GUYÛB: Esmâ-i Hüs-nâ’dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.
    ÂMÂ: Kör.
    AMDEN: Kasten, bile bile, isteyerek.
    AMELDE İ’TİDÂL: Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
    AMEL-İ SALİH: Allah’ın rızasına uygun olan her iş.
    AMELİKA: Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
    AMÎK: Derin. Bahr-i amîk: Derin deniz. Fikr-i amîk: Derin düşünce.
    ÂMİL: 1. Sebep. 2. İş yapan. 3. Zekat toplayan memur.
    ÂMM: Umumî, genel.
    AMR: Bir erkek ismi.
    AMÛD: Direkler, sütunlar.
    ANÂSIR-I MUHTELİFE: Çeşitli unsurlar.
    ANKA-YI MUĞRİB: İsmi var, cismi yok. Ankâ kuşu.
    ANVETEN: Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile.
    ANYEDİN: Elden.
    ÂRÂBÎ: Bedevî. Çölde yaşayan köylü.
    A’RÂF: Cennetle cehennem arasında bulunan bir yer.
    ARAFAT: Mekke’ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce’nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
    ARASAT: Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
    ARAZ: 1. İşaret, alâmet. 2. Tesadüf. 3. Kaza, felaket. 4. Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.
    AREFE: Kurban bayramından bir önceki gün.
    ARIZÎ: Sonradan hasıl olan şey. Geçici.
    ÂRÎ: Temiz, hür, uzak.
    ÂRİF: Anlayışlı, bilgili.
    ARŞ: 1. Taht. 2. Dokuzuncu gök. 3. Çardak. 4. Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
    ARZ: yeryüzü, dünya, genişlik.
    ARZ-I MUKADDES: Kutsal ülke. Kudüs, Filistin.
    ASÂ: Değnek, sopa, baston.
    ASABÂT: 1. Baba tarafından olan akrabalar. 2. Şer’an miras alamayan akrabalar.
    ASABE: Baba tarafından akraba olanlar.
    ASAHH-I RİVÂYET: En doğru olan rivayet.
    ÂSÂR: Eserler.
    ÂSÂR-I ATÎKA: Eski eserler.
    ASÂ-YI MÛSÂ: Hz. Musa’nın sopası.
    ASGARİ: En az, en küçük.
    ASHAB: Hz. Peygamber’i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler.
    ASHÂB-I KEHF: Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
    ASHAB-I MEŞ’EME: Uğursuz, şerli kişiler, kötüler.
    ASHAB-I MEYMENE: Uğurlu kişiler, iyi kimseler.
    ASHAB-I YEMİN: Uğurlu, meymenetli kimseler.
    ÂSIF: Şiddetli rüzgar, fırtına.
    ÂSİ: İsyan eden.
    ÂSİM: Günah işleyen, günahkâr.
    ASNÂM: "Sanem"in çoğulu. Putlar.
    ASR: 1. İkindi namazı. 2. İkindi vakti. 3. Yüzyıl, çağ.
    AŞR: Kur’ân-ı Kerim’den on âyet miktarı okunan kısım.
    ATÂ: İhsan, lütuf, bağışlama.
    ATALET: Tembellik, hareketsizlik.
    ATF-I BEYAN: Kapalı bir sözü, açıklayan cümle.
    ATIF (ATF): 1. Eğme, meyletme, 2. Bağlama.
    ÂTİH: Bunak.
    ATİYYE: Hediyye, ihsan, bahşiş.
    ATTAR: (Bak: AKTAR) .
    AVÂLÎ: Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler.
    AVAM: 1. Halk. 2. Soylu veya bilgin olmayanlar.
    AVÂMİL: 1. Âmiller, sebepler. 2. Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap.
    A’YÂN: 1. İleri gelenler. 2 Gözdeler.
    A’YÂN-I SABİTE: Allah’ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
    ÂYÂT: Âyetler.
    ÂYÂT-I BEYYİNAT: Açık seçik âyetler.
    ÂYÂT-I TEKVİNİYYE VE TEŞRİİYYE: Yaratılışa ve şeriata ait âyetler.
    AYIN: Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70′dir.
    ÂYİN: 1. Tören, âdet. 2. Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi.
    AYN: 1. Göz, 2. Pınar. 3. Eşyanın hakikatı.
    AYNE’L-YAKÎN: Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.
    A’ZÂ: Uzuvlar, organlar, üyeler.
    AZÂB: 1. Büyük sıkıntı, şiddetli elem. 2. Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
    AZÂB-I NÂR: Cehennem azabı.
    ÂZÂDE: Serbest, hür, kayıtlardan kurtulmuş.
    AZ’AF-I MUZÂAF: Kat, kat, pekçok.
    AZAMET: Büyüklük, kibirlilik.
    AZDÂD (EZDÂD): Zıd olan şeyler.
    AZHAR: En açık: .
    AZÎMÜ’Ş-ŞÂN: Şânı büyük.
    AZÎZ: 1. Allah’ın isimlerinden biri. Değerli. 2. Ermiş, velî.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:00 pm

    B Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler



    BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm. MİNE’L-BAB İLE’L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar.
    BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl.
    BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden.
    BAĞÇE: Bahçe.
    BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan.
    BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan.
    BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.
    BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve.
    BAHÎL: Cimri, tamahkâr.
    BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel.
    BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç.
    BAHR Ü BERR: Deniz ve kara.
    BAHŞ: Bağış, ihsan.
    BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.
    BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan.
    BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri.
    BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur’ân-ı Kerim’in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
    BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan.
    BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn.
    BÂP: (Bak: BÂB) .
    BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken.
    BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş.
    BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir.
    BA’S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah’ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme.
    BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı.
    BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki.
    BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık.
    BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder.
    BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah’ın isimlerinden.
    BATN: Karın, kuşak, nesil.
    BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik.
    BA’Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı.
    BED NAZAR: Kötü bakış.
    BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz.
    BEDÂ’-BEDA’AT: Güzellik, yenilik, bediilik.
    BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma.
    BEDÂYİ’: İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.
    BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz.
    BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar.
    BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
    BEDEL-İ BA’Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama.
    BEDEL-İ İŞTİM’ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle.
    BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama.
    BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi.
    BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.
    BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen.
    BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz.
    BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.
    BED-TAHRİR: Kötü yazı.
    BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel.
    BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye’de bir sıradağ.
    BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç.
    BEHİME-İ EN’AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar.
    BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık.
    BEİS-BE’S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret.
    BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik.
    BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.
    BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği.
    BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
    BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
    BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
    BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur.
    BENAN: Parmak ucu.
    BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler.
    BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik.
    BERA’ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç.
    BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar.
    BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.
    BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan.
    BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış.
    BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı.
    BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı.
    BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak.
    BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek.
    BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi.
    BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer.
    BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok.
    BE’S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
    BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber.
    BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren.
    BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu’l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri.
    BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar’da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı.
    BEY’: Satma, satılma, satış.
    BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin, hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
    BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı.
    BEYN: Aralık, arasında, arada.
    BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı.
    BEYT: Ev, mesken, oda, oba.
    BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe.
    BEYT-İ MAMUR: Kâbe’nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.
    BEYTULLAH: Allah’ın evi, Kâbe, insan kalbi.
    BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme.
    BEYTÜ’L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs’teki büyük camii.
    BEYYİN: Belli, açık, âşikar.
    BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler.
    BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur’ân’ın 97. sûresi.
    BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, müslümanlar.
    BEZL: Bol bol verme.
    BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.
    BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek.
    BİD’AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm’da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
    BİD’AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler.
    BİD’AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler.
    BİDÂYET: Başlama, başlangıç.
    BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin.
    BİİZN-İ HÜDA: Allah’ın izni ile.
    BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız.
    BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire.
    BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir.
    BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız.
    BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız.
    BİLÂ: . sız.
    BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar.
    BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri.
    BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız.
    BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar.
    BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı.
    BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed’in oğlu.
    BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü.
    BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı.
    BİNAEN: .den dolayı, .den ötürü.
    BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde.
    BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma.
    Bİ’SET: Gönderme.
    Bİ’SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberlikle görevlendirilmesi.
    Bİ’SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi.
    BU’D: Uzaklık, aralık, boyut.
    BU’D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı.
    BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin.
    BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak.
    BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık.
    BUK’A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke.
    BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek.
    BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.
    BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık.
    BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova.
    BÜHTAN ETMEK: İftira etmek.
    BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme.
    BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.
    BÜLEGA’-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları.
    BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler.
    BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma.
    BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık.
    BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı.
    BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı.
    BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:03 pm

    C Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler



    CÂFÎ: Cefâ çektiren, eziyet eden.
    CÂH: İtibar, makam, mevki.
    CÂHİLİYYE: Kelime olarak cahilliğe ait mânâsına gelir. Terim olarak İslâmiyetten önceki putperest dönemi ifade eder.
    CAHÎM: Cehennem.
    CÂİL: "Ceale" kökünden yaratıcı, yapıcı.
    CÂİLU’N-NÛR: Nûr’un yaratıcısı.
    CÂİZE: Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.
    CA’L: Yapma, meydana getirme, yaratma.
    CA’LÎ: Sahte, yapmacıklı, düzme.
    CÂLİB-İ DİKKAT: Dikkat çekici.
    CÂMİ: 1. Toplayan, derleyen. 2. İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.
    CÂMİD: 1. Donmuş, hareketsiz. 2. Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.
    CÂNİB: Cihet, yön, taraf, yan.
    CÂRİYE: 1. Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar. 2. Hizmetçi kız.
    CÂY-İ İŞKÂL: Güçlük, zorluk, müşkülât noktası.
    CÂZİBE: Cezbeden, çeken, yer çekimi.
    CÂZİBE-İ FÂNİYE: Geçici güzellik, fânî güzellik.
    CÂZİBE-İ MUTLAKA: 1. Mutlak çekici kuvvet. 2. Yegane çekici kuvvet. 3. Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik.
    CÂZİBE-İ UMÛMİYYE KANUNU: Yerçekimi kanunu.
    CEBÂBİRE: Cebredenler, zorbalar, zâlimler.
    CEBBÂR: 1. İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah. 2. Zalim, müstebit kişi. 3. Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
    CEBBÂRÂNE: Cebbârcasına, zorbalıkla.
    CEBEL: Dağ.
    CEBR U İKRAH: Zorlama ve baskı yapma.
    CEBR-İ MAHZ: Sırf cebir, mutlak cebir.
    CEBRİYYE: Cüz’î iradeyi inkâr eden mezhep.
    CEDİD: Yeni.
    CEHD: Çalışma, çabalama.
    CEHELE: Cahiller.
    CEHL U DALÂLET: Cehalet ve sapıklık.
    CEHL: Bilmezlik, cehalet.
    CEHR: Açıktan söyleme, açık olarak okuma.
    CELÂDET: Kahramanlık, yiğitlik.
    CELÂL: Büyüklük, ululuk. Zü’l-celâl: Celâl sahibi Allah.
    CELÂL-İ KİBRİYÂ: Allah’ın büyüklüğü.
    CELB-İ MASLAHAT: İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.
    CELB-İ MENFAAT: Menfaat celbedici, çekici, fayda sağlayıcı.
    CELDE: Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah) .
    CELÎ: Aşikar, belli, parlak, açık.
    CEM U TEVFİK: Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma.
    CEMAAT: Topluluk, imam arkasında namaz kılan topluluk.
    CEMAAT-I NÂCİYE: 1. Cehennemden kurtulacak ehl-i sünnet cemaatı. 2. Selâmete, kurtuluşa erecek cemaat.
    CEMÂDÂT: Cansızlar.
    CEMÂL: 1. Allah’ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi. 2. Yüz güzelliği.
    CEMÂL-İ HAK: Allah’ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.
    CEMÂLULLAH: 1. Allah’ın cemâlı, Allah’ın güzelliği. 2. Allah’ın lütfu ihsaniyle tecellisi.
    CEMEL: Deve.
    CEM’-İ KILLET: Arapça’da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.
    CEM’İ MAHLUKÂT: Bütün yaratıklar.
    CEMM-İ GAFÎR: Büyük cemaat, insan kalabalığı.
    CENÂBET: 1. Gusül abdesti almayı gerektiren durum. 2. Gusül gerektiği halde henüz gusül yapmamış kimse.
    CENAH: 1. Yan taraf, cihet. 2. Kol, pazu. 3. Kanat, kuş kanadı.
    CENNATU’N-NAÎM: Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.
    CERAD: "Cerâde"nin çoğulu. 1. Çekirgeler. 2. Yağmacılar.
    CERH: Yaralama, yaralatma, çürütme.
    CERİME: "Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar.
    CESTE CESTE: Bölüm bölüm, yavaş yavaş.
    CEVAD-I MUTLAK: Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.
    CEVAHİR: Cevherler, çok değerli olan şeyler.
    CEVÂMİU’L-KELİM: Kelimeler topluluğu.
    CEVÂRİH: "Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar.
    CEVAZ: İzin, müsaade, caiz olma.
    CEVELAN: Dolaşma, gezme.
    CEVF: 1. Boşluk, oyuk, çukur. 2. Orta yarı.
    CEVHER: 1. Varlığı için başkasına muhtaç olmayan. 2. Bir şeyin özü.
    CEVR Ü ZULM: Ezâ ve zulüm.
    CEVR: Ezâ, eziyet, haksızlık, sitem.
    CEYB: Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri.
    CEYŞ-İ USRET: Güçlük ordusu.
    CEYYİD: İyi, güzel, hoş.
    CEZÂLET: Rekaketsizlik, peltek kekeme veya pepe olmayış.
    CEZÎRETÜ’L-ARAB: Arap yarımadası.
    CEZM: 1. Kesin karar, niyet. 2. Kesme, katı.
    CİBAYET: Câbîlik, vergi, gelir toplama.
    CİBİLLİYET: Huy, yaratılış.
    CİBRİL: Dört büyük melekten biri, vahiy meleği olan Cebrail.
    CİBT VE TAGUT: Haç ve put. Allah’tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.
    CÎD: Boyun.
    CİDD: 1. Bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. Ciddilik.
    CÎFE: Lâşe, leş.
    CİHAD: 1. İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş. 2. Nefisle yapılan her türlü mücadele.
    CİHAD-I EKBER: 1. Büyük savaş. 2. Benlikle savaş.
    CİHANŞÜMÛL: Cihânı içine alan.
    CİHAZ: 1. Çeyiz ve avadanlık. 2. Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
    CİHET: Yön, taraf.
    CİM SECÂVENDİ: Kur’ân-ı Kerim’deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.
    CİMA: İnsanların cinsî münasebetleri.
    CİNÂS: Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.
    CİNNET: Delilik, çılgınlık.
    CİNS-İ KARÎB: Yakın cins.
    CİRM: 1. Cisim. 2. Büyüklük, hacim cirmi ne kadardır? .
    CİSR: Köprü.
    CİSR-İ CEHENNEM: Cehennem köprüsü.
    CİZYE: Müslüman olmayan teb’a-dan alınan vergi.
    CÛD: Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.
    CÛDİ: Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.
    CUHÛD: Çıfıt, yahudi.
    CUMHÛR: Halk, kalabalık, ahâlî, çoğunluk.
    CUMHÛR-İ MÜFESSİRÎN: Müfessirler topluluğu, müfessirlerin çoğunluğu.
    CUMHÛR-İ UKALÂ: Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi.
    CÜDERÎ: Çiçek hastalığı.
    CÜMLE-İ İSMİYYE: İsim cümlesi.
    CÜMLE-İ MU’TARIZA: Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik.
    CÜMLE-İ VECÎZE: Kısa ve öz söz.
    CÜNAH: Günah.
    CÜND: Asker, asker topluluğu.
    CÜNÛD: Askerler.
    CÜNÜB: Gusül abdesti gerekmiş kimse.
    CÜZ-İ MAKSÛM: Bölünmüş parça.
    CÜZ’İ: Az miktar, bir parça.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:04 pm

    Ç Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler


    Ç Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, ebced hesabında “cim” harfi gibi üç sayısının karşılıdır.

    ÇABA Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç.
    ÇABÜK f. Çabuk, seri, aceleli, hızlı, tez, hafif.
    ÇABÜK-HIRÂMÂN f. Sür’atli yürüyen. Çabuk yürüyen.
    ÇABÜK-REV f. Çabukça giden.
    ÇAÇARON İtl. Çok konuşan, çenesi düşük, geveze.
    ÇAÇELE f. Postal, ayakkabı, çarık, pabuç.
    ÇADER-İ KUHLÎ Sema, gök. * Karanlık gece.
    ÇAĞ Zaman, vakit, esnâ, hengâm, mevsim. * Yaş. * Boy, kamet, tenâsüb, lüzumu derece semizlik.* Devir, tarih çağları. (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ.)
    ÇAĞATAY Cengiz Han’ın oğlu Çağatay Han’ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir.
    ÇAĞDAŞ (Bak: Asrî)
    ÇAĞDIŞI Askerliğe alınma çağı dışında. * Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları zaman şimdi bunu benimseyenlerin zavallılıkları da anlaşılmış olacaktır. Körükörüne çağın her düşüncesini benimsemek, müslümana yakışmaz. (Bak: Asrî)
    ÇAĞLA (Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.
    ÇAĞLAR Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan.
    ÇAĞRIŞIM Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem’in de aklı gelmesi gibi…
    ÇAĞZ f. Kurbağa. * Korku, havf. * Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. * Ah ü fizar. İnilti.
    ÇÂH (Çeh) f. Kuyu. Çukur.
    ÇÂH-I BÜN Kuyu dibi.
    ÇÂH-I YUSUF Hz. Yusufun (A.S.) kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyu.
    ÇÂH-I ZEMZEM Zemzem kuyusu.
    ÇAK f. İyi, güzel, sıhhatli, şişman.
    ÇAK f. Yarık, çatlak, yırtmaç. * Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. * Sabah vakti beyazlığı. * Küçük pencere. * Hazır. Amâde.
    ÇAKACAK f. Silahlı çatışmadan çıkan ses.
    ÇAKALOZ Çakıltaşı atan bir nevi küçük top.
    ÇAKÇAK Parça parça, yırtık pırtık. * Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri.
    ÇÂKER f. Kul, köle.
    ÇÂKERÂNE f. Kölecesine, köle gibi.
    ÇÂKERÎ f. Abd’e, köleye ait. * Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik.
    ÇAKMAKLI Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.
    ÇAKŞIR İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar. * Kuşların ayağındaki tüy.
    ÇAKUÇ f. Çekiç.
    ÇAL İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at. * Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
    ÇALA İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.
    ÇALAB t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.
    ÇALAK f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan. * Akıl ve ferâseti açık.
    ÇALAKÎ f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.
    ÇAL-AT Hareketli, yerinde duramayıp şahlanan at.
    ÇALBUS f. Dalkavuk, yaltakçı.
    ÇALÇENE t. Durmayıp konuşan, geveze.
    ÇALGI Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)
    ÇALIM Tavır, eda. * Kılıcın keskin tarafı, ağzı.
    ÇÂLİK f. Çelik çomak oyunu.
    ÇÂLİŞ f. Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme. * Mukabil, karşı durma. * Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele. * Birleşme.
    ÇAM f. Eğrilme, bükülme. * Salınma.
    ÇÂME f. şiir ve gazel. Manzume.
    ÇÂME-GÛY f. Şair.
    ÇAMULARİ Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
    ÇANE f. Çene.
    ÇAP f. Basma, baskı, tab.
    ÇAPAR Postacı.
    ÇAPKUN Seri ve yorulmaz neviden iyi bir at cinsi.
    ÇAPLUS f. Dalkavuk, yaltakçı.
    ÇAPÛL f. Yağma, saldırı.
    ÇAPÛLCU Düşman toprağına atla hücum edip yağma eden. Akıncı, yağmacı.
    ÇAR (Slavca) Eski Rus İmaparatorlarının ünvanları. * Bulgar kralı.
    ÇÂR f. Dört. Cihâr.
    ÇÂR-BÂLİŞ(T) f. Evvelce padişahların ve makamca büyük olanların üzerlerine oturdukları dört katlı şilte. * Dört unsur.
    ÇÂR-CİHET Dört cihet. Cihat-ı erbaa.
    ÇÂR-ÇEŞM Dört göz.
    ÇÂR-ÇİZ Dört şey.
    ÇAR-DEH f. Ondört.
    ÇÂRE f. Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. * Hile. * Bir def’a. * Ayrılık.
    ÇARE-İ HALÂS Kurtuluş çaresi.
    ÇÂRE-CU f. Çâre arıyan.
    ÇÂRE-SÂZ f. Çâre bulan.
    ÇAR-EBRU Dört kaş. * Bıyığı yeni gelmiş delikanlı.
    ÇAR-ERKÂN-I CUVANÎ Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun’un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.
    ÇAR-GÂH f. Dört taraf ki, bunlar; şark, garb, şimal, cenub’dur. * Dünya, küre-i arz, cihan. * Türk musikisinde bir makam adıdır.
    ÇAR-GUŞE f. Dört köşe. Dört taraf. Dört yön.
    ÇARH Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen. * Çakır doğan. * Talih.
    ÇARH-I AHDAR Gök kubbe.
    ÇARHA f. Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim. * Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.
    ÇARIYAR (Bak: Çaryâr)
    ÇARİÇE (Slavca) Rus İmparatoriçesinin nâmı.
    ÇARK f. (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. * Vapur, değirmen ve dolap çarkı. * Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. * Dönerek işleyen âlet. * Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, eflâk. * Baht. Talih. şans.
    ÇARK-I FELEK Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü. * Mc: Tâlih, baht. * Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği. * Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.
    ÇARMIH f. (Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı. * Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.
    ÇAR NAÇAR f. İster istemez, mecburiyetle.
    ÇARPA f. Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar.
    ÇARSU f. Dört taraf. Dört tarafı olan şey. * Çarşı, pazar.
    ÇARŞAF Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü. * Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanılagelmiştir. Çeşitli renklerde olabilir. Çarşaf kadar ucuz ve pratik İslâma uygun başka bir giyecek yapılmadığı için, çarşaf giyenleri kınamak çok haksızlıktır. Çarşaf zengin ve fakir ayrımını kaldırır. İç giyimi örttüğü için ailelerin birbirine özenerek israfa düşmelerini, gösterişi, çekememezlikleri ve bundan doğan huzursuzlukları önler. Ferâce, car, cilbab denen örtüler de, bu tarz örtü çeşitlerindendir. (Bak: Tesettür)
    ÇAR-ŞEB f. Cilbab, ferace, çarşaf.
    ÇAR-ŞENBİH f. Haftanın dördüncü günü. Çarşamba günü.
    ÇAR-TAK f. Çardak. * Dört köşe çadır.
    ÇARTA(RE) f. Dünya, âlem, küre-i arz. * Dört unsur. * Dört teli olan kemençe.
    ÇÂRUB f. Süpürge.
    ÇÂRUB-ZEN f. Süpürücü.
    ÇARUĞ f. Çarık.
    ÇAR U YEK Dörtte bir.
    ÇARÜM f. Dördüncü.
    ÇAR-YAR Dört dost. (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) lerin nâmları.) Dört Halife, Hulefâ-i Erbaa veya Ashab-ı Güzin diye de ihtiramla anılırlar.
    ÇAR-YARÎ f. Çar-yâra ait. Sünnîlik.
    ÇAR-YEK f. Çeyrek, dörtte bir. * Saatin dörtte biri, onbeş dakika. * Mecidiye denilen gümüş sikkenin dörtte biri ki, beş kuruşluk bir gümüş sikkedir.
    ÇAR-ZEBAN f. Geveze, çenesi düşük, lüzumsuz olarak konuşan.
    ÇAŞ f. Tahıl yığını, hububat.
    ÇAŞİT Casus.
    ÇAŞNİ Çeşni, lezzet, tad. Yemeğin tadına bakmak için ağza alınan miktar, tadımlık.
    ÇAŞT f. Kuşluk yemeği. * Kuşluk vakti.
    ÇAVELE f. Güzel renkli bir cins gül. * Eğri büğrü, yamuk.
    ÇAVUŞ Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi. * Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker. * İşçilerin başları, şefleri.
    ÇE f. Küçültme edatı olap bu mânâ ile Farsça isimlere eklenir.
    BAĞ-ÇE Küçük bağ, bahçe.
    ÇE (Bak: Çi)
    ÇEÇ f. Hububat elenen kalbur. * Harman savurmakta kullanılan yaba.
    ÇEÇEK f. Gül. Çiçek. * Gönül. * Çiçek hastalığı. * Vücutda çıkan ben.
    ÇEH f. Kılıç, bıçak ve hançer gibi âletlerin kını, kılıfı.
    ÇEH f. Kuyu, çukur.
    ÇEHAN f. Damlıyan, damlayıcı.
    ÇEHÂR f. Dört, erbaa.
    ÇEHÂR-DEH f. Ondört.
    ÇEHÂR-GÂNE f. Dört unsur.
    ÇEHÂR-PÂ f. Dört ayaklı hayvan.
    ÇEHARÜM f. Dördüncü.
    ÇEHRE f. Vech, yüz, surat. * Mc: Surat asmak, dargınlık. * Görünüş, şekil, zahir.
    ÇEHRE-NÜMUD f.Yüzünü gösteren, yüz gösterici.
    ÇEHRE-PERDAZ f. Ressam.
    ÇEK Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek’ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde “çeh” diye geçer.
    ÇEKAN f. Damlamış, damlıyan.
    ÇEKİ Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü.
    ÇEKİDE f. Gürz ve topuz gibi eski zamanlarda kullanılan savaş âletleri. * Damlamış.
    ÇEKİMSER t. Taraf tutmayan.
    ÇEKRE f. Küçük su damlası. Su serpintisi.
    ÇELEBİ Efendi, kibar kimse. * Mevlâna postnişinine verilen ünvan. * Çelebi, Sultan Mehmed devrine kadar padişah oğullarına verilen ünvan idi. * Mevlânâ soyundan gelenlerle, mevlevilerin büyüklerine verilen ünvan.
    ÇELE-ÇEPE f. Sağa sola.
    ÇELENK f. Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
    ÇELİPA f. Haç, put, sanem. * Eğik ve kıvrık çizgi.
    ÇEM f. Naz ve eda ile salınarak yürüme. * Ziynetli, süslü, düzgün. * Cürüm, kabahat, suç. * Taam, yemek. * Mâna. * Kazanılmış, toplanılmış.
    ÇEMBER (Bak: Çenber)
    ÇEMEN Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. * Pastırmaya konulan bir çeşit ot.
    ÇEMENİSTAN f. Bahçe, çimenlik.
    ÇEMENZAR f. Yeşillik, çayır.
    ÇENBER f. Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. * Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka. * Başa ve boyna bağlanan yemeni. * Esirlik, bağlılık, kölelik. * Geo: Bir düzlemde bulunan sabit noktadan aynı uzaklıktaki noktaların meydana getirdiği geometrik şekil.
    ÇEND f. Kaç tâne? Ne kadar? * Birkaç. Üç-beş gibi adet. * Herhangi bir şeyin yüzde biri.
    ÇENDAN f. Gerçi, her ne kadar. O kadar. Pek o kadar.
    ÇENDÎ f. Bir müddet, biraz.
    ÇENDİN f. Kaç, kadar, ne kadar, bu kadar.
    ÇENEB f. Sünnet.
    ÇENG f. Pençe. * El. * Çalgı âletlerinden bir saz çeşidi. * Eğri büğrü.
    ÇENGAR f. Yengeç. * Bakır pasından yapılan yeşil boya.
    ÇENGEL f. Pençe. * Bir şey asmağa yarayan alet. * Orman, ağaçlık yer.
    ÇENGİ Zil ve kaşık vurarak oynayan dansöz ve rakkase ki, ekseriyetle çingene kızlarındandır.
    ÇEP f. Sol, yanlış, falso.
    ÇEPEL Kirli, bulaşık, karışık, çamurlu.
    ÇEP-ENDAZ f. Hileci,hilekâr, hile yapan kişi.
    ÇEPER Cidar, duvar.
    ÇEP ŞÜDEN f. Solak olmak. * Mc: Doğruluktan yüz çevirmek.
    ÇEP Ü RAST Sağ ve sol.
    ÇERA f. Niçin, niye böyle? * Mer’a. Otlak.
    ÇERAG f. Işık. kandil. Lâmba. Mum. * Kutlu, mutlu. * Otlak. Mer’a. * Otlama. * Tekaüd. * Talebe.
    ÇERAGAN f. Etrafı aydınlatma, şenlik. Kandil donanması, çırağan.
    ÇERAG-ÇEŞM f. Evlat, çocuk, veled, insan yavrusu.
    ÇERAKİSE (Çerkes. C.) Çerkesler. Kafkasyada yerli bir kabilenin adı.
    ÇERAM f. Otlak.
    ÇERA-ZAR f. Otlak, çayır.
    ÇERB f. Besili, semiz, yağlı. * Muvafık, münasib, uygun. * Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden fazla ve üstün olma.
    ÇERB-AHUR f. İçinde yemi bol olan ahır. * Bolluk içinde yaşıyan kimse.
    ÇERB-DEST f. Eli işe yatkın. Sür’atli, eli çabuk.
    ÇERBÎ f. Tatlılık, yumuşaklık.
    ÇERB-PEHLU f. Besili, semiz, gövdeli, yağlı.
    ÇERES f. Zindan, hapishane. * Zulüm, işkence. * Mer’a, otlak. * Üzüm teknesi.
    ÇERH f. Çark. Dolap. * Felek. Talih. * Dingil üzerine dönen. * Gök. * Def. * Zenberek. * Mancınık. * Elbise yakası. * Ok yayı. * Çakır gözlü doğan kuşu.
    ÇERHİDEN f. Kendi etrafında dönmek.
    ÇERKES Kafkas kavimlerinden biri. * Bu kavme mensub olan kimse.
    ÇERM f. Hayvan ve insan derisi. Post.
    ÇESPAN Lâyık, uygun, münasib, muvafık, yakışır.
    ÇESPİDE f. Lâyık, uygun münasib, muvafık, yakışır.
    ÇEŞ f. “Deneyen, sınayan, tadına bakan” mânâsına gelerek kelimelere eklenir.
    ÇEŞAN f. Topuz, gürz.
    ÇEŞENDE f. Tadıcı, tadan, tadına bakan.
    ÇEŞİDE f. Tadmış. Tadılmış olan.
    ÇEŞİDEN f. Lezzetine bakmak. Tadmak.
    ÇEŞM f. Göz. Ayn. Dide.
    ÇEŞM-İ ÂHU Ceylân gözü.
    ÇEŞM-İ BED Kem göz.
    ÇEŞM-İ DİL Basiret. Kalb gözü.
    ÇEŞM-İ GAZUB Kızgın bakış.
    ÇEŞM-İ GİRYÂN Ağlayan göz.
    ÇEŞM-İ HOŞ-NİGÂH Güzel bakışlı göz.
    ÇEŞM-İ İSTİKBÂL-BİNÎ Gelecek zamanı, istikbâli gören göz. Kuvve-i kudsiye ve ferâset ve basiretle ileriyi bilen nazar.
    ÇEŞM-İ MEST Sarhoş göz, mest olmuş göz.
    ÇEŞM-ZAHM Nazar değme.
    ÇEŞMAN (Çeşm. C.) Çeşmler, gözler.
    ÇEŞM-AŞİNA f. Göz aşinalığı olan, tanıdık.
    ÇEŞM-AVİZ f. Yüz örtüsü, peçe.
    ÇEŞM-DAR f. Bekliyen, gözliyen.
    ÇEŞM-DERİDE f. Sıkılmaz, utanmaz, arsız.
    ÇEŞN (Çeşen) f. Bayram, îd. * Düğün. * Ziyafet, şölen.
    ÇETE Bölük, birlik, takım. Bir reisin idaresi altında bulunan birlik. * Asker bölüğü, müfreze. * Çapulcu ve akıncı takımı.
    ÇETİN Sert. * İnatçı, dik başlı. * Zor, güç.
    ÇETR f. Gece. * Gölgelik, çadır, şemsiye.
    ÇETR-İ ANBERİN Karanlık gece.
    ÇETR-İ NUR Güneş, şems.
    ÇETU f. Perde, örtü.
    ÇETUK f. Serçe kuşu.
    ÇEVGAN f. Cirit oyunlarında atlıların birbirlerine attıkları değnek. * Baston, ucu eğri değnek.
    ÇEVİK t. Tez hareketli. Oynak. Çabuk hareket edebilen.
    ÇEVİK ÇALAK Tez, hareketli, çalışan. Yerinde durmayıp hareket eden.
    ÇEYREK f. Dörtte bir (Bak: Çâr-yek)
    ÇIFITLIK Yahudilik, Yahudi cinsiyet ve mezhebi. * Münâfıklık.
    ÇIĞIR t. Yeni açılan patika yolu. * Ayak izi ile karlı yerde açılan yol. * Başkalarının da uyabileceği yeni bir tarz ve yol. * Çığın açtığı iz, yol.(… Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer…L.)
    ÇIMACI Vapurda ve iskelede çımayı atıp tutmak vazifesiyle görevli tayfa.
    Çİ (Çe) f. Ne? Nasıl? (Soru edatı) * Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır.
    ÇİDE f. Devşirilmiş, toplanmış.
    Çİ-GUNE f. Nasıl, ne çeşit, ne türlü.
    ÇİHAR f. Dört. (Bak: Çâr)
    ÇİHİL f. Kırk (sayı). * Mc: Çok, ziyade, fazla.
    ÇİL (Çihil-Çehl) f. Kırk. * Mc: Çok.
    ÇİLE f. Eziyet. Sıkıntı. * İplik. * Yay kirişi. * Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün.
    ÇİLEHÂNE-İ UZLET Çile çekilen yer. Yalnız başına ve çile içinde ibadet yapılan yer.
    ÇİLEKEŞ Çile çekmiş. Çile dolduran, dert çeken.
    ÇİLLE Farsça (40) rakamını gösteren (Çihille) kelimesinin telaffuzunda aldığı şekildir. Daha çok (Çile) şeklinde söylenir. (Bak: Çile)
    ÇİM f. Rutubetten hasıl olan yosun.* Kesilmiş çimenli yerler.
    ÇİN f. Büklüm. * Çatıklık. Buruşukluk. Kıvrım.
    ÇİN-İ CEBİN Alın buruşuğu. Alın kırışığı.
    ÇİN-İ EBRU Kaş çatıklığı.
    ÇİN f. “Derleyen, toplayan” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
    HUŞE-ÇİN Başak toplayan.
    ÇİNE f. Kuş yemi.
    ÇİNENDE f. Devşiren, toplayan, toplayıcı.
    ÇİN-İ MAÇİN Çin ve Çin’in güney kısmı.
    ÇİPİL Gözleri ağrılı ve kirpikleri dökülmüş kimse. * Çepel.
    ÇİRAG f. Fitil, kandil, mum, lâmba. * Çırak. * Talebe, öğrenci, şakird. * Tekaüd, emekli, emekliye ayrılmış olan kişi.
    ÇİRE f. Mâhir, maharetli, becerikli. * Bahadır, kahraman, yiğit, cesur.
    ÇİRE f. Niçin? Çerâ?
    ÇİRE-DEST f. Becerikli, eli işe yatkın olan.
    ÇİREGÎ f. Bahadırlık, kahramanlık, yiğitlik. * Ustalık. Mâhirlik.
    ÇİRK Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset. * Yarada olan irin ve kan.
    ÇİRK-ÂB f. Pis su.
    ÇİRKÂF f. Çirkef. Pis su. Pis. * Terbiyesiz. Edebsiz.
    ÇİRKİN f. Güzel olmıyan. * Çok kirli. * Kanlı, irinli çıban veya yara.
    ÇİSAN f. Ne gibi? Nasıl?
    ÇİSTAN f. Bilmece.
    ÇİZ f. Şey. Nesne.
    ÇOLPA f. Bir ayağı sakat olan. * Yürürken ilk defa sol ayağını atan. * Mc: Beceriksiz. Eli yakışıksız.
    ÇOPRA Balık kılçığı. * Sık çalılık veya sazlık. * Uzunca boylu olan tatlı su balığı.
    ÇÖMEZ Medresede talebeye ve müderrise hizmet ederek ilim öğrenen kimse. Talebe yamağı.
    ÇUB f. Ağaç değnek, sopa. * Çöp.
    ÇUBAN f. Çoban, sığırtmaç.
    ÇUBE f. Oklava.
    ÇUBEK f. Değnek, sopa. Davul tokmağı.
    ÇUG f. Su arkı. * Boyunduruk.
    ÇUHADAR Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.
    ÇUN f. (Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir.
    ÇUNAN f. Öyle böyle.
    ÇUNİN f. Böyle.
    ÇUN Ü ÇİRA f. Nasıl ve niçin.
    ÇUVALDIZ Çuval ve ona benzer çul vs. dikmeye mahsus büyük iğne.
    ÇÜ f. (Teşbih ve tâlil edatı) Gibi. * Dikkat. * Ahenk.
    ÇÜN f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.
    ÇÜNAN f. Böyle. Bu şekilde. Bunun gibi.
    ÇÜNBEK f. Atlama, sıçrama.
    ÇÜNKİ f. Zira, şundan dolayı ki, şuna binaen ki, şu sebebden ki.
    ÇÜST f. Çevik, çabuk hareketli. Seri-ül-hareke. * Dar, sıkı. * Muntazam, mükemmel, düzgün. Yakışıklı.
    ÇÜSTÎ f. Atiklik, çeviklik, çabukluk.






    Azerbaycan Musiqisi Kafkasin Gürleyen Sesi Dahasi... Bilgi Paylasim Adresi...www.ay-maral-can.tr.gg
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:05 pm

    Osmanlıca Kelimeler Ve Anlamları




    D Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler



    DÂB: 1. Adalet, doğruluk, 2. İhsan, vergi.
    DÂBBE: Yük ve binek hayvanı.
    DÂBBETÜ’L-ARZ: Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık.
    DÂD-I HAKK: 1. Allah vergisi. 2. Veriş, satış.
    DÂFİ’: 1. Def’ eden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenab-ı Hak.
    DÂĞ-DÂR: 1. Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış. 2. Pek müteessir, çok üzgün.
    DÂİN (DÂYİN): Borç veren, alacaklı.
    DAKİK: 1. İnce, ufak, nâzik. 2. Toz haline getirilmiş şey, un. 3. Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.
    DALÂLÂT-I BEŞERİYYE: İnsanlığın sapıklığı, beşerî sapıklık.
    DALÂLET: Hak yoldan sapma, sapıklık, azgınlık.
    DALÂL-İ MUBÎN: Apaçık sapıklık.
    DÂLL Bİ’L-İŞÂRE: İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi.
    DÂLL U MUDILLE : Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar.
    DÂLLÎN GÜRÛHU: Sapıklar, azgınlar topluluğu.
    DÂLLİN: Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar.
    DÂR: Ev, yer, yurt, dünya.
    DARBE-İ AZÂB: Azap darbesi, azap verici vuruş.
    DARB-I MESEL: Ata sözü.
    DÂREYN: İki dünya: Dünya ve ahiret.
    DÂR-I DÜNYA: Dünya.
    DÂR-I HARP: Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke.
    DÂR-I İSLÂM: İslâm ülkesi.
    DÂR-I KÜFÜR: Gayr-i müslimlerin ülkesi.
    DÂR-I SAADET: Mutluluk yeri.
    DÂR-I UHRA: Ahiret yurdu.
    DARÎRU’L-BASAR: Kör, âmâ.
    DÂRU’N-NEDVE: Mekke şehir meclisi.
    DÂRU’S-SELÂM: 1.Selamet yurdu, cennet. 2. Bağdat şehrinin ünvanı.
    DÂRÜ’L-HİLAFET: İstanbul.
    DE’B-İ KADÎM: Eski gelenek, eski usûl, eski âdet.
    DEBÛR: Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel.
    DECCÂL: Kıyametten az önce çıkacak, insanlardan bir kısmını sapıtacak ve daha sonra Hz. İsa tarafından öldürülecek olan şahıs.
    DEF’: Öteye itme, savma, savulma.
    DEF-İ İHTİYAÇ: İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.
    DEF-İ MAZARRAT: Zararı giderme.
    DEF-İ MEFSEDET: Fesadı ortadan kaldırma.
    DEFTER-İ A’MÂL: Amel defteri, insanların dünyadaki hayır ve kötülüklerin kaydedildiği defter.
    DEHA: 1. Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti. 2. Olağanüstü zeka sahibi kimse.
    DEHLİZ: Hol, koridor.
    DEHRİ: Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist.
    DELÂLET: Yol gösterme, kılavuzluk etme.
    DELÂLET-İ AKLİYYE VE MANTIKIYYE: Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle.
    DELİL: 1. Kılavuz, yol gösterme. 2. Kanıt.
    DELİL-İ NAKLÎ: Naklî delil, Kitabî delil. Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.
    DELÎL-İ ŞUÛDÎ: Görgüye dayanan delil.
    DEM: 1. Kan, 2. Soluk, nefes. 3. Zaman, an.
    DEM’: Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama.
    DEM-İ MESFUH: Dökülmüş kan.
    DENÂNET: Alçaklık, zillet.
    DENÎ: Alçak.
    DERMİYÂN: Ortada.
    DERPİŞ: Göz önünde, en önde.
    DERS-İ İNTİBAH: Uyandırma dersi.
    DERÛN: İç taraf, dahil, kalp.
    DEVR-İ CÂHİLİYYE: Cahiliyye devri, İslâm’dan önceki devir.
    DEVR-İ SABAVET: Çocukluk çağı.
    DEYN: Borç.
    DEYYÂN: Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.
    DEYYÂR: 1. Manastır sahibi. 2. Biri, bir kimse, fert.
    DÎBÂCE: Başlangıç, önsöz, mukaddime.
    DİĞERGÂM: Başkalarını düşünen, bencil olmayan.
    DİL-ÂVÎZ: Gönül çeken, câzip.
    DİL-NİŞÎN: Hoşa giden, kalpte yerleşen.
    DÎN U DİYÂNET: Din dindarlık, din ve din duygusu.
    DÎNÂR: Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.
    DÎN-İ HAK: Hak din İslâmiyet.
    DİRAYET: Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.
    DİRHEM: 1. Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü. 2. Gümüş para.
    DİVAN: Arap şiiri, Divan-ı Arab, Arab’ın şiir külliyatı.
    DÛN: 1. Alçak, aşağılık. 2. Aşağı. 3. Altta.
    DÜBB-İ ASGAR: Küçük ayı (yedili yıldız grubu).
    DÜBB-İ EKBER: Büyük ayı (yedili yıldız grubu).
    DÜLDÜL: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hz. Ali’ye verdiği beyaz at.
    DÜSTÛR: Kânun, kaide, kural, esas.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:06 pm

    E Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler


    EAMM: Daha geniş, pek şümullü, en umumî.
    EÂZIM: Büyükler, ulu kişiler.
    EB: Baba, ata.
    EBB: Kuru ot, taze ot. Mera, otlak, çayır.
    EBEDÂ: Ebedî olarak, ebediyyen.
    EBEDÎ: Devamı, sonu olmayan. Ezelînin zıddı.
    EBED-ŞÜMÛL: Ebedî içine alan.
    EBEVEYN: Ana-baba.
    EBRÂR: İyiler.
    EBSÂR: "Basar"ın çoğulu. Gözler, görme hassaları.
    EBTER: 1. Eksik, tamamlanmamış. 2. Dölsüz, çocuğu olmayan kimse.
    EBU’L-BEŞER: İnsanlığın atası. Hz. Âdem.
    EBU’L-HAYR: İyilik babası.
    ECÂNÎB: Ecnebîler, yabancılar.
    ECEL-İ KAZÂ: Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel.
    ECEL-İ MÜSEMMÂ: Allah tarafından tayin edilmiş ömrün sonunda gelen ecel.
    ECİR: 1. Karşılık, ücret. 2. İyi bir amelin karşılığı olarak verilen manevî mükâfat.
    ECR U MESUBÂT: Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap.
    ECR U SAVÂB: Yapılan bir şeyin karşılığı olarak verilen ücret ve sevab.
    ECR: Yapılan bir iş karşılığında verilen ücret.
    ECRÂM U ECSÂM: Cansız varlıklar ve cisimler.
    ECRÂM-I SEMÂVİYYE: Gök cisimleri, yıldızlar.
    ECSÂM-I MUHTELİFE: Muhtelif cisimler.
    ECSÂM-I SAKÎLE: Ağır cisimler.
    ECSÂM-I SELÂSE NAZARİYESİ: Üç cisim nazariyesi.
    ECZÂ: Cüzler. 1. Eczacılıkta kullanılan maddeler. 2. Bir kitabın parçaları. Kur’ân-ı Kerim’in cüzleri.
    EDÂ: 1. Ödeme, verme. 2. Zamanında yerine getirme. 3. Tarz, üslûp.
    EDÂ-İ EMANET: Emaneti yerine getirme.
    EDAT: 1. Kendi kendine anlamı olmayıp isim ve fiillere katılarak anlam gösteren kelime. 2 Âlet.
    EDEB-İ KUTSÎ: Kutsî edeb, iyi ahlâk.
    EDEB-İ UBUDİYYET: Kulluk edebi.
    EDGÂS U AHLÂM: Karışık rüyalar.
    EDİLLE: Deliller.
    EDİLLE-İ AKLİYYE: Aklî deliller.
    EDİLLE-İ HAKK: Hak deliller, gerçek deliller.
    EDİLLE-İ KÂTIA: Kesin deliller.
    EDİLLE-İ ŞER’İYYE: Şer’î deliller; Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret dört delil.
    EDİLLE-İİ İLMİYYE: İlmî deliler.
    EDNÂ: Pek aşağı, en alçak.
    EDVÂR: Devirler, çağlar.
    EDYÂN-I BÂTILA: Bâtıl dinler. Hak olmayan dinler.
    EDYÂN-I MÜNZELE: Allah tarafından gösterilen dinler.
    EDYÂN-I SEMAVİYYE: Semavî dinler. Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâm dinleri.
    EF’ÂL: Fiiller, işler.
    EF’ÂL-i İBÂD: Kulların işleri.
    EF’ÂL-İ KULÛB: Kalbin işleri, kalbe doğan çeşitli duygu ve düşünceler. Arapça’da kalbî fiiller (bilmek, görmek gibi) .
    EFDÂL: Daha faziletli, en faziletli.
    EFLÂK: 1. Felekler, gökler. 2. Her gezegene ait gök tabakaları.
    EFRADINI CÂMİ AĞYÂRINI MANİ: Kendisine ait olanları toplayan, olmayanları dışarda bırakan.
    EFSANE: Masal, destan, mitoloji.
    EHAD: Bir, tek. Allah’ın sıfatlarından.
    EHÂDÎS-İ ŞERİFE: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in söz, hareket ve ikrarlarından meydana gelen hadis-i şerifler.
    EHADİYYET: Birlik. Allah’ın her bir şeyde kendilerine ait sıfatı. Her şeyde birliğinin tecellisi.
    EHAKK: Çok haklı, daha haklı.
    EHASS: 1. En has, en özel. 2. En bayağı.
    EHASS-I MAKSAT: En özel maksat.
    EHL U İYÂL: Bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu aile efradı ve diğer kimseler.
    EHL: 1. Sahip, malik, 2. Maharetli, usta. 3. Bİr yerde oturan. 4. Karıkocadan herbiri.
    EHL-İ BEYT: Hz. Muhammed (s.a.v)’in ailesi, hane halkı, (Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin) .
    EHL-İ BİD’AD: Dinde olmadığı halde sonradan çıkan şeylere uyanlar.
    EHL-İ DİRÂYET: Zeka, bilgi, tecrübe ehli.
    EHL-İ EHVÂ: Heva ehli, arzu ve isteklerine tabi olanlar.
    EHL-İ İCTİHAD: Müctehid olan kişi, içtihad ehli.
    EHL-İ İMAN: İman ehli.
    EHL-İ İNSÂF: Merhametli, adil olanlar.
    EHL-İ KARYE: Köylü, köy halkı.
    EHL-İ KİTAP: Allah’ın gönderdiği kitaplara inananlar. Terim olarak yahudiler ve hıristiyanlar.
    EHL-İ KÜFR: İnkârcılar.
    EHL-İ SALİB: Haçlılar, hıristiyanlar.
    EHL-İ SUFFE: Suffe ehli ki bunlar, Medine’deki Mescid-i Nebevî’nin sofasında kalırlar ve burada Hz. Peygamber’den dni öğrenirlerdi.
    EHL-İ SÜNNET: Hz Muhammed (s.a.v.)’in yolunda gidenler, sün-nîler.
    EHL-İ ZİMMET: İslâm devletinin himaye ve tabiiyyetinde bulunan hıristiyanlar.
    EHLULLÂH: Allah’a itaat eden, Allah’ın sevdiği kimse, velî.
    EHREMEN: Zerdüştîlerin inandıkları, kötülük ve karanlık tanrısı, şeytan, dev.
    EHVEN-İ SIRREYN: İki gizliden en zararsızı.
    EHVEN-İ ŞERR: Şerrin en hafif olanı.
    EİMME: İmamlar.
    EKÂLİM: İklimler, memleketler, ülkeler.
    EKALLİYET: Azınlık, azlık.
    EKÂNİM-İ SELÂSE: Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu’l-Kudüs’ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu’l-Kudüs üçlüsü.
    EKBER: En büyük.
    EKL: Yemek.
    EKMEL: En mükemmel, eksiği olmayan, en olgun.
    EKREMÜ’L-EKREMÎN: Cömertlerin en cömerdi. Çok kerim, çok cömert olan Allah.
    ELFÂZ: Sözler.
    ELFÂZ-I GARÎBE: Şaşılacak, tuhaf sözler.
    EL-FURKAN: Kur’ân-ı Kerim.
    EL-HAKK: 1. Gerçeğin ta kendisi, tam doğrusu. 2. Allah.
    ELHÂN: Nağmeler, besteler.
    ELHÂN-I TAYYİBE: Güzel nağmeler, güzel sesler.
    EL-HÜDÂ: Hidayet, Kur’ân-ı Kerim.
    ELVÂH: Levhalar, tablolar.
    ELVÂN: Renkler, çeşitler.
    EL-YEVM: Bugün.
    EMÂN: 1. Eminlik, korkusuzluk. 2. Aman dileme. 3. Şikayet. 4. Rica.
    EMÂNET-İ İLÂHİYYE: İlâhî emanetler.
    EMİR, EMR: Buyruk.
    EMN: Eminlik, korkusuzluk.
    EMNİYYET-İ KÂMİLE: Tam güven, tam itimat.
    EMR-İ Bİ’L-MA’RÛF VE NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER: Dinin iyi gördüğü şeyleri emretmek ve kötü gördüğünden sakındırmak.
    EMR-İ Bİ’L-MA’RUF: İyiliği emretmek.
    EMSİLE: Misaller, örnekler.
    EN’ÂM: Davar, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar.
    ENBİYA: Peygamberler, nebîler.
    ENE: Ben, benlik.
    ENE’L-HAKK: "Ben hakkım" anlamına gelen ve ilk defa Hallac-ı Mansûr tarafından söylenen söz.
    ENFÂL: "Nefel"in çoğulu. Harpte düşmandan alınan mallar, ganimetler. Kur’ân-ı Kerim’in 8. Sûresi.
    ENFÜS: "Nefs"in çoğulu. Canlar, ruhlar.
    ENFÜSÎ: Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif.
    ENSÂR: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Medineli arkadaşlarından olan ve muhacirlere yardım eden ashabı.
    ENVÂ: Türler, çeşitler.
    ENVÂ-I VÂHİDE: Bir çeşitten olma.
    ERBÂB-I HALL-U AKD: Halife seçmeye yetkili olan kişiler. Medine halkının ileri gelenleri.
    ERBÂB-I HASENAT: İyilik sahipleri.
    ERCAH: Daha üstün, en üstün.
    ERDÂN: "Beden"in çoğulu. Cisimler, vücutlar, gövdeler.
    ERHÂM: 1. Kadınlardaki çocuk yatağı, rahimler. 2. Akrabalar.
    ERHAM: Çok merhametli, çok acıyan.
    ERKÂN: Rükunlar, esaslar, direkler, üniteler, bölümler.
    ERVÂH: Ruhlar.
    ERVÂH-I HABÎSE: Kötü ruhlar.
    ERZEL-İ ÖMÜR: İhtiyarlığın sonları, bunaklık günleri.
    ESAHH: Çok sahih, en doğru.
    ESÂTİR: Efsaneler, masallar.
    ESATÎR-İ EVVELÎN: Eskilerin masalları.
    ESBÂB: Sebepler.
    ESFEL-İ SÂFİLÎN: Cehennemin en alt tabakası, aşağının aşağısı.
    ESHÂB VE ETBA: Sahabeler ve tabiin.
    ESHÂB: Mümin olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’i gören ve mümin olarak ölen müslümanlar. (Bak: ASHAB) .
    ESHÂB-I EYKE: Şuayb Peygamberin gönderildiği kavim.
    ESHÂB-I HİCR: Salih Peygamberin gönderildiği kavim.
    ESLÂF: "Selef"in çoğulu. Eskiler, yerlerine geçilmiş kimseler.
    ESLÂF-I MÜFESSİRÎN: Eski müfessirler, geçmiş müfessirler.
    ESLAH: En salih, en iyi, en uygun.
    ESMÂ: Adlar, isimler.
    ESMÂÜ’-HÜSNÂ: Allah’ın güzel isim ve sıfatları.
    EŞBÂH: Benzeyenler, nazirler.
    EŞCÂR: "Şecer"in çoğulu. Ağaçlar.
    EŞHURU’L-HAC: Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce’nin ilk on gününden ibaret olan cem’an 70 gün İslâm’dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe’yi ziyaret ederlerdi.
    EŞHURU’L-HURUM: Haram aylar. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları. İslâm’dan önce Araplar bu aylarda savaş yapmayı haram sayarlardı.
    EŞRÂF: Soylulular, şerefliler.
    EŞRÂR: Şerliler, kötüler.
    EŞRÂT-I SAAT: Kıyamet alâmet-leri.
    ETFÂL: Çocuklar.
    EVÂMİR U NEVÂHÎ: Emirler ve yasaklar.
    EVÂMİR-İ CİHÂD: Cihad emirleri.
    EVÂMİR-İ İLÂHİYYE: İlâhî emirler.
    EVÂMİR-İ SÂBIKA: Eski emirler.
    EVHÂM: Vehimler ve hayaller. Kuruntular ve gerçek dışı şeyler.
    EVLÂ VE EFDÂL: Daha iyi ve daha faziletli.
    EVLÂ VE ESLÂH: En iyi ve en uygun.
    EVLÂ: Birinci, başta gelen. En iyi.
    EVLİYA: Velînin çoğulu. Allah’ın ermiş kulları.
    EVLİYÂ-YI UMÛR: İş başında olan kimseler.
    EVSÂF U ŞERÂİT: Vasıflar ve şartlar.
    EVSAF: Vasıflar, özellikler.
    EVSAT: Orta.
    EVVEL U ÂHİR: Önce ve sonra.
    EVVELEN: Evvelâ, birinci olarak.
    EYTÂM VE ERÂMİL: Yetimler ve dullar.
    EYYÂM EN MA’LÛMAT: Bilinen günler.
    EYYÂM: Günler.
    EYYÂM-I MA’DÛDÂT: Sayılı günler; Ramazan ayının bütün günleri.
    EYYÂM-I NAHR: Kurban Bayramı’nın ilk üç günü.
    EYYÂM-I TEŞRİK (Eyyâmü’t-teşrik): Kurban Bayramı’nın ilk gününden sonraki üç gün.
    EZELİYET: Başlangıcı olmama. Ezeliyeti Müş’ir: Başlangıcı bildiren.
    EZMÂN: Zamanlar, vakitler.
    EZMİNE: Zamanlar, çağlar.
    EZ-ZİKR: Kur’ân-ı Kerim’in adlarından biri.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:07 pm

    F Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler


    FÂCİR: 1. Fücûr sahibi, fena huylu. günahkâr.
    FÂDIL-FÂZIL: Faziletli, fazilet sahibi, erdemli.
    FADL-FAZL: İyilik, fazilet, erdem.
    FAHR: Övgü, şeref, böbürlenme.
    FAHR-İ KÂİNAT: Kâinatın övgüsü, şerefi; Hz. Peygamber (s.a.v.) .
    FAHŞÂ: 1. Meşru olmayan cinsel ilişki, fuhuş. 2. Zekatı az verme, tamahkârlık. 3. Akla ve ahlâka uygun olmayan söz ve iş.
    FÂİL: 1. İşleyen, yapan. 2. Te’sirli, etkili.
    FÂİL-İ MUHTAR: İstediğini yapmakta serbest olan.
    FAKR: Fakirlik, yoksulluk, züğürtlük.
    FÂRİĞ: 1. Vazgeçmiş, çekilmiş. 2. Rahat, âsûde. 3. Boş, işini bitirmiş, işsiz.
    FARÎZA: 1. Allah’ın emri, farz, vacip, gerek, vazife. 2. Mirasçılardan her birine şer’an düşen hisse, pay.
    FART-I İZDİHAM: Fazla kalabalık.
    FÂRUK: Haklıyı haksızı ayırmakta pek mahir olan. Hz. Ömer’in sıfatlarından biri.
    FARZ: 1. İslâmiyette mazeret olmadıkça yapılması mecburi olan, terkedilmesi günah sayılan Tanrı buyruğu. 2. Zarurî, lüzumlu.
    FARZ-I AYN: Kişinin bizzat yapması gereken farz. Herkese farz olan.
    FARZ-I KİFÂYE: Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi.
    FASÂHAT: Güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme kabiliyeti.
    FÂSIK: Allah’ın emirlerini tanımayan, günah işleyen.
    FÂSILA: 1. Aralık, ara, bölme. 2. Ayıran, bölen, Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin sonları.
    FÂSİD-FÂSİDE: 1. Kötü, fena, yanlış, bozuk. 2. Münafık, fesad çıkaran.
    FASL: 1. Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm. 2. Halletme, neticelendirme, kesip atma.
    FÂTIR: Yaratan, yaratıcı.
    FAZÂİL: İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel huylar.
    FAZİLET: İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye olan devamlı ve değişmez istidat, güzel vasıf, iyi huy, erdem.
    FAZL U İHSÂN: Cömertlik ve bağışta bulunmak.
    FAZL U KEREM: Bilginlere, faziletli kişilere yaraşır olgunluk ve cömertlik.
    FAZL U RAHMET: Faziletli kişinin lütfu, merhameti ve acıması.
    FAZL: 1. Fazla, ziyade, artık, bâki. 2. Fazlalık, üstünlük.
    FAZL-I AZÎM: Büyük değer, temelde var olan büyük meziyet.
    FEBİHÂ: Ne alâ, ne güzel.
    FECR: Fecir; sabaha karşı güneş doğmadan önce, ufkun aydınlığı, tan yerinin ağarması.
    FECR-İ SADIK: (Hakiki fecir) şafak sökme.
    FEDA: 1. Gözden çıkarma, uğruna verme. 2. Kurban.
    FEHVÂ: Mânâ, anlam, mefhum, kavram, hüküm.
    FELÂH: Kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluk.
    FELÂK: 1. Tan zamanı. 2. Sabah aydınlığı.
    FELÂSİFE: Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar, âlimler, bilginler.
    FELEK: 1. Gökyüzü, sema. 2. Âlem, dünya. 3. Talih, kader.
    FELEKİYYÂT: Gök ve heyet ilmine ait şeyler, astronomik.
    FENA: 1. Yok olma, yokluk. "Beka"nın zıddı. (Tasavvufta maddî varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma). 2. İyi olmayan, kötü.
    FERÂŞE: Pervane (gece kelebeği).
    FERC: 1. Aralık, yarık, çatlak. 2. Dişilerde üreme organı, avret.
    FERİK: 1. İnsan topluluğu, cemaat. 2. Askerî kolordu kumandanı. 3. Körpe, buğday tanesinin yarı olgunu, firik.
    FERMAN: Emir, buyruk, padişah tarafından verilen yazılı emir.
    FERMAN-I İLÂHÎ: Allah buyruğu.
    FERŞ: 1. Döşeme, yayma. 2. Yayılan şey. 3. Seccade, hasır, 4. Yeryüzü, kır, sahra.
    FESAD: Fenalık, kötülük, arabozuculuk. Kargaşalık, karışıklık.
    FESH: Bozma, bozulma, dağıtma, dağılma, yürürlükten kalkma.
    FETÂNET: Fatinlik, zihin açıklığı, zihnin yaratılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak hususundaki istidadı, zeyreklik.
    FETH: 1. Açma, açılma. 2. Bir yeri savaşla ele geçirme.
    FETH-İ MÜBİN: Açık ve parlak zafer.
    FETİŞ: Sahibine uğur getirdiğine ve tabiatüstü özellikler taşıdığına inanılan nesne veya hayvan.
    FETRET: 1. İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen zaman. 2. İki vakıa arasındaki zaman.
    FETTAH: 1. Zafer kazanmış, üstün gelmiş. 2. Fetheden, açan. 3. Kullarının kapalı işlerini açan, Cenab-ı Hakk.
    FETTAN: 1. Fitne ve fesada teşvik eden, ayartan. 2. Cazibeli, gönül alıcı, oynak kadın.
    FEVÂHİŞ: 1. Kötülükler. 2. Fahişeler, kahpeler.
    FEVÂİD: Faydalar, menfaatler, kârlar, kazançlar.
    FEVC: Bölük, takım, cemaat.
    FEVERAN: 1. Kaynama, galeyân etme. 2. Damar, vurma, su fışkırtma.
    FEVK: Üst, üst taraf, yukarı (maddî-manevî) .
    FEVKALÂDE: Âdetin üstünde, duyulmadık, görülmedik, olağanüstü.
    FEVKA’L-BEŞER: İnsanüstü.
    FEVKA’T-TABİA: Tabiatüstü.
    FEVREN: Çarçabuk, birden bire.
    FEVT: 1. Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarma, kaçırma, 2. Ölüm.
    FEVZ: Galiplik, zafer, üstünlük, selamet, kurtuluş.
    FEVZ-İ AZÎM: Büyük kurtuluş, büyük selamet, büyük başarı.
    FEY’: Savaşta elde edilen mal ve ganimet.
    FEY’ÜZ GANÂİM: Savaşta elde edilen mallar ve ganimetler.
    FEYYAZ: Feyiz, bereket ve bolluk veren. Allah.
    FEYZ: 1. Suyun taşıp akması. 2. Bolluk, fazlalık, gürlük. 3. İlim, irfan.
    FEZÂ’: Korkma, dayanamama, ümitsizlik.
    FEZÂ: Uzay; ucu bucağı bulunmayan boşluk, kâinatın sonsuz genişliği.
    FEZÂİL: Faziletler, meziyetler, üstün özellikler.
    FEZÂİL-İ MÜTENEVVİA: Türlü hüner, marifet ve meziyetler.
    FEZLEKE: Hülâsa, netice, özet.
    FIKH-I HANEFİ: Hanefî fıkhı.
    FIKH-I İSLÂM: İslâm fıkhı.
    FIKIH-FIKH: 1. Bir şeyi anlayıp bilme, 2. Şeriat ilmi, şeriatın usül ve hükümleri, amelî ve şer’î meseleler bilgisi. Hukuk bilgisi.
    FIRAK: 1. Tümenler, alaylar, bölükler. 2. Partiler. 3. Takımlar, kalabalıklar, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılan mezhepler.
    FIRAK-I İSLÂMİYYE: İslâm fırkaları, mezhepleri.
    FIRKA: 1. İnsan kalabalığı grubu. 2. Tümen.
    FIRKA-İ NÂCİYYE: Selâmet yolunu bulmuş, müslüman grubu.
    FISK U FÜCÛR: Sefahet ve günaha batma.
    FISK: 1. Hak yolundan çıkmak, Allah’a karşı isyan etmek. 2. Sefahete dalma, ahlâksızlık, gü-nahkârlık.
    FITRA: Fitre: Ramazan’da bölünmeden verilmesi şer’ân vacip olan fıtr, sadaka.
    FITRAT: Yaratılış, huy, tabiat, mizaç.
    FITRAT-I MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in huyu, yaratılışı.
    FÎ EMRİLLÂH: Allah’ın emrinde.
    FÎ SEBİLİLLAH: Allah yolunda, karşılık beklemeksizin.
    FÎ: 1. İçinde – de. 2. Tarih bildirir.
    FİDÂ: Bir esiri kurtarmak için verilen şey, fidye.
    FİDYE: Can kurtarma karşılığı verilen akçe vesaire.
    FİİL-Fİ’L: 1. İş, kâr, amel, zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime. 2. Eylem.
    FİKR: 1. Fikir, düşünce. 2. İdrak, 3. Zihin, akıl. 4. Hatır.
    Fİ’L-İ HAKİKİ: Gerçek eylem, hakiki fiil.
    Fİ’L-İ İHTİYÂRİ: Yapılıp yapılmaması insanın kendi seçimine bağlı olan fiil.
    Fİ’L-İ KAVLÎ: Kavli fiil, sözle yapılan eylem.
    FİRÂK: 1. Ayrılık, ayrılma. 2. Hüzün, keder, sıkıntı.
    FİRÂSET: 1. Anlayışlı, çabuk seziş, 2. Binicilik, at yetiştirme bilgisi. 3. Yiğitlik, mertlik.
    FİRÂŞ: Döşek, yatak, şilte, hasır, halı.
    FİR’AVN: Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen ünvan. 2. Tanrılık iddiasında bulunduğu için Hz. Musa’nın mücadele ettiği Mısır hükümdarı. 3. Çok kibirli, gururlu ve inat adam, Firavn.
    FUAD: Kalp, yürek, gönül.
    FUHŞ: 1. Haddini aşma. 2. Kötülük, namusa aykırı hareket.
    FUHŞ-U KELÂM: Edep ve terbiye dışı söz.
    FUKAHÂ (Fakih): Fakihler, İslâm hukukçuları, Fıkıh âlimleri.
    FUKARA: Fakirler, yoksullar.
    FUKARA-İ MÜSLİMÎN: Müslüman fakirler.
    FUKARA-İ SÂBİRİN: Sabreden, dayanan, oruç açmayan fakirler.
    FURKAN: 1. Hak ile batılı ayırmak, iyi ile kötüyü ayırd etmek. 2. Kur’ân-ı Kerim’in adlarından biri.
    FUSÛL: 1. Fasıllar, mevsimler. 2. Bölümler, kısımlar.
    FÜLÂN: Belirsiz bir şey, filan.
    FÜNÛN: 1. Nev’iler, çeşitler, sınıflar, tabakalar. 2. Hünerler, sanatlar, ilimler, fenler.
    FÜNÛN-I TABİİYYE: Tabiat ilminin çeşitleri.
    FÜRS Ü RÛM: İran ve Anadolu.
    FÜRS: 1. Farslılar, Fars milleti. 2. Eski İran.
    FÜRÛ’: Dallar, budaklar, ayrıntılar.
    FÜTUHÂT: Fetihler, zaferler.
    FÜTÛR: Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, endişe.







    Azerbaycan Musiqisi Kafkasin Gürleyen Sesi Dahasi... Bilgi Paylasim Adresi...www.ay-maral-can.tr.gg
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:08 pm

    Osmanlı Türkçesi Sözlüğü


    G Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler




    GADDÂR: Hain, zalim.
    GÂDİR: Gadreden, hıyanet eden, fenalık eden.
    GADR: Hainlik, vefasızlık, zulüm, merhametsizlik, haksızlık.
    GAFLET: Gafillik, boş bulunma, dalgınlık, ihtiyatsızlık.
    GAFÛR: Çok bağışlayan, çok affeden. (Allah’ın adlarından biri) .
    GAİT: 1. İnsan pisliği, necaset, 2. Çukur yer, düz ve geniş yer.
    GALAT: Yanlış, yanılma.
    GALEBE-İ İLMİYYE: İlmî üstünlük.
    GALÎZ: Çirkin, terbiye dışı, kaba, ağır.
    GALLE: 1. Gelir, varidat, küçük kasa. 2. Zahire, mahsul, ekin.
    GAMGÜSÂR: Gam ve kederi def eden, teselli veren.
    GAMMAZ: "Gamz"dan. İftiracı, fitne koğucu. Birine iftira ederek zarar veren kimse.
    GAMZE: 1. Göz kırpma, gözle işaret, Nâz ile bakma, süzgün bakış. 2. Çene veya yanak çukurluğu.
    GANÎ: 1. Zengin, 2. Muhtaç olmayan. 3. Bol, fazla.
    GANÎMET: Savaşta düşmandan alınan mal.
    GÂR: Mağara.
    GARAM: Aşk, sevda, şiddetli arzu.
    GARANİK OLAYI: (Bak: Necm Sûresi) .
    GARAZ: Maksat, gaye, niyet.
    GÂR-İ HIRA: Hıra mağarası.
    GARÎZA: Yaratılıştan olan, huy.
    GARK: Batmak, suda boğulmak.
    GARÛR: Aldatan, aldatıcı.
    GÂSIK: Gece, karanlık.
    GAYB: 1. Gizli olan, gözle görülmeyen şey. 2. Belirsiz, bilinmeyen şey.
    GAYBET (Gıybet): 1. Kaybolma. 2. Aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, çekiştirme dedikodu yapma.
    GÂYETÜ’L-GÂYE: En son derecede, hedeflenen son amaç.
    GAYR-İ FITRÎ: Fıtrî olmayan. Doğuştan olmayan.
    GAYR-İ MUNSARİF: Cerr ve tenvin kabul etmeyen isim.
    GAYR-İ MÜSLİM: Müslüman olmayan.
    GAYZ U KÎN: Hiddet ve kin.
    GAYZ: Hiddet, öfke, hınç.
    GAZA: Din uğrunda kâfirlere karşı yapılan savaş, cihad.
    GILAF: Kılıç, kın, muhafaza.
    GILL U GIŞŞ: Şüphe ve tereddüt, kararsızlık. Kin ve hile. Hiyanet ve düşmanlık.
    GILMÂN: Hizmet gören delikanlılar. Köleler, esirler.
    GITÂ: Örtü, örtülecek şey.
    GİL: Kil, çamur, balçık.
    GİRÂN: 1. Ağır, sakil. 2. Fenâ, kokmuş. 3. Bıktırıcı, usandırıcı.
    GİRİFTÂR: 1. Tutulmuş, esir, yakalanmış. 2. Düşkün.
    GİRİZGÂH: 1. Kaçacak yer, melce, 2. Giriş.
    GUBÂR: Toz.
    GUBÂR-ÂVER: Toz götüren. Tozkoparan.
    GUBÂR-I HÜZÜN: Üzüntü dalgası, üzüntü tozları.
    GUFRAN: Mağfiret, bağış.
    GULŞEN U GÜLZÂR: Gül bahçesi ve gül tarlası.
    GUNNE: Şeddeli "nun" ile şeddeli "mim"in teğanni ile okunması.
    GURBET: 1. Gariplik, yabancılık. 2. Yabancı memleket, yabancı diyar, vatan dışı, yâdel.
    GURFE: Oda, çadır, çardak, cumba.
    GURRE: 1. Parlaklık, aklık. 2. Atın alnındaki beyazlık. 3. Arabi ayın ilk günü.
    GURUB: Batma, batış.
    GURUB-İ ŞEMS: Güneşin batışı.
    GUZÂT: Gâziler. Düşmanla savaşmış İslâm askerleri.
    GÜRÛH: Cemaat, bölük, takım, topluluk, çete.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:09 pm

    H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler




    HABÂİS: Kötülükler, kötü şeyler.
    HABÂSET: Kötülük, alçaklık, fenalık.
    HABB-HABBE: 1. Tane, tohum, 2. Parça.
    HABER-İ SÂDIK: 1. Doğru haber. 2. Peygamberimizin sözü, hadis.
    HABÎB: Sevgili, dost.
    HABİB-İ HÜDÂ: (Hüdâ’nın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HABÎB-İ KİBRİYA: Kibriyanın sevgilisi. Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HABİBULLAH: (Allah’ın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HABÎS: Kötü, alçak, pis.
    HABL: İp, urgan, halat.
    HABLÜ’L-METİN: Sağlam ip. İslâ-miyet, Kur’ân-ı Kerim.
    HABT: İptal etme, bozma, bozulma.
    HACALET: Utanma, utangaçlıkla şaşırma.
    HACCAC: 1. Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî’nin ünvanı. 2. Delil ile galip olan.
    HÂCET: İhtiyaç, gereklilik.DEF-İ HÂCET: Abdest bozma.ARZ-I HÂCET: Eksiğini, isteğini bildirme.
    HACR: 1. Men etme, yasak etme. 2. Kucak, oğuş, himaye.
    HACR-I TAHRÎM: Haramı yasaklamak.
    HADD: 1. Sınır. 2. Gerçek değer. 3. Şeriatçe verilen ceza.
    HADD-İ TAM: Tam sınırında, derecesinde, kıvamında.
    HADES: 1. Yeni olma, sonradan olma. 2. Abdesti tazelemeyi gerektiren şey, manevî pislik.
    HÂDİ: 1. Hud’a yapan, hileci, aldatıcı. 2. Fena, bozuk.
    HÂDÎ: Hidayet eden, doğru yolu gösteren, mürşit.
    HADİS: Peygamberimizin sözü.
    HÂDİSÂT: Yeni olan şeyler, olaylar.
    HÂDİSÂT-I ACÎBE: Şaşılacak, garib olaylar.
    HÂDİSE: Yeni olan, sonradan olan şey, olay.
    HADİS-İ KUDSÎ: Mânâsı Allah tarafından vahyedilen, lafzı Peygamberimize ait hadis.
    HAFA: Gizlilik, kapalılık.
    HAFAYA: Gizli şeyler, sırlar.
    HAFAZA: 1. Muhafızlar, koruyucular, bekçiler. 2. Koruyucu melekler.
    HÂK İLE YEKSAN: Toprakla bir yıkık, harap, yerle bir.
    HÂK: Toprak.
    HAKAİK: Hakikatler, gerçekler.
    HAKAİK-İ SÂBİTE: Değişmez hakikatler.
    HAKAMEYN: İki hakem: Sıffîn vak’asında Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında hakem seçilen Amr b. Âs ile Ebu Musa el-Eş’arî.
    HAKAYIK: Hakikatler, gerçekler.
    HAKEM: Bir işte karar vermeye yetkili kişi.
    HAKÎKAT: 1. Bir şeyin aslı, mahiyeti. 2. Gerçek, doğru. 3. Sadakat kadirbilirlik. Sözlük anlamıyla söylenen söz.
    HAKÎM: 1. Âlim, bilgin. 2. Doktor. 3. Hikmeti bilen, filozof. (Allah’ın isimlerinden) .
    HÂKİM: Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
    HAKÎM-İ MUTLAK: Allah. KİTAB-I HAKÎM: Kur’ân.
    HÂKİMİYET: Hakimlik, üstünlük, egemenlik.
    HAKİR: İtibarsız, değersiz, önemsiz.
    HAKK: Doğruluk, insaf, hak. (Allah’ın isimlerinden biri) .
    HAKK-I MÜDAFAA: Savunma hakkı.
    HAKK-I MÜKTESEB: Elde edilmiş hak.
    HAKK-I ŞİRB: İçme, hayvan veya tarla için su olma hakkı.
    HAKKU’L-YAKÎN (HAKKE’L-YAKÎN): Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
    HAKŞİNASLIK: Doğruyu, hakkı tanımak.
    HALÂL: 1. Dostluk. 2. İki nesne arası açık olmak.
    HALÂS: Kurtulma, kurtuluş.
    HALASKÂR: Kurtarıcı.
    HALÂVET: 1. Tatlılık, şirinlik. 2. Zevk.
    HALEF: Birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse, ardıl.
    HALET: Hal, suret, keyfiyet.
    HALET-İ İHTİZAR: Can çekişme hali, sakınılacak hal.
    HALET-İ NEZİ’: Ölüm hali, sekarat-ı mevt.
    HALF: Yemin etmek.
    HALHAL: Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği.
    HÂLIK: Yaratan, yaratıcı. (Allah’ın isimlerinden) .
    HALÎL: 1. Dost. 2. Zevc, koca.
    HALÎME: Yumuşak huylu kadın. (Peygamberimizin süt annesinin adı) .
    HÂLİS: Hilesiz, katkısız, duru.
    HALK: Yaratma, yaratılma.
    HALK-I CEDÎD: Yeniden yaratılış.
    HALK-I DÜ CİHAN: İki cihanın halkı, ölüler ve diriler.
    HALT: 1. Karıştırma. 2. Uygunsuz söz söyleme.
    HALVET: 1. Yalnız kalma, tenhaya çekilme. 2. Tenha yer, ibadet için tenha hücre.
    HÂM: Çiğ, olmamış.
    HAM: Eğri, bükülmüş.
    HAMD Ü ŞÜKRAN: Allah’ı minnet ve şükranla övme.
    HAMD: 1. Övgü, medh. 2. Allah’a şükran hislerini bildirmek.
    HAME: 1. Yük. 2. Ana karnındaki çocuk.
    HAME: Balçık, çamur .
    HAMEİN MESNUN: Değişken balçık.
    HÂMÎ: Himaye eden, koruyucu.
    HAMÎD: Allah’ın adlarından.
    HÂMİD: Hamd eden, şükreden. (Hz. Muhammed (s.a.v.)’in lakabı.) .
    HAMİE: Balçıklı, çamurlu.
    HÂMİL: 1. Yüklü. 2. Gebe.
    HÂMİLE: Gebe kadın.
    HÂMİŞ: Mektubun altına ilave edilen yazı, hâşiye, dipnot.
    HAMR: Şarap.
    HAMÛLE: 1. Yük. 2. Gemi yükü.
    HANEDAN: Kökten asîl ve büyük aile, ocak.
    HANİF: İslâmiyetten önce Allah’ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim dinine bağlı olan kimse.
    HÂRÂBAT: Harabeler, viraneler, meyhaneler. (Ziya Paşa’nın meşhur antolojisi).
    HARABE: Şehir ve ev yıkıntısı, virane.
    HARBÎ: 1. Harble ilgili. 2. Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse. 3. Anlaşma yapılmamış düşman. 4. Tüfek doldurma âleti.
    HAREC: 1. Darlık, sıkıntı, zorluk. 2. Günah.
    HAREM: 1. Girilmesi serbest olmayan yer. 2. İhrama girilen yerden itibaren Kâbe’ye doğru olan kısım.
    HAREM-İ ŞERİF: Kâbe ve civarı.
    HARİKULÂDE: Olağanüstü, eşi görülmemiş.
    HARS: 1. Tarla sürmek. 2. Yarmak. 3. Ekin, kültür.
    HASÂNET: Bir bina veya yapının sağlamlığı.
    HASB: Göre, nazaran, gereğince.
    HASBE: Kızamık hastalığı.
    HASBE’L-ÂDE: Âdet gereği, alışıldığı gibi.
    HASBE’L-BEŞERİYE: İnsanlık gereği.
    HASBETEN LİLLAH: Allah rızası için.
    HASEB: Baba tarafından gelen soyluluk, asalet.
    HASED: Haset, kıskançlık, çekememezlik.
    HASENÂT: İyilikler, güzel işler.
    HASENE: İyilik, güzel iş.
    HASF: Yere batma, ışığı sönme.
    HÂSIL: Husûle gelen, peyda olan, çıkan, üreyen.
    HÂSILA: Bir işten elde edilen sonuç.
    HÂSIL-I KELAM: Sözün özeti.
    HÂSİD: Haset edilen, kıskanç.
    HÂSİR: 1. Hasret çeken, meramına kavuşamayan. 2. Zarar görmüş.
    HASÎS: 1. Nekes, cimri. 2. Alçak, değersiz.
    HASLET: Tabiat, huy, yaratılış.
    HASR: 1. Sıkıştırma. 2. Etrafını çevirme, mahsus kılma, tahsis etme.
    HASR-I EVKAT: Bütün vakitlerini o işe verme.
    HASR-I NEFS: Kendini o işe adama.
    HASSA ORDUSU: Hükümdarın kendine mahsus ordusu.
    HÂSSE: Bir şeye mahsus olan kuvvet, duygu.
    HAŞERAT: 1. Küçük böcekler; Karınca, akrep, yılan gibi hayvancıklar. 2. Değersiz ve zararlı adamlar.
    HAŞÎN: Katı, sert, kırıcı, kaba.
    HÂŞİR: Toplayan, bir araya getiren.
    HAŞİYE: Dipnot.
    HAŞR Ü NEŞR: Toplayıp dağılma, haşir neşir.
    HAŞR: 1. Toplama. 2. Ölüleri diriltip mahşere çıkarma. 3. Kur’ân’-ın 59. sûresi.
    HAŞYETULLAH: Allah korkusu.
    HATA: 1. Yanlış, yanılma. 2. Günah.
    HÂTEM: Mühür.
    HATEMÜ’L-ENBİYA: Peygamberlerin sonuncusu: Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HÂTİM: 1. Mühürleyen, mühürleyici. 2. Bitiren, sona erdiren.
    HÂTİME: Son, nihayet.
    HATT: 1. Çizgi. 2. Satır. 3. Yazı.
    HATT-I KUR’ÂN: Kur’ân yazısı.
    HAVÂİC: İhtiyaçlar.
    HAVÂRİYYÛN: Hz. İsa’nın oniki kişiden ibaret olan ashabı.
    HAVASS: 1. Hasseler, duyular. 2. Muhterem ve seçkin kişiler.
    HAVASS-I HAMSE: Beş duyu. (Görme, tatma, işitme, dokunma, koklama) .
    HAVÂYİC-İ ASLİYE: Aslî ihtiyaçlar.
    HAVF VE RECA: Korku ve ümit.
    HAVF: Korku, korkma.
    HÂVİ: İhtiva eden, içine alan, şâmil, içeren.
    HÂVİYE: Cehennemin yedinci katı, en şiddetli yeri.
    HAVL: 1. Sene, yıl. 2. Etraf, çevre. 3. Kuvvet, kudret.
    HAYA: 1. Utanma, sıkılma. 2. Ar, namus, edeb. 3. Günahtan kaçınma.
    HAYAT: Dirilik, canlılık.
    HAYAT-I BÂKİYE: Ölümsüz hayat.
    HAYAT-I BEŞER: İnsan hayatı.
    HAYAT-I FÂNİYE: Geçici hayat.
    HAYLİ: Oldukça. Epeyce.
    HAYR Ü ŞER: İyilik ve kötülük.
    HAYR: İyi, faydalı, hayırlı.
    HAYRET: Şaşma, şaşırma, ne yapacağını bilmeme.
    HAYRHAH: Hayır sahibi.
    HAYRÜ’L-BEŞER: İnsanların hayırlısı Hz. Muhammed.
    HAYRÜ’N-NÂS: İnsanların hayırlısı.
    HAYSİYYET: Şeref, onur, itibar, değer.
    HAYSİYYET-İ EBEDİYYE: Edebî itibar.
    HAYT: İplik, lif, tel.
    HAYT-İ ESVED: Siyah iplik, fecir zamanı yavaş yavaş silinen gecenin karanlığı.
    HAYTÜ’L-EBYAZ: Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.
    HAYY: 1. Diri, canlı. 2. Allah’ın isimlerinden.
    HAYYE ALE’L-FELÂH: Toplanıp felaha gelin, haydin felaha.
    HAYYE ALE’S-SALAH: Toplanıp namaza gelin, haydin namaza.
    HAYYÜ’L-KAYYÜM: Her an diri olan, yöneten, düzenleyen.
    HAYZ VE NİFAS: Aybaşı hali ve lohusalık.
    HAYZ: Kadınlarda aybaşı hali akıntısı.
    HAZER: Sakınma, kaçınma, korunma, çekinme.
    HAZF: Aradan çıkarma, kaldırma, giderme, silme, gizli tutma.
    HÂZIRA: 1. Şehirli. 2. Bir yere yerleşmiş. 3. Medeni.
    HÂZIRÛN: 1. Meydanda, gözönünde olanlar. 2. Hazır olanlar.
    HAZÎNE: Hazine, devlet malının saklandığı yer.
    HEBA: 1. Toz, zerre. 2. Boş, nafile.
    HEBÂEN MENSÛRA: Boşuna harcanarak.
    HEDEF: Maksat, amaç.
    HEDER OLAN: Boşa giden.
    HEDER: Boşa gitme, yok yere giden şey.
    HEDİY: Beytullah için getirilen kurbanlar.
    HEDY: Harem-i şerife götürülen kurban.
    HELÂK: 1. Mahvolma, ölme. 2. Harcanma. 3. Çok yorulma.
    HEMŞİRE: Kız kardeş.
    HENDESE: Geometri.
    HERC Ü MERC: Alt üst, karmakarışık, allak bullak.
    HERDEM: Her zaman, daima.
    HEREM: 1. İhtiyarlama, kocama. 2. Mısır ehramlarından biri.
    HETK-İ HÜRMET: Saygının ortadan kalkması. Şer’an haram olanın bozulması.
    HEVÂ: 1. Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma. 2. Nefsanî zevklere uyma.
    HEVÂ-İ NESÎM: Latif hava. Mâne-vî gıda.
    HEVAMM: 1. Böcekler, haşereler. 2. Yılan, pire, akrep gizli zararlı hayvanlar.
    HEVÂPEREST: Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan.
    HEVDEC: Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel.
    HEY’ET: 1. Şekil, suret. 2. Görünüş. 3. Durum.
    HEY’ET-İ İCTİMAİYYE: Toplantı heyeti, sosyal durum.
    HEZL: 1. Eğlence, alay, şaka. 2. Latife. 3. Mizah.
    HIDK: Öç almak için kin besleme.
    HIFZ: Saklama, koruma, ezberleme.
    HIFZISSIHHA: Sağlığı koruma.
    HIKD: Kin tutma, öç almak için fırsat bekleme.
    HINZIR: 1. Domuz 2. Pis ve katı yürekli kimse.
    HIRMAN: Mahrumluk, ümitsizlik.
    HIRZ: 1. Sığınak. 2. Nazar boncuğu, nazar duası. 3. Tılsım.
    HISÂL: Huylar, mizaçlar, karekterler.
    HIŞM: Kızgınlık, öfke, gazap.
    HITBE: 1. Okunmuş. 2. Söz kesilmiş, nişanlı kız veya kadın.
    HIYAR: 1. Bir işi yapıp yapmamakta serbestlik, İslâm hukukunda alış-veriş hususunda muhayyerlik. 2. Hayırlılar, iyiler.
    HİBE: Bağışlama bağış.
    HİCAB: 1. Utanma, sıkılma. 2. Perde, hail, engel.
    HİCRÂN: 1. Ayrılık. 2. Unutulmaz acı keder.
    HİCRET: 1. Memleketten memlekete göç. 2. Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti, Miladın 622. senesi.
    HİCRET-İ SENİYYE-HİCRET-İ NEBEVİYYE: Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göçü.
    HİCV: Birini şiirle yermek, gülünç hale koymak, alay etmek.
    HİCVİYYE: Hicv sözü veya yazısı, taşlama.
    HİDAYET: Hak yola, doğru yola erme.
    HİDAYET-İ İLÂHİYYE: İlâhî hidayet, Allah’ın doğru yola erdirmesi.
    HİKMET: 1. Hakimlik, bilgelik. 2. Sebep. 3. Felsefe.
    HİKMET-İ İLÂHİYYE: Allah’ın hikmeti, yalnız O’nun bileceği iş.
    HİKMET-İ TEŞRİ: Kanun yapma hikmeti. Allah’ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler.
    HİLAF: 1. Karşı, zıt. 2. Yalan.
    HİLÂFET: 1. Birinin yerini tutma. 2. Peygamberin vekilliği, halifelik.
    HİLÂFETEN: 1. Birinin yerine geçerek. 2. Halife olarak.
    HİLAF-I EDEB: Terbiye ve ahlâka aykırı.
    HİLÂL: Yeni ay.
    HİL’AT: Elbise, kaftan.
    HİL’AT-İ RİSALET: Peygamberlik elbisesi.
    HİLF: Yardımlaşma, ittifak, sözleşme.
    HİLKAT: 1. Yaratılış. 2. Tabiat.
    HİLKAT-İ ÂDEM: İlk insanın yaratılışı.
    HİLKAT-İ ARZ: Dünyanın yaratılışı.
    HİLL: 1. Hilal. 2. Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.
    HİLM Ü HAYÂ: Yumuşaklık ve utanma duygusu.
    HİLM: Yumuşaklık, insanın tabiatında olan yumuşaklık duygusu.
    HÎN: An, zaman, vakit, sıra.
    HİRFET: Sanat, meslek.
    HİSAB: Hesap, saymak, aritmatik.
    HİSAL-HISAL: Huylar, tabiatlar.
    HİSAR: 1. Kuşatma, etrafını alma. 2. Etrafı istihkamlı kale, bent.
    HİSS: Duyma kuvveti, duygu.
    HİSSE: Pay, nasip.
    HİSSEDÂR: Pay, hisse sahibi.
    HİSS-İ KABLELVUKU: Önsezi.
    HİSSÎ: His ile, duygu ile ilgili, duygusal.
    HİSSİYYAT: Duygular, sezişler.
    HİTAB: Bir veya daha fazla kimselere söz söyleme, nutuk.
    HİTAB-I ÂM: Umuma hitap, bir topluluğa söyleme.
    HİTAB-I EZELÎ: Başlangıçsız, çok eski söz.
    HİTÂM: 1. Son, nihayet. 2. Bitme, tükenme.
    HİTÂN: 1. Sünnet, sünnet etme. 2. Duvarlar, engeller.
    HİZB-HİZİB: 1. Kısım, bölük. 2. Taraftar. 3. Kur’ân cüzünün dörtte biri.
    HOD BE HOD: Kendi kendine, kendi başına.
    HOD: 1. Kendi. 2. Baş zırhı.
    HODGÂM: Bencil, egoist, kendini beğenmiş.
    HUB: Güzel, hoş, iyi.
    HUBB: Sevgi, muhabbet.
    HUBB-İ DÜNYA: Dünya sevgisi.
    HUBS: 1. Pislik. 2. Kötülük.
    HUCCÂC: Hacılar.
    HUCCET-HÜCCET: 1. Vesika, delil, senet. 2. Tanınmış bilginlere verilen ünvan.
    HUD’A: Aldatma, oyun hile.
    HUDÂ: Allah, yaratıcı.
    HUDDAM: Hizmetçiler.
    HUDUD: Sınırlar, hudutlar.
    HUDÛS: Sonradan olma.
    HUFFAZ: Ezberleyiciler, Kur’ân’ı ezbere bilenler.
    HUKUK: 1. Haklar. 2. Hakikatler. 3. Kanunların verdiği hak.
    HULASA: Bir şeyin, bir sözün özü, özeti.
    HULÂSA-İ KELÂM: Sözün özeti.
    HULD AZABI: Ahiratteki ebedî azab.
    HULD: 1. Sonu olmayan. 2. Ebedî devamlı.
    HULF: Verdiği sözü tutmama, yemininde durmama.
    HULK: Huy, tabiat.
    HULKUM: Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol.
    HULÛD: Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.YEVM-İ HULÛD: Kıyamet günü.
    HULÛM: 1. Rüyalar, hülyalar. 2. Düş azması.
    HULÛS: Halislik, saflık, gönül temizliği.
    HULÛS-İ NİYET: Halis, samimi niyet.
    HUMS: Beşte bir.
    HÛN: 1. Kan, dem. 2. Öldürme, öc.
    HUNEFA’: "Hanif"in çoğulu. Allah’ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar.
    HURAFAT: Aslı, esası olmayan sözler ve rivayetler, hurafeler.
    HURAFE: Uydurma hikâye ve rivayet.
    HURDE: Değersiz şey, kırıntı.
    HUREMAT – HURMÂT – HURUMAT: Haram olan şeyler, dince yasak olan şeyler.
    HURÎ: 1. Cennet kızı. 2. Sevgili.
    HURÛC: Çıkma, çıkış, dışarı çıkma. YEVM-İ HURÛC: Kıyamet günü.
    HURÛF: Harfler.
    HURÛF-İ HECA: Alfabe harfleri.
    HURUF-İ MUKATTAA: Bazı surelerin başında bulunan ve ayrı ayrı okunan harfler.
    HURUM: Haramlar, dince yasak, olanlar.
    HUSUS: İş, şekil, yol, konu.
    HUŞÛ: 1. Gönül alçaklığı, tevazu. 2. Korku ile sevgi arası durum, saygı.
    HUTAME: Cehennemin adlarından biri, cehennemin beşinci tabakası.
    HUTUT: 1. Çizgiler. 2. Yazılar. 3. Yollar.
    HUZUR: 1. Hazır bulunma. 2. Rahat.
    HÜCCET: 1. Vesika, delil. 2. Seçkin âlimlere verilen ünvan.
    HÜCCETÜ’L-İSLÂM: İmam Gazali’nin lakabı.
    HÜCEYRE: 1. Küçük delik, oyuk. 2. Odacık, hücrecik.
    HÜCRE: 1. Odacık, göz. 2. Dokuların, organların en küçük parçası, hücre.
    HÜDA: 1. Doğru yol gösterme. 2. Hidayet etme. 3. Kur’ân-ı Kerim’in adlarından biri.
    HÜKEMA: Hakîmler, bilginler, filozoflar.
    HÜKM-HÜKÜM: Yargı, emir, komuta.
    HÜNSA: 1. Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse. 2. Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması.
    HÜRRE: Cariye veya esir olmayan kadın.
    HÜSN Ü KUBUH: Güzellik ve çirkinlik.
    HÜSN: Güzel, iyi, güzellik, iyilik.
    HÜSNA: En güzel.
    HÜSN-İ AKİBET: Netice güzelliği.
    HÜSN-İ DİLÂRÂ: Gönül alıcı güzellik.
    HÜSRAN: 1. Zarar, ziyan. 2. Beklenilenin elde edilememesinden duyulan acı, mahrumiyet acısı.
    HÜVE: 1. O. 2. Allah.
    HÜVE’L-BÂKÎ: Bâkî kalan Allah’tır.
    HÜZN-HÜZÜN: Gam, keder, sıkıntı.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:11 pm

    I Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler




    IBARE Beyan etmek, açıklamak.
    IBB (C.: E’bâ) Yük dengi, ağır yük.
    IBLIK Erkek.
    IBT (Ibıt) Koltuk. Omuzun alt ve iç tarafı.
    ICAN Kubl ile dübür arası. * Ahmak kimse.
    ICAZ İnat etmek.
    ICRE Başına tülbent sarmak. * Besili ve semiz olmak.
    ICRİM Kısa boylu bodur adam.
    IDA’ Bir şeyi birbiri ardınca yapmak.
    IDAA (Bak: İdaa)
    IDAD Hazırlamak. * Ses, sada.
    IDAD Isırmak. * Geçinmekte darlık, maişet zorluğu.
    IDAE Parlamak veya parlatmak. Ruşen etmek veya ruşen olmak.
    ID’AF Zayıf etmek, zayıflamak. * Muzaaf etmek, fazlalaştırmak. İki kat yapmak.
    IDAFE Misafir edinmek. * Ulaştırmak. * Tâbi olmak, uymak.
    IDAKA Darlık vermek.
    IDAT (Bak: Izat)
    IDBAB Yaş olmak, ıslanmak. * Kin tutmak.
    IDCA’ Yatırmak.
    IDCAC Çağırmak, çağırtmak.
    IDCAR Gönül kırmak. Iztırab vermek. Darıltmak.
    IDD (C.: Adât) Pınar ve kuyu suları gibi aktıkça kesilmeyen, devamı gelen su. * Çokluk, kesret.
    IDFE Ondan elliye varana kadar olan erkekler. * Kıt’a. * Akşam vakti.
    IDGAN Kalbinde bir kimseye kin ve adavet olmak.
    IDGAS Karıştırmak. * Otu eliyle tutamlamak.
    IDHA’ Kuşluk vaktine girmek.
    IDHAK Güldürmek. Güldürülmek.
    IDHİYAN Nurlu, ruşen, parlak.
    IDİN Dağılmış, perâkende olmuş.
    IDK (C.: Adâk-Uduk) Hurma salkımı.
    IDL Yük dengi, misil, eşit.
    IDLA’ Çok yemekten dolayı midenin dolması ve hasta olmak.
    IDLAL (İdlâl) Hak dinden, imân ve islâmiyetten saptırmak. Doğrudan, Hak ve hakikat caddesinden ayırmak. Azdırmak.
    İDLÂLİYYÂT İnsanı doğru yoldan saptıracak fikirler, azdıracak mevzular. Kur’ânla muaraza eden safsata ve bâtıl felsefi nazariyeler.
    IDMAME (C.: Ezâmim) Cemaat, topluluk.
    IDNA’ Hastalığın hastayı zayıflatması.
    IDRAR Zarar vermek. * Avret üstüne avret almak, evli iken bir daha evlenmek.
    IDRİC İbrişim kilim.
    IDTIBA’ Hacıların ihramlarını sağ koltukları altından çıkarıp sol omuzlarına örtmeleri.
    IDTICA’ Yan yatmak.
    IDTIGAN Ayağıyla kendi kendine vurmak.
    IDTIHAD Zulmetmek, cefâ vermek.
    IDTILA’ Kuvvetlendirmek.
    IDTIMAR İnce belli, karınsız olmak.
    IDTIRAB Deprettirmek, hareket ettirmek. Izdırap.
    IDTIRAM Ateş yakılmak. * Şule vermek, ışıklandırmak.
    IDVA’ Azık yapmak.
    IDVE (C.: Udât) Yüksek yer. * Dere kenarı.
    IFA’ Devekuşunun yeleği. * Devenin yükünün çok olması.
    IFAS Şişe ve divit ağzını kapatmakta kullanılan deri.
    IFDAC (C.: Ufâzic) Semiz, besili hayvan. * Yumuşak nesne.
    IFLIK Eski çalgılardan birinin adıdır.
    IFRAT Davarın alın saçı. * İnsanın ense saçı.
    IĞLAK (Bak: İğlâk)
    IĞRAZ (Bak: İğraz)
    IĞVA (Bak: İğva)
    IH Deveyi çökertmek için kullanılır sestir. * Yorgunluk ve heyecanla hızlı nefes vermeği tasvir eder.
    IHAFE Korkutmak.
    IHAZE (C.: İhâzât-İhâz) Su birikip toplanacak yer. * Bir kimsenin kendisi veya sultanı için hıfzedip gözlediği yer.
    IHBAS İfsad etmek. Bozmak. * Yaramazlık öğretmek.
    IHBAT Huşu ve tevazu’ etmek, alçak gönüllülük yapmak.
    IHDAC Doğan çocuğun bir yerinin eksik olması.
    IHDAR Kendini gözlemek. * Bir yerde durmak, ikâmet.
    IHDI Deve çöktü.
    IHDILAL Yaş olmak, ıslanmak. * Ağacın budak ve yapraklarının çok olması.
    IHDIRAR Yeşillik.
    IHFAK Gazâda ganimet malından pay almamak. * Avcıların av yakalayamaması.
    IHFAS Çirkin olmak.
    IHLA’ Çıkarmak.
    IHLA’ Hâli etmek, boşaltmak.
    IHLAD Meyletmek, yönelmek, eğilmek. * Sonsuzlaştırmak, ebedi kılmak. * Geç ihtiyarlamak.
    IHLAF Su aramak. Yerine halef etmek. * Kılıç çıkarmak için elini uzatmak.
    IHLAK Elbise eskimek veya eskitmek.
    IHLAL Terketmek.
    IHLAMAK Ih diyerek deveyi çökertmek. * Ih diyerek yorgunluk ve heyecanla hızlı nefes vermek.
    IHLAMUR Kerestesi marangozlukta kullanılan ve çiçeği haşlanıp çay gibi içilen ağaç. * Ihlamur ağacından yapılmış.
    IHLİVLAK Eskimek. * Bulutun gökyüzünü kaplaması.
    IHMAD Ateşi söndürmek.
    IHMAL Saçak yapmak.
    IHMAR Gizli etmek, saklamak.
    IHN Boyalı sof kumaş. * Renkli yün.
    IHN-İ MENFUŞ Didilmiş kumaş. Hallac edilip atılmış renkli yün.
    IHNA’ İfsad etmek, bozmak. * Yaramaz söz söylemek.
    IHRAB Viran etmek, harabe haline getirmek.
    IHRIVVAT Uzamak.
    IHRİNMAS Sükut etmek, susmak.
    IHRİT İsmi işitilmeyen bitki.
    IHSA’ Irak etmek, uzaklaştırmak.
    IHSA’ Haya çıkarmak.
    IHSAR Noksanlaştırmak, eksiltmek.
    IHSAS Yaramaz iş yapmak.
    IHŞÎŞAN Kabalığı, inatçılığı ve katılığı fazla olmak.
    IHTA’ Hatâ etmek, yanılmak.
    IHTİBA’ Gizlenmek, örtünmek.
    IHTİBAR İmtihan ve tecrübe etmek.
    IHTİDAB Boyamak.
    IHTİDAD Otu köküyle birlikte biçmek.
    IHTİDAM Hizmet etmek.
    IHTİLA’ Ot biçmek.
    IHTİLA’ Çıkarmak.
    IHTİLAB Aldatmak.
    IHTİLAC Seğirtmek, koşmak. * Hareket etmek.
    IHTİLAK Yalan olmak. * Muhtaç olmak.
    IHTİLAL (İhtilal) Halel vermek, zarar vermek. * Muhtaç olmak.
    IHTİLAS Hırsızlık için gelip bir şey alıp kaçmak.
    IHTİMAM Ev süpürmek.
    IHTİMAR Mütegayyer olmak, bozulmak, değişmek.
    IHTİNAS Kırılmak. * İkiye bükülmek, iki kat olmak.
    IHTİRA’ Vücud vermek, icad.
    IHTİRAF Cem’etmek, toplamak.
    IHTİRAK Kat’etmek, kesmek.
    IHTİRAM Eksilmek, noksanlaşmak. * Kesilmek.
    IHTİRAT Kılıç çekme.
    IHTİSAM Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
    IHTİSAR Elini böğrüne koymak. * Muhtasar yapmak.
    IHTİTAF Sür’atle ahzetmek, çok hızlı almak.
    IHTİTAN Sünnet olmak.
    IHTİTAT Sakal bitmek. Yer tutmak. * Hatla işaret koymak.
    IHTİVA’ Kendini aç bırakmak.
    IHTİZA’ Parça parça edip taksim etmek. * Kat’etmek, kesmek.
    IHTİZAL Kesilmek. * Ayrılmak.
    IHTİZAN Sırrı gizlemek.
    IHVE-İ MÜTEFERRİKÎN Ana baba bir veya yalnız ana bir yahut da yalnız baba bir erkek kardeşler. (Müennesi: “Ahavat-ı müteferrikat’tır)
    IKAB Azap, mihnet.
    IK’AD Yüksek bir yere çıkarmak. * Oturtmak.
    IKAK Tırnaklı hayvanların gebeleri.
    IKAL İkl, bağ, bend. * Daha ziyade Arabların başlarına koyup sardıkları bağ, agel. (Bak: Sâhib-üt tac)
    IKAM şiddetli harpler. * Yaramaz huylu.
    IK’AR Derinletmek, derinleştirmek.
    IKD İnci. Gerdanlık. Mücevher, boyuna takılan dizilmiş kıymetli şey. * İnci dizecek iplik. * Hurma salkımı.
    IKFAL Kilitlemek.
    IKHÂR Kahr etme, kahr edilme, kahr edilmiş olma.
    IKHÂR-I DÜŞMEN Düşmanın kahrolması.
    IKKA Çocukların doğduklarında mevcut olan saçı.
    IKLAB Aksine döndürmek. Tersine çevirmek veya çevrilmek.
    IKLAL Azaltılma, azaltma.
    IKLÎD (C.: Akalîd) Anahtar, miftah.
    IKLİM Bir yerin hava şartları. Memleket. Küre-i arzın kıt’a ve her bir memleketi.
    IKMA’ Gelen bir kimseyi geri döndürme. * Birisini aşağılama.
    IKMAH Enaniyet ve azametle kafa tutma.
    IKMAR Ayın doğmasını bekleme.
    IKMAS Suya daldırıp çıkarma.
    IKNAS Adi ve rezil bir kimse iken asaletlilik iddiasında bulunma.
    IKNAT Allah’a dua etme. Aczini ve fakrını anlayarak Allah’a yalvarma. * Namazda kıyamı uzatma. * İnkisar etmek.
    IKSÂ Uzaklaştırılma. Uzaklaştırma.
    IKSÂ-YI ÂMÂL Emel ve isteklerinden uzaklaştırma.
    IKSAM Kasem etme, and içme, yemin etme.
    IKSAR Yapabileceği ve elinden geldiği halde ihmâl etme.
    IKSAT Hakkâniyet, doğruluk gösterme.
    IKTA’ (Kat.’dan) Delil göstererek susturma. * Mülkiyeti devlete ait olan bir arazinin menfaatinin hazinede istihkakı bulunan kimseye padişah tarafından verilmesi. * Maktuan ihâle.
    IKTAAT (Iktâ. C.) Sahibi olmayan ve üzerinde imaret eseri olmıyan yerlerden olup, ulülemr tarafından istihkak sahibine imar ve inşa etmesi için tahsis olunan arazi.
    IKTAR Damlatma, damlatılma.
    IKTIDA Tâbi olma. Uyma.
    IKTIDAEN Uyarak, ıktıda ederek, tâbi olarak.
    IKTİFA’ (Kafa. dan) Arkasından gitme, izinden gitme.
    IKTİFAEN İzinden giderek, örnek tutarak, misal kabul ederek.
    IKVA’ Ev boşalmak. * Azık tamam olmak. Şâirin şiirin kafiyesini çeşitli yapması.
    IKVAL Bir kimsenin söylemediği bir sözü, söyledi diye iddia etmek.
    IKVÂLİYYÂT Söylenmediği hâlde söylendi diye iddiâ edilen sözler. Lüzumsuz iddialar.
    IKY Yemek yemezden evvel çocuğun karnından çıkan necisi.
    IKYAN Halis iyi altın. * İnci parçası.
    ILAB Boyunda olan uzun nişan.
    ILAC Bir şeyi yerinden alıp gidermek.
    ILAKIYE Aşikârelik, açıklık, meydanda oluş.
    ILAT (C.: Alât) Devenin boynuna takılan ip.
    ILBA’ (C.: Alâbâ) Boyun siniri.
    ILC (C.: Uluc-Aluc-Ilce) Kervan. * Yabani eşek. * Acem küffarından bir erkeğin adı.
    ILGAM Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi göüren yer. Serap, pusarık.
    ILGAMAK At başıboş olarak dörtnala koşması.
    ILGAR Düşman topraklarına ansızın yapılan hücum, akın. * Başıboş hayvanın dörtnala koşması.
    ILGARCI Akıncı.
    ILGIDIR Bir metre kadar uzunluğunda, uçlarına birer karış kadar iki çivi sokulmuş ağaçtan yapılma bir ölçü âletidir.
    ILGIMSALGIM Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda, buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi görünen yer. Serap, pusarık.
    ILHİZ Büyük kene.
    ILICA Sıcak pınar suyu. Bunların yerden kaynayanına kaynarca; üzerine bina veya kubbe yapılmış olanına ise kaplıca denir.
    ILIK Ne sıcak ne soğuk. Az ısınmış veya sıcaklığı kırılmış.
    ILK (C.: Alâk) Kurumak. * şarap, hamr. * Her nesnenin iyisi.
    ILK Sakız. * Ağızda çiğnenen şey.
    ILKA Kişinin göbeğine dek olan gömlek.
    ILKİD Şişman, kısa boylu, hakir ve hayrı az olan kadın. * Katı yoğurt.
    IMYA (IMİYYÂ) Görmeyerek, düşünmeyerek.
    INAK Kucaklaşıp sarılma, muânaka.
    INAN (C.: Aınne) Atın dizgini.
    INAS Kızın büluğ çağına vardıktan sonra evlerinde evlenmeden çok durması.
    INİZ Cimâa kadir olmayan erkek. * Cimâdan safâlı olmayan avret.
    INNÎN İktidarsız, güçsüz, âciz.
    INTİYAN Yiğitlik evveli.
    IR t. Nağme, ezgi, basit türkü. * Ahenk, terâne.
    IRA Karakter, seciye.
    IRA’ Mıknatıs.
    IRAB Tazı. * Yükrek at.
    IRABET Yaramaz sözler söylemek, fuhşiyyat.
    IRAFET Kethüdâlık, reislik. Ululuk, şereflilik.
    IRÂK Dicle nehrinden aşağı Basra’ya kadar Şat Suyu’nun iki tarafı olan memleket. * Su kenarı. * Kökler, asıllar, bünyadlar. * Uzak.
    IRÂK-I ACEM (Acem Irakı) Tar: Irak’ın Dicle nehrinden başlayarak İran sınırındaki yüksek dağlık mıntıkaya kadar uzanan bölgesine Osmanlılarca verilen ad.
    IRÂK-I ARAB Arap Irak. Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan ve Bağdat’ın kuzeyine kadar uzanan topraklara Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen isim.
    IRAKA (Bak: İrâka)
    IRAKÎ (Irâkiyye) Irak halkından, Iraklı. * Irak’a ait.
    IRAN Evin uzak olması. * Mıh, çivi. * Mızrak. Süngü.
    IRAS Devenin başını ayağına bağladıkları ip.
    IRDA’ (Bak: Irzâ’)
    IRDAM Üzüm veya hurma salkımı olan budak.
    IREM Irmak kenarı. “* Su bendi. * Dere, vâdi. * Sert yağan ve taneleri iri olan yağmur. * Gözsüz köstebek. * Kemikten etin suyunu almak.
    IRGAF Hızla yürüme, hırsla bakma.
    IRGAT (Rumca) Rençber, işçi. * Yapı işçisi. Amele. * Gemilerde demir zincirini toplamak için ve binalarda bazı ağır şeyleri kaldırmak için zincirlerle çevrilmiş, ufki bucurgat.
    IRIP Balık tutmak için atılan büyük ağ.
    IRK Nesil. Zürriyet. Sülâle. * Soy. Kök. Damar.
    IRK-I AHMER Kızıl derili.
    IRK-I ESVED Siyah derili, zenci.
    IRK-ÜZ-ZEHEB Altınkökü denilen bir nebat.
    IRKIY (Irkıyye) Irkla ilgili, ırka âit.
    IRKÎL Belâ. Zahmet, meşakkât. * Çok güç nesne.
    IRMAK Büyük akarsu, doğrudan doğruya denize dökülen nehir.
    IRMİS Büyük taş. * Kuvvetli ve dayanıklı deve.
    IRNÎN Kaş tarafında burun ucu. * Her nesnenin evveli.
    IRRİS Arslan yatağı.
    IRS Koca ile karıdan her biri. * Nâmus.
    IRSÎ Gelincik dedikleri hayvanın rengine benzer bir renk.
    IRTIR Yerinden ayrılmak.
    IRV (C.: Arâ) Cemaat, topluluk.
    IRZ Namus. Temizlik. Cinsî haysiyet. * Ehil ve ıyal. İnsanın korumağa mükellef olduğu nefsi, hasebi, şerefi ve mahremleri, zemmedilecek veya medhedilebilecek durumları.
    IRZA Çayırlık, çimenlik. Otu bol olan yer.
    IRZÂ’ Emzirmek veya emzirilmek.
    IRZÂ-İ ETFAL Çocukların emzirilmesi.
    IRZÂ-İ GAYR-İ MÂDERÎ Çocuğu hayvan sütüyle besleme.
    IRZÂ-İ MÂDERÎ Çocuğu ana sütüyle besleme.
    IRZAL Bağcıların arslan korkusundan dolayı ağaçların üzerinde yaptıkları yatak. * Avcıların, yatağında topladıkları kuru ot.
    IRZİM Sağlam, sert ve dayanıklı. * Şiddetli toplayıcı.
    IS (Iss) t. Bayındırlık, mâmuriyet. Şenlik. * Ses. * Sâhib. Mâlik. * Efendi.
    IS’AB Güç. Çetin bulmak. Güçleştirmek. Zorlaştırmak.
    ISABE (C.: Asâib) Cemaat, topluluk. * Tıb: Yaraları sarmakta kullanılan bağ, yara bantı. * Başa sarılan ve şeâir-i İslâmiyeden olan sarık.
    IS’AD Yukarı çıkarmak. Yükseltmek. * Mekke-i Mükerreme’ye gitmek. * İnbikten geçirmek.
    ISADET Avlatmak.
    ISAGA Kuyumculuk yapma. * Eritilmiş maddeleri kalıba dökme.
    ISAHA Kulak verip dinleme.
    ISALET Hamle yapmak. * Ulaşmak.
    ISAM Göze çekilen sürme. * Kırba bağı. * Kırba örtüsü.
    I’SAR Ayağını kaydırıp yere yıkmak.
    IS’AR Enaniyet ve kibirle surat asma.
    I’SAR Hafif esen rüzgâr.
    I’SAR Fakir olmak. * Güç olmak, zor olmak.
    ISARE Çadır kazığı. * Çadır ipi.
    ISARET Meylettirmek, eğmek.
    IS’AS Gece karanlığı başlamak, karanlık basmak. * Karanlığın açılması. * Bulutun yere yakın olması. * Peşinden gitmek.
    ISATA Seslenme, ses çıkarma.
    ISBA’ Tulu etmek, meyletmek.
    ISBAH Seher vakti. Sabah vakti. * Gafil olmamak. Uyanıklık.
    ISBAR Sabrettirmek.
    ISBI’ (Usbu’-Asba’-Asbi’) Parmak.
    ISDA’ (Sadâ. dan) Yankı. Aks-i sada. Sesin bir yere çarpıp dönmesiyle duyulan ikinci ses.
    ISDAD Men’etmek, engel olmak, geri döndürmek.
    ISDAK Verilecek parayı kadının nikâhında tesbit edip kararlaştırma.
    ISDAR (Sudur. dan) Çıkarma, çıkarılma, sudur ettirme. * Deveyi sudan geri döndürmek. * Rücu ettirmek, geri döndürmek, vazgeçirmek.
    ISFA’ Arındırılmak. Hâli olmak.
    ISFAK Kapıyı örtmek. * El ile bir nesneye erişmek.
    ISFİRAR Sararmak. Sarı olmak.
    ISFİRAR-I AYN Gözün sararması.
    ISFİRAR-I EVRAK Yaprakların sararması.
    ISFİRAR-I ŞEMS Güneşin sararmış gibi görünüşü.
    ISGA’ Söylenilen bir sözü dinleyip kabul etme ve yapma. * Söylenilen bir sözü kulak verip dinleme. * Meyl etmek. * Eksiltmek.
    ISGAR (Sagir. den) Hakir ve hor görme. * Küçültme.
    ISHA’ Gökyüzünün açık ve bulutsuz olması.
    ISHAB Yoldaşlık yapmak.
    ISHAM Biçim vakti yetişmek, hasat zamanının gelmesi.
    ISHAR (Sıhriyyet. den) Akrabalık, yakınlık, kurbiyet, sıhriyet. Damat olma. Damat edinme. * Ulaşmak. * Erimek.
    ISHÎRAR Ot kurumak.
    ISKA (Bak: İska)
    ISKAÇA Gemi direğinin ayaklığı.
    ISKALARA Gemi arması merdiveni. * Harp gemilerinin sol taraflarındaki merasim merdiveni.
    ISKALARİYA Geminin üst kısmına çıkabilmek için iskele, yani merdiven teşkil etmek üzere çarmıhlara aykırı ve kazık bağı ile bağlanmış ince halatlar.
    ISKAPARMA İtl. Bir gemiyi toptan kiralama.
    ISKARÇA İtl. Geminin yükünün pek sıkı olarak istif edilmesi.
    ISKARMOZ Kayık ve sandallarda kürek takılmak üzere yan kenarlara dikine sokulmuş tahta çiviler. * Bir cins küçük balık.
    ISKARSO İtl. Yelkenleri doldurur dik rüzgâr. * Geminin götürü olarak kiralanması.
    ISKARTA Herhangi bir sebepten dolayı değerini kaybetmiş mal.
    ISKAT Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak. * Silmek. * Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.
    ISKAT-I CENİN Kadının çocuk düşürmesi.
    ISKAT-I SALÂT Ölmüş bir kimsenin kılmadığı namazlar yüzünden hâsıl olan günahını giderir ümidi ile verilen sadaka.
    ISKOTA İtl. Büyük yelkenleri kullanmaya yarayan ip.
    ISKUNA ing. İki direkli bir nevi yelkenli gemi.
    ISLA’ Ateşte kızdırmak. Ateşte yakmak.
    ISLAH İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek. (Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. S.)
    ISLAH-I HÂL Kendi halini ıslah etme, düzeltme.
    ISLAH-I ZÂT-ÜL BEYN Aralarındaki kırgınlığı kaldırarak iki kişiyi barıştırma.
    ISLAHAT Kusurları ve eksiklikleri gidermek için yapılan işler ve düzeltmeler.
    ISLAHAT-I ADLİYE Adli ıslahat.
    ISLAHAT-I ASKERİYE Askerlikte yapılan ıslahatlar. Askerî ıslahat.
    ISLAHAT-I MÜLKİYE İdarede yapılan düzeltmeler, yenilikler.
    ISLAHATPERVER Islahat taraftarı, ıslahatı seven.
    ISLAHEN Islah ederek, düzelterek.
    ISLAHHANE Tar: San’at mekteblerine önceleri verilen isim. * Islah evi.
    ISLAHÎ (Islahiyye) Islah etmeye ve düzeltmeğe dair. Düzeltme ile alâkalı.
    ISLAHPEZİR Islah edilebilir olan. Düzeltme ve tâmir kabul eden, ıslaha kabiliyeti olan.
    ISLÎ’ Boynu ince ve başı fındık gibi yumruca olan yılan.
    ISLİHMAM Ayak üstüne durmak.
    ISLÎT Zinetli kılıç, üzeri süslenmiş kılıç.
    ISMAM Şişenin ağzını tıkama. * Sağırlaştırma, duymaz hâle getirme.
    ISMARLAMA Sipariş verme, emanet etme. Hususi siparişle yaptırılmış, hazır alınmayan.
    ISMAT Susturma, susturulma, sükut ettirme.
    ISMİ’LAL Muhkem olmak, sağlam olmak. * Otların birbirine dolaşmaları.
    ISNA’ Yardım etme, yardımda bulunma.
    ISNAKAT El darlığı. * Men’etmek, engel olmak.
    ISNAN Israr etme, inat etme, ayak direme. * Gücenme, darılma. * Gururlanma, kibirlenme.
    ISPARÇANA Halatın üzerine sarılmış olan ip. * Halatın yapıldığı bükmelerin herbiri.
    ISPARMACA Deniz içinde birkaç zincirin birbirine karışması.
    ISPAVLİ Eskiden gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim.
    ISPAZMOZ Sinirlerde beliren gerginlik ve titreme.
    ISR Ahd. Sözleşme. Yemin. * Kulakta küpe deliği. * Şiddetli ahkâm ve teklifler. * Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.
    ISRAH Medet yetişmek, yardım gelmek.
    ISRAM Derviş olmak.
    ISRAR Bir fikir veya meşru dâvadan dönmemek. Direnmek, sebat etmek. Hayırlı bir hâl üzere sadakatla kalmayı istemek.
    ISTABL Ahır.
    ISTABL-I ÂMİRE Saray ahırı.
    ISTABL-I HÂS Padişahın atlarına mahsus ahır.
    ISTAFLÎN Havuç.
    ISTAHAR Havuz, küçük göl. Su birikintisi.
    ISTAM Kepçe.
    ISTIAD Yükseğe çıkma, terfi etme.
    ISTIBAB Dökülme. * Damardan kan fışkırması.
    ISTIBAG Boyanma.
    ISTIBAR Sabretmek. * Kısas almak.
    ISTIDAM İki şeyin birbirine şiddetli çarpması.
    ISTIFA Bir şeyin iyisini seçip ayıklamak. * Bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek. * Seçmek. Ayıklamak.
    ISTIFAF Dizilme. Sıralanma. Saf bağlama.
    ISTIFA-GERDE f. Seçilen. Seçilmiş bulunan.
    ISTIHAB Saklama, gizleme. * Dostluk kurma. * Konuşma, musâhabe etme.
    ISTIHAM Ayak üstüne dikili durmak.
    ISTIKAK Tokuşmak.
    ISTILA Ateşte ısınma.
    ISTILAH Tabir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lafzı lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmaları. * Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime. * Muvafakat. Uygunluk. Barışmak. İttifak.
    ISTILAHAT Istılahlar. İlmî tabirler.
    ISTILAHÎ Istılaha dair. Istılaha âid ve müteallik.
    ISTILAM Kesme, koparma.
    ISTINA’ Seçme, intihab, ayırma. * Adam seçme. * İyilik etmek. * İş işletmek.
    ISTINA-İ SIDDIK Sâdık dost seçme.
    ISTIRAH Yardım isteme, istimdat.
    ISTIRAM Hürmet etme, saygı gösterme.
    ISTIYAD Avlamak. Vahşi hayvanı ele geçirmek.
    ISTIYAF Yaz mevsimini geçirmek, bir yerde yazlamak.
    ISVA’ Kuruma, yaşlığı ve rutubeti kaybolma.
    ISVEDE Küçük bir böcek adı. * Kuvvetli.
    IŞÂ’ Yatsı zamanı. Akşam ile yatsı namazı arasındaki vakit. * Güneş batmasından ertesi günü fecre kadar olan zaman.
    IŞÂÂN Akşam ile yatsı.
    IŞAEYN Akşam ile yatsı zamanı.
    IŞAR Birlikte geçinmek. Muâşeret etmek.
    IŞAR (Aşerâ. C.) On aylık hamile develer.
    IŞAYA (Işâ. C.) Akşam ezanından yatsı ezanına kadar geçen zamanlar.
    IŞİR (C.: Aşâr) Çanak çömlek parçaları.
    IŞK (Bak: Aşk)
    IŞKA Sarmaşık adı verilen bir bitki.
    IŞKÎ İki ucu saplı eğri bıçaktır ve deri ve tahta kazımakta kullanılır.
    IŞTIN Toprak kandili.
    ITABE İyi etmek. * Hoş kokulu etmek.
    ITAF Kaftan.
    ITAK Hürriyet. * Kuvvet. * şiddet.
    ITAK-ÜT TAYR Yırtıcı kuşlar.
    ITAKA Güç etmek, zorlaştırmak.
    IT’AM (Bak: İt’âm)
    ITAM İdrar zorluğu, idrar tutukluğu.
    ITAR (C.: Utur) Dudak kenarı. * Elin kasnağı. * Diğerlerini ihâta eden nesne.
    ITARE Uçurma, uçurulma.
    ITAŞ (Atşân. C.) Susamış olanlar.
    ITBAK Örtünmek. * Yürümek. * Değiştirmek. * (Bak: İtbak)
    ITEH Ahmaklık, bunaklık.
    ITER (Itret. C.) Nesiller, akrabalar, zürriyetler, aynı soydan gelenler.
    ITF Omuzbaşı.
    ITFA’ Söndürmek.
    ITFAK Maksadına eriştirme, gayesine vardırma.
    ITFAL Kadının oğlanını getirmesi.
    ITFET şefkat, merhamet. * Boncuk.
    ITGA Azdırma, azdırılma.
    ITK Azad edilmek. Hürlük. Esir veya köle olanın serbest edilmesi. Azad olmak. * Kerem ve hüsn-ü cemâl. Asâlet ve necâbet. Şeref, şan ve kıdem. Kuvvet.
    ITK-I MUALLAK Bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine “şu işi yaparsan hürsün” demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur. (Ist. Fık. K.)
    ITK-I MUZAF Bir zamana, bir vaktin girmesine veya çıkmasına izafe edilen ıtkdır. “Sen gelecek ayın başında hürsün.” denilmesi gibi ki, o ayın başında ıtk hadisesi vücuda gelir. (Ist. Fık. K.)
    ITK-I MÜNECCEZ Bir şarta muallak veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memluküne hitaben “seni azad ettim.” demesi gibi ki, onunla köle derhal hürriyetine kavuşur. (Ist. Fık. K.)
    ITK-I MÜŞTEREK İki veya daha fazla kimsenin, mâlik oldukları bir köleyi azad etmeleridir.
    ITK ALÂ MAL Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle olmaksızın cins ve miktarı malum bir mal veya muayyen bir hizmet mukabilinde azad edilmesidir. Buna “Itk alâ cu’l” da denir. (Ist. Fık. K.)
    ITKAN (Bak: İtkan)
    ITKNAME Azad edilmiş olan köle veya cariyeye azad edildiklerini bildirmek üzere verilen vesika.
    ITL (C.: Atâl) Böğür.
    ITLA’ Kokulu şeyler sürünmek. * Hevâiyata heves etme.
    ITLA’ Tulu ettirmek, zuhur ettirmek, doğdurmak.
    ITLAK Salıvermek. Bırakmak. Koyuvermek. Serbest bırakmak. Serbest olup her tarafta bulunmak. Cezadan kurtarmak. * Boşama. Boşanma. Afvetmek.(…Elbette mutlak ve muhit olan o ef’âlde iştirak muhaldir. İmkânı yoktur. Evet, ıtlakın mahiyeti iştirake zıddır. Çünkü, ıtlakın mânası, hatta mütenahi ve maddi ve mahdut bir şeyde dahi olsa, yine istilâkârane ve istiklâldarane etrafa, her yere yayılır, intişar eder. Meselâ: Hava ve ziya ve nur ve hararet, hatta su, ıtlaka mazhar olsalar, her tarafa yayılırlar. Ş.)
    ITLAK-I İNAN Dizginini salıverme. Başıboş bırakma.
    ITLAK-I LİSAN Ağzına geleni söylemek. Çok serbest ve kolay konuşmak.
    ITLAK-I YED Hayır işleme.
    ITLAL Havâle olma, birşey üzerine yüklenme. * Boşu boşuna zaman geçirme, vakit öldürme.
    ITLIHAH Gözden yaş akma, ağlama.
    ITLINSA Çok fazla terleme.
    ITMAH Yukarı bakma, gözü yukarı dikme.
    ITMAL Mahvetme, perişan etme.
    ITMAS Bir şeye geriden uzaktan bakmak. Helâk etmek.
    ITNA’ Sâlim olmak, sağlam ve sıhhatli olmak.
    ITNAB Edb: Konuşurken, fazla tafsilât vermek. Lüzumundan fazla sözü uzatmak. (Îcazın zıddı)
    ITNAB-I MAKBUL Bahsi iyice anlatmak için lüzumlu olan sözün uzatılması.
    ITNAB-I MÜMİLLE Lüzumsuz olarak sözü uzatmak, usanç verecek şekilde uzatmak.
    ITNABE Gölgelik, sâyeban. * Keman teli, keman kirişi.
    ITNAN Çınlatma. Madeni bir ses çıkartma.
    ITR Hoş ve güzel koku. Güzel kokulu şey. * Yaprakları güzel kokulu bir bitki.
    ITRA’ Bir kimseyi mübalağa ile medhetmek. En güzel şekilde sena etmek.
    ITRAB (Tarab. dan) şevke getirme, keyiflendirme.
    ITRAD Bir kimseyle birlikte bahse girişme.
    ITRAH (Tarh. dan) Çıkarma, tarhetme, dışarı atma.
    ITRAK Sükût etmek, susmak. Gözünü yere dikip bakıp durmak.
    ITRAR Kandırmak, igra.
    ITRET Zürriyet. Nesil. Ehl-i beyt. * Gerdanlık. * Güzel kokulu şey.
    ITRÎ Itra mensub, ıtır gibi kokan. * Müzik ilminde bir üstaddır. Asıl adı Mustafa’dır. Bayramlarda okunan tekbirin ilâhi ve kuvvetli bestesi onundur. Bestelere âid Segâh, Ayin-i Şerif gibi 25 eseri olduğu söylenir. Osmanlı padişahı IV. Mehmed’in nedimlik ve esirler kethüdalığında bulunmuştur. Vefatı Mi: 1711′dir. İstanbul’ludur. * Tezhib ıstılahlarındandır. Bir cins yaprak şekli. Bu şekil ıtr yaprağına benzediği için bu ismi almıştır.
    ITRİF Habis, hilekâr, kötü, pis.
    ITRÎH Devenin hörgücü.
    ITRÎS Hiddetli, cebbar kimse. * Kuvvetli, dayanıklı deve.
    ITRİYYAT (Itr. C.) Güzel kokulu yağ, esans gibi maddeler.
    ITRİYYE Erişte aşı.
    ITRNAK f. Güzel ve hoş kokulu.
    ITTILA’ (Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma. * Yukarıdan aşağı bakmak.
    ITTILA Kokulu şeyler sürünme.
    ITTILAAT (Ittılâ’. C.) Bilmeler, ıttılâlar, öğrenmeler, haberli olmalar.
    ITTILAK İnşirahlı olma, ferahlı ve sevinçli olma.
    ITTIRAD İntizamlı, uygun şekilde. Saat gibi intizamlı hareket. Sıra ile birbirini takib eden. Ritmik.
    ITVAL Uzatmak. Uzatılmak.
    ITYA’ Avdet etmek, dönmek.
    IVAZ (Bak: İvaz)
    IVEC (Bak: İvec)
    IYADET Hastayı ziyaret edip hatırını sormak, gidip görmek.
    IYADETEN Hastaya hatır sorarak.
    IYAF Gönül dönmek. * Mütereddit olmak, kararsızlık, tereddüt etmek. * Tiksinmek, iğrenmek.
    IYAL Fık : Bir adamın üzerine nafakasını vermek vacip olan, kendilerini geçindirdiği kimseler.
    IYALULLAH Halk, insanlar.
    IYAN (Bak: Ayân)
    IYAZ Sığınma. İltica.
    IYAZEN Sığınarak.
    IYD (Bak: Îd)
    IYŞ (Bak: Îş)
    IZ (C.: Uzuz-A’zâz) Çok zekâlı kötü adam. * Dikenli ağaçların küçüğü.
    IZA Nasihat, öğüt, vaaz.
    IZAA Bir şeyi zâyi etmek. Zâyi olmak. Kaybetmek. Mahvetmek, mahvedilmek.
    IZAET Parlatmak. Işıtmak. Işıklı olmak. Aydınlık etmek.
    IZ’AF Bir şeyin üstüne bir misli koyma. * Zayıflama.
    IZAHET (C.: Izât) Dikenli büyük ağaç. * Yalan, sihir, bühtan.
    IZAM (Bak: İzâm)
    IZAT Yalan. Sihir. Bühtan. * Dikenli büyük ağaç.
    IZAT (C.: Izât) Nasihat, öğüt.
    IZAZ Berk muhkem yer.
    IZAZAT Noksanlık.
    IZBANDUT Eskiden Rum korsanlarına verilen addır. * Haydut, yolkesen, şaki, eşkiya. * İri vücutlu, korkunç.
    IZCA’ Yırtma. * Yatarken vücudun yan tarafı üzerine yatma.
    IZFAR Biri tarafından tırnaklanma. Bir kimseyi tırnaklama.
    IZÎN (İze. C.) Her biri bir fırkaya mensub. Parça parça, fırka fırka. Müteferrik hâlde.
    IZK (C. Azâk) Hurma salkımı.
    IZLAK Süçtürüp kaydırma.
    IZLAK-I AKDÂM Ayakların sürçüp kayması.
    IZLAL (Bak: Idlâl)
    IZLAL Gölgeli olma, gölgelendirme.
    IZLAM Karanlık, zulmet. * Zulmetme, karanlıkta bırakma.
    IZMAME (C.: Ezâmim) Cemaat, topluluk.
    IZMAR (İzmâr) Kalbde gizlemek, saklamak. Belli etmemek.
    IZMAR-I GAYZ Kin saklama.
    IZMAR-I KABL-EZ ZİKR Edb: Bir kelimenin zikrinden önce ona âit zamiri kullanmak.
    IZNAN Bir kimseyi kabahatlı çıkarma.
    IZRA’ Zelil etmek, hor hakir etmek, alçaltmak.
    IZRAF Zarflamak. Zarfa koymak.
    IZRAM Ateşi tutuşturma, ateşi alevlendirme.
    IZRAR Zarar vermek. Zarara uğratmak.
    IZRAT Yellendirmek.
    IZTICA’ Namaz kılarken secdede koltukları sıkarak göğsü yere değdirme. * Yan üstüne yatma.
    IZTILAM Koparmak. Kat’etmek, kesmek.
    IZTIMAR Atı, idman yaptırarak yola dayanabilecek şekilde kuvvetlendirme. * İnce belli olma.
    IZTINA’ Sıkılma, utanma, kızarma.
    IZTIRAB Acı, elem, sıkıntı, vesvese, azab.
    IZTIRAB-ÂVER f. Iztırab veren, elem çektiren.
    IZTIRABAT (Iztırâb. C.) Elemler, acılar, sıkıntılar, azablar. Vesveseler.
    IZTIRAM Saç ve sakala kır düşme. * Alevlenme.
    IZTIRAR Çâresiz olmak. Mecburiyet. İhtiyaç.
    IZTIRARÎ Çaresizlik içinde oluş. Mecburiyet.(Lisan-ı ıztırariyle bir duâdır ki; muztar kalan her bir ziruh kat’i bir iltica ile duâ eder, bir hâmi-i mechulüne iltica eder. Belki Rabb-i Rahimine teveccüh eder. S.)
    IZTIRARİYAT (Iztırarî. C.) Mecburi olarak yapılan şeyler, mecburiyetler.İA’ $ Bir nesneyi kab içine koyup saklamak.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
    AyMaRaLCaN
    Admin
    AyMaRaLCaN


    Üyelik tarihi : 11/06/08

    Mesaj Sayısı : 12267

    Rep Gücü : 29249

    Rep Puani : 235


    Osmanlı Türkçe Sözlüğü Empty
    MesajKonu: Geri: Osmanlı Türkçe Sözlüğü   Osmanlı Türkçe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Nis. 24, 2012 2:13 pm

    İ Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler


    İBÂD: Kullar.
    İBÂDÜ’R-RAHMÂN: Allah’ın kulları.
    İBÂHE: 1. Mübah olmak. 2. Ateş söndürme.
    İBDÂ: 1. Meydana getirme. 2. Yaratma.
    İBKÂ: "Bekâ"dan: Devamlı kılmak.
    İBKÂM: Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme.
    İBN: Oğul.
    İBNULLAH: Allah’ın oğlu. Hıristiyanlar Hz. İsa’ya İbnullah derler.
    İBRÂ: Bağışlanma, temize çıkma, aklanma.
    İBRET-ENGİZ: İbret verici.
    İBTİDÂ: Başlangıç, baş taraf.
    İBTİDÂ-İ KIRAAT: İlk okuma. Okumaya başlama.
    İBTİLÂ: Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.
    İCÂBET: 1. Kabul etme. 2. Muvafakat etme.
    İCÂD U İBDÂ: Yapma ve yaratma.
    İ’CÂZ: 1. Aciz bırakma. 2. Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme. 3. Aciz bırakma.
    İCÂZ: 1. Sözü kısa söyleme. 2. Az sözle çok mânâ anlatma.
    İCBÂR: Zorlama, cebretme.
    İCL: Dana, buzağı.
    İCMÂ: Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
    İCMÂ-I ÜMMET: Büyük fakihlerin dinle ilgili bir konuda görüş birliğinde olmaları.
    İCMÂL: Kısaltma, ihtisar, özet.
    İCTİMAGÂH: Toplantı yeri.
    İCTİNÂB: Çekinme, sakınma.
    İDÂRE-İ KELÂM: Sözü mümkün mertebe yürütmek, işi idare etmek.
    İDDET: Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
    İDGÂM: Birbirine benzeyen iki harfi bir yazıp şeddeli okuma.
    İDHÂL: Dâhil etme, içine alma.
    İDLÂL: Dalâlete sokma, sapıtma.
    İDLÂL-İ İLÂHÎ: Allah’ın kulu saptırması.
    İDRÂK: 1. Anlayış, akıl edinme. 2. Yetişmek, erişmek. 3. Olgunlaşma çağını bulma.
    ÎFÂ: 1. Ödeme, yerine getirme. 2. Bir işi yapma. 3. İş görme.
    İFK: İftira, iftira ekmek, Hz. Aişe’ye yapılan iftira.
    İFLÂH: Felâha, selâmete kavuşmak.
    İFNÂ:: Mahvetmek, yok etmek.
    İFRÂT: Haddi aşma, pek ileri gitme.
    İFRÂZ: Bütünden parça ayırma. Bölme.
    İFRÎT: Çetin cin, öfkeli insan.
    İFTİTAH TEKBİRİ: Namaza başlama tekbiri.
    İGÂSE: İmdada yetişmek, yardım etmek.
    İĞFÂL: Yanıltma ve aldatma.
    İĞTİSÂL: Gusletme.
    İĞVÂ: Ayartma, baştan çıkarma.
    İHÂTA: 1. Kuşatma, etrafını çevirme. 2. Geniş tam bilgi ve ihtisas.
    İHDÂS: Ortaya çıkarma.
    İHFÂ: Gizleme, saklama.
    İHLÂL: "Halel"den bozma, sakatlama, kusurlu hale getirme.
    İHLÂS: Samimiyet, doğruluk, riyasızlık. Kur’ân-ı Kerim’in 112. Sûresi.
    İHMÂL: Mühlet verme.
    İHRÂC: Çıkarmak.
    İHRÂM: Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
    İHRÂZ: Nail olmak, kazanmak, almak.
    İHSÂN: 1. İyilik etme. 2. Bağış, bağışlama. 3. Sağlamlaştırma.
    İHTİCÂC: Hüccet, delil göstermek.
    İHTİDÂ: Hidayete ermek, İslâm olmak.
    İHTİKÂR: 1. Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk. 2. Hakarete katlanmak.
    İHTİLAF: Ayrılma, ayrışma, çözülme.
    İHTİLAF-I EDYÂN: Dinlerin ayrılıkları, farklı farklı oluşları.
    İHTİLÂM: Düş azması, uyurken cenabet olma.
    İHTİLÂT: Karışma, karışıp görüşme komplikasyon.
    İHTİRAS: Bir şeyi fazla arzulama ve ona fazla düşkünlük.
    İHTİRAZ: Sakınma, çekinme.
    İHTİRÂZÎ: Çekinme, sakınma ile ilgili.
    İHTİSAR: Kısaltma, icmâl etme.
    İHTİSAS: Özellik kazanma, uzmanlaşma.
    İHTİVA: İçine alma, içinde bulundurma, içerme.
    İHTİYAR: Seçme, seçilme.
    İHTİZÂZ: 1. Haz duymak, ferahlanmak. 2. Titreşim.
    İHVAN: Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar.
    İHYÂ: Diriltme, hayat verme.
    İKÂB: Ceza, azap, cezalandırma.
    İKAL: 1. Bağ. 2. Ayak bağı.
    İKÂLE: 1. İki tarafın isteğiyle alışverişi bozmak. 2. Dememiş iken "dedim" diye iddia etmek.
    İKÂME: Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek.
    İKÂMET: İmamlık, halifelik, önderlik.
    İKÂNİYYE: Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.
    İKLÂB: Çevirme, bir halden başka bir hale döndürme.
    İKTİBAS: 1. Ödünç almak. 2. Bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi alma, aktarma.
    İKTİDÂ: Uymak, tabi olmak.
    İKTİSAB: 1. Kazanma. 2. Tahsil etme. 3. Elde etme.
    İKTİSÂD: Ekonomi. Toplumun tutumluluğu.
    İKTİZA: 1. Lazım gelme, gerekme. 2. İşe yarama, yararlık.
    ÎLÂ: 1. Yemin etmek. 2. Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi. 3. Sıkıntı ve derde uğrama.
    İLÂF: Ülfet ettirme, ülfet ettirilme, alıştırma, uzlaştırma.
    İLÂH: Mabud, tanrı.
    İ’LÂ-YI KELİMETULLAH: Allah’ın adını yüce tutmak.
    İLHÂD: 1. Dinsizlik, inanç bozukluğu. 2. Allah inancından ayrılış, tevhid inancından ayrılma.
    İLLET: Hastalık, sebep, gaye, hedef.
    İLLET-İ ÛLÂ: Birinci sebep, ilk sebep.
    İLLET-İ VÜCÛD: Varlık sebebi.
    İLLİYYET: Sebep ile ilgili, sebeplilik.
    İLME’L-YAKÎN: İlmî bilgi. Kesin bilgi.
    İLM-İ FERÂİZ: İslâm hukukunda miras taksimi ile ilgili bilim dalı.
    İLM-İ HÂL: İslâm dininin her müslüman için bilinmesi gereken temel bilgileri.
    İLM-İ HEY’ET: Astronomi ilmi.
    İLM-İ HİKMET: Düşünce bilgisi, felsefe.
    İLM-İ LEDÜNN: Gayb ilmi, Allah’ın sırlarına ait ilim.
    İLM-İ MEÂNÎ: Meânî ilmi, belagat.
    İLM-İ TEVHİD: İlm-i kelâm.
    İLM-İ USÛL ve AKÂİD: Usûl ve akâid ilmi.
    İLM-İ VEHBÎ: Allah tarafından verilen ilim.
    İLTİBAS: Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.
    İLTİCA: Sığınma.
    İLTİZAM: 1. Kendisi için gerekli sayma. 2. Bilerek, isteyerek taraf tutma.
    İLZAM: Delil göstererek muhalifi susturmak.
    İ’MÂL: Yapma, işleme, iş yapma.
    İMÂLE: 1. Bir tarafa meylettirmek, bir tarafa eğmek. 2. Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
    İMDÎ: Artık, bu halde, böyle olduğu halde.
    İMKÂN VE CÜNÛB: Mümkün ve gereklilik.
    İMLÂ: Doldurma, yazdırma.
    İMSÂK: 1. Oruca başlama zamanı. 2. Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
    İMTİNA: Çekinme, vazgeçip geri durma.
    İMTİSÂL: Örnek kabul etme.
    İNÂBE: 1. Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek. 2. Bir mürşidden el alıp yerine geçme.
    İNADİYYE: Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
    İN’ÂM: İhsan, nimet verme.
    İNÂS: Kadınlar, kızlar.
    İNÂYET: 1. Dikkat, gayret, özenme. 2. Lütuf, ihsan, iyilik.
    İNDALLAH: Allah yanında.
    İNDE’L-CUMHUR: Çoğunluğun yanında, çoğunluğun nazarında.
    İNDE’L-HÂCE: İhtiyaç zamanında.
    İNDİRAC: İçine konma, arasına sıkışma. Derecelenme.
    İNDİYYE: Kendi görüşüne tabi olan.
    İNFAK: Nafaka verme, besleme, geçindirme.
    İNFİSÂL: 1. Ayrılma, 2. Azledilme, işinden uzaklaşma.
    İNFİTÂR: Yarılma, açılma.
    İNHİRÂF: Doğru yoldan sapma.
    İN’İKÂS: Bir yere çarpıp geri dönme, aksetme.
    İNKÂR: Tanımama.
    İNKIBÂZ: 1. Büzülüp toplanma, çekilme. 2. Kasvet, keder, sıkıntı. 3. Kabızlık, peklik.
    İNKILÂB: Bir halden başka bir hale dönme.
    İNKIRAZ: Tükenme, blitme, kırılıp yok olma.
    İNKITÂ: Kesilme.
    İNKIYÂD: Boyun eğme, mutî olma, itaat etme.
    İNKİŞÂF: Gelişme, ilerleme.
    İNS U CİN: İnsan ve cin.
    İNS: İnsan.
    İNŞÂ: Yapma, vücuda getirme.
    İNŞİKÂK: İkiye ayrılma, yarılma.
    İNŞİRAH: Ferahlamak, sevinç duymak.
    İNŞİRAH-I SADR: Vicdan ferahlığı,vicdan huzuru.
    İNTAK: Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
    İNTİBAK: Uyma, uygun hale gelme. Edebiyatta iki zıd şeyin ortak özelliğini bulup birleştirme.
    İNTİFÂ: Fayda sağlama, menfaatlanma.
    İNTİŞÂR: Yayılma.
    İNZÂL: İndirme, indirilme.
    İNZÂL-İ MENÎ: Üreme organından meni çıkması.
    İNZÂR: Korkutmak, sakındırmak.
    İ’RÂB: 1. Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme. 2. Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi.
    İRÂDE-İ CÜZ’İYYE: Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz’î irade. İnsan iradesi.
    İRÂE: "Rü’yet"ten: Gösterme, tayin etme.
    İ’RÂZ: Yüz çevirme, başka tarafa dönme.
    İRBE: Kadına ihtiyaç duymayan erkek.
    İRCA’: Döndürme, geri çevirme.
    İRS: 1. Ölen kişinin mirasçılarına kalan mal veya para. 2. Veraset, soya çekim.
    İRŞAD: Doğru yolu gösterme.
    İRTİCÂ’: Gerilik, geriye gitme, eskiyi isteme.
    İRTİDÂD: Din değiştirme, dinden çıkma, dinden dönme.
    İRTİFÂ’: Yükseklik, yükselme.
    İRTİHÂL: Vefat etmek, ölmek.
    İRTİKÂB: 1. Kötü bir iş işleme. 2. Rüşvet yeme.
    İS’ÂF: Birinin isteğini kabul edip yerine getirme.
    ÎSÂL: Ulaştırma, vardırma.
    İSKÂT: (Sükut’tan) Susturma.
    İSKAT: 1. Düşürme, aşağı alma. 2. Hükümsüz bırakma, iptal etme.
    İSKAT-I CENİN: Çocuk düşürme.
    İSM-İ ÂZAM: Allah Teâlâ’nın en büyük adı.
    İSM-İ FAİL: İş yapan kimse.
    İSM-İ HÂS: Özel isim.
    İSNAD-I MECAZÎ: Mecazî isnad, bir sözün mecaz anlamını tercih etmek.
    İSNEYN: 1. Pazartesi günü. 2. İki.
    İSRA: Gece yürüyüşü, yürütme.
    İSTİÂB: İçine alma, kaplama.
    İSTİÂRE: 1. Ödünç alma. 2. Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir kelime hakkında kullanma.
    İSTİÂRE-İ TEMSİLİYYE: Teşbihin esas unsurlarından biri ile yapılan benzetme.
    İSTİÂZE: "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah’a sığınma, eûzü çekme.
    İSTİB’ÂD: Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma.
    İSTİ’DÂD: 1. Alışma, ünsiyet. 2. Kabiliyet.
    İSTİDLÂL: Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
    İSTİDRÂC: 1. Derece derece yükselmeyi istemek. 2. Fâsık veya kâfir olduğu belli bir şahsın gösterdiği harika.
    İSTİDRÂK: Yetişme, nail olma.
    İSTİFA: Memuriyetten azlini istemek.
    İSTİFHAM: Anlamaya çalışmak, soru sormak, soru.
    İSTİFHAM-I İNKÂRÎ: Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi.
    İSTİGÂSE: 1. Yağmur isteme, yağmur duası etme. 2. Yardım ve imdad isteme.
    İSTİĞFÂR: Af talep etme.
    İSTİĞNA: Gönül tokluğu.
    İSTİĞRAK: Bir şeyi baştan aşağı kaplamak. Tasavvuf erbabının vecde gelip kendinden geçmesi. İstiğrak lâmı: Bir cinsin bütün bireylerini içine alan belirtme edatı, lâm-ı tarif, diğer adıyla harfi tarif.
    İSTİHBÂR: Haber ve bilgi alma.
    İSTİHFÂF: Hafife alma, önem vermeme, hor görme.
    İSTİHLÂK: Tüketme, kullanarak yok etme.
    İSTİHSÂL: Üretmek, hâsıl etmek, çoğaltmak.
    İSTİHSÂN: Beğenme, iyi ve güzel bulma.
    İSTİHZÂ: Alay etmek.
    İSTİKBÂL: 1. Gelecek zaman. 2. Gelen bir kimseyi karşılamak.
    İSTİKRÂ: 1. Gezme, dolaşma, âvârelik, konuklama. 2. Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme.
    İSTİKRÂH: Kerih ve kötü görmek, tiksinmek bir şeyi beğenmemek, bir şeyi zorla yapma.
    İSTİLÂ: Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirmek.
    İSTİ’LÂM: 1. Selâm vermeyi isteme. 2. Kâbe’yi tavaf esnasında Hacerü’l-Esved’i selâmlamak.
    İSTİ’MÂL: Kullanma.
    İSTİMDÂD: Yardım isteme.
    İSTİMRÂR: Devamlılık.
    İSTÎNÂF: 1. Yeniden başlama. 2. Bidayet mahkemesinde verilen bir hükmün bir üst mahkemeye başvurarak feshini isteme.
    İSTİNÂFİYYE: 1. Yeniden başlamaya ait. 2. İstinaf mahkemesine ait. 3. Arapça’da bir soruya cevap anlamında bulunan cümle.
    İSTİNBÂT: Bir iş veya sözden gizli bir anlam çıkarmak, tahmin etmek.
    İSTİNBÂT: Bir söz veya işten gizli bir mânâ çıkarma, zımnen, açık olmayarak, dolayısıyla anlama.
    İSTİNKÂF: Kabul etmeme, yüz çevirme, çekimser kalma, reddetme.
    İSTİNSÂH: Nüshasını çıkarma, bir sûretini çıkarma, kopye etme.
    İSTİSÂL: Kökünden sökmek.
    İSTİSHÂB: "Sohbet"den: Yanına alma, yanına alınma.
    İSTİSKÂ: 1. Su isteme. 2. Yağmur duasına çıkma. 3. Vücudun bir yerinde su toplanması.
    İSTİŞÂRE: Müşavere etme, danışma.
    İSTİŞHÂD: 1. Şahid gösterme. Delil getirme, belge. 2. Şehid olma.
    İSTİTÂAT: Güç yetirme, kudret.
    İSTİTÂR: Örtünmek, kapanmak.
    İSTİVÂ: 1. Müsavî olma, denk olma. 2. Düz olma, düzlük. 3. Kaplama, örtme. 4. Ortada ve tam bir derecede bulunma.
    İSTÎZÂN: İzin isteme.
    İŞ’ÂR: 1. Yazı ile haber verme. 2. Anlatmak, bildirmek.
    İŞKİL: Kuşku, zan.
    İŞMÂM: "Şemm"den. 1. Koklatma, koklatılma. 2. Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme.
    İŞRÂK: "Şark"tan: 1. Güneşin doğması ve etrafı ışıklandırması. 2. Parlama, ışıklandırma.
    İŞTİÂL: Alevlenme, tutuşma.
    İŞTİBÂH: Şüphelenme, şüpheye düşme.
    İŞTİGÂL: Meşguliyet, uğraşma.
    İŞTİHÂR: Şöhret bulma, ün kazanma.
    İŞTİKÂK: Bir kökten parçalara ayrılmak. Türeme.
    İŞTİRA: Satın alma.
    İŞTİYAK: Fazla arzu ve şevk. Hasret çekmek, özlemek.
    İTÂB: Azarlama, tekdir etme.
    İ’TİKÂF: Bir yere çekilip tek başına ibadetle meşgul olmak.
    İ’TİNÂ: Çok dikkat etme, özenme.
    İ’TİZÂL: 1. Bir tarafa çekilme. 2. İşten çekilme. 3. Vâsıl b. Ata’nın kurduğu Mutezile mezhebini benimseme. 4. Takımdan ayrılma.
    İ’TİZÂR: Özür dileme.
    İTKAN: 1. Muhkem, sağlam kalma. 2. İnanma, emin olma.
    İTLÂF: Telef etmek, ziyan etmek.
    İTMÂM: Tamamlama, ikmâl etme.
    İTMİ’NÂN: Emin olma, güvenme. Kalbin mutmain olması. Gönülden inanma.
    İTTİBÂ: Tâbi olma, uyma, ardısıra gitme.
    İTTİHAD: Birlik, beraberlik.
    İTTİKÂ: Sakınma. Takva ehlinden olma.
    İTTİRAD: Düzenli, uygun biçimde sıra ile birbirini izleyen. Biteviye.
    İTTİSÂF: Vasıflanmak, bir sıfat sahibi olmak.
    İVAZ: Karşılık olarak verilen şey, bedel.
    İVME: Acele etme, koşma.
    İZÂFET: 1. İki şey arasındaki ilgi, bağ. 2. İsim tamlaması, isim takımı.
    İZÂHÂT: Açıklamalar.
    İZÂLE: Giderme, def etme, yok etme.
    İZÂN: Zekâ, anlayış.
    İZÂR: Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.
    İZMÂR: Gizleme, saklama.
    İZMİHLÂL: Yok olma, mahvolma.
    İZZET: Değer, şeref, saygınlık.






    Azerbaycan Musiqisi Kafkasin Gürleyen Sesi Dahasi... Bilgi Paylasim Adresi...www.ay-maral-can.tr.gg
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://ay-maral-can.yetkin-forum.com
     
    Osmanlı Türkçe Sözlüğü
    Sayfa başına dön 
    1 sayfadaki 1 sayfası
     Similar topics
    -

    Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
     :: OsmanlI Tarihi-
    Buraya geçin: